Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dar sokakların ardındaki ferahlık Antakya'nın çardaklı ve havuzlu avlularında R A S G E L E Raif Ertem Bahar akşamlarında, yüksek duvarlı avluların sofalannda, çardak altlarmda rakı sofraları kurulur; tandır odasında, çarşı ekmeğinin söndürdüğü ocaklar, patlıcanları "pörpülemek" için yeniden yakılır. Bir avcının ardından... ağhğında küstüğünüz kimsenin ölümüne çok UzülUr mUsünüz? Ama çok UzUlUr müsünüz? Hele bu yakınınız olursa? Akrabamz olursa?.. "Etem Ağabey" onlardan biriydi. Amcaoğluydu. Onun gençlik yılları, benim biraz daha küçüklüğüm birlikte geçti. Av tutkunuydu, balık tutkunuydu. Birlikte avlandık. Balık tuttuk. laaa Mustafa'nın aramızdan ayrıhşına kadar. Mustata oğluydu. 1415 yaşlarındaydı. Böbreğinde taş vardı. Ameliyat oldu. lyi döndü. ÜçlU avlanmaya başlamıştık. Mustafa'nın gün gün yüzü sarannaya başladı. Dermandan düştü. Yeniden doktora götürdülcr. Sarılık dediler. Böbrek amelıyatında verilen kanda sarılık varmış. Yatağa düştü, öldü... tşte Etem Ağabey ondan sonra değişti. Sandalını sattı. Tüfeğini astı. Kahveden eve, evden kahveye bir ömür yitirdi. Bir gün, "insanoglu kuş misali," demişti; "Sabah deniz kıyısındaydım. Şlmdl kahvedeyim." Aradakı uzaklık 300 metre var, yoktu... Her şey gözünde büyüyordu! Huyu da değişmişti. Yoktan tartışma çıkarırdı. Söylenir söylenir, darıhrdı; küserdi. Yalnızca tartıştığına küsse iyi. Kişinin tüm ailcsine, yakınlarına küserdi. Kendi anasına, babasına da küstU, oturdu... Gidişimde öldüğünü söylediler. Çok UzüldUm. Ailesinden kimsenin bulunmadığı bir mezarlığa gönıülmek istemiş. Cenazesine gelmelerini istememiş. öyle yapmışlar. Kırkdere Mezarlıjının kuytu bir köşesine bırakıp dön• müşler... Kardeşime söylenmiş, bana da küsmüştu. Konuşmak istedikçe arkasını dönüveriyordu. Ben de unutmuştum. Etem Ağabey diye birisini unutmuştum. öldüğünü duyunca tüm anılarım canlandı. Etem Ağabey geldi, yerli yerine oturdu. Şimdi yaşıyor. Tüm canlılığıyla yaşıyor. Hiç unutmam. Yanımızda özen de vardı. Karısının kardeşi. O zaman nisanlıydılar. Birlikte Bozgöl'e gitmiştik. Ordek avına. Hava, Ege'den beklenmeyecek kadar soğuktu. Kar, fırtına. Göz gözü görmüyordu. F.rkeş Bayın'nın denize bakan yamaçlarına oturduk. Bozgöl'e geçmek isteyen ördek alçak gelir. Güzel av yapacağız... Nerdeee... ördek denizden kalkamıyor, savrulup geri düşüyor. Epeyce bekledik. Üşüdük. Uykumuzgelmeye • başladı. Etem Ağabey anladı Kaldırdı. Yürüyemiyoruz. Kayışlarımızla birbirimizi bağladı. özen'le. Ucundan tuttu. Sürüklüyor. Düşüyoruz, kalkıyoruz. Ellerimiz, dizlerimiz yırtıldı. Bir çoban damını görünce nasıl sevinmiştik. Kapıyı kırıp girdik. tçerde susam saplan vardı. Yaktık. Döne döne ısındık. Az kalsın danıı da yakıyorduk. Alev bacadan çıkıyordu. Şimdı Etem Ağabey de yck. Gıttım baktım. Çoban damının yerinde kuru ören kalmış. Taşlar dağılmış. Yıkılmış... Sanki gidince her şey birlikte gidiyor. Tbprağın bol olsun Etem Ağabey. Rasgele!.. D S Antakyaevlerının avluları, günün hemen hersaatinde yaşamın farklı yunlerıyle renklenır Fotoğratiar BERAT GUNÇIKAN Berat Günçıkan/ADANA sı nehrınin ıkiye böldüğü Antakya'nın Habib Ntrccar dağının eteklerine kurulu daracık sokaklarına ulaşmak ıcın günışığı zorlanır. fcvlerın bırbırınc sıkıca sokulmuş çatılannın arasından sızmak, yüksek duvarlarını ısıtmak, o duvarları aşıp genış avlulara kurulttuk gunışığının harcı değıldir. Sıcaklaıdan daı sokaklara, yüksek duvarların ardına sığınan ınsanları bir tek yerdc yakaldiııu şansı vardır gumşığının. O da avlunun ortasında kurulu havuz ya da kuyu başıdır Mımarı dokusunu 2200 yıllık bır sureçte oluşturan Anlakya, İsa'dan önce bırinci yuzyılda dunyanın en buyuk kentleııyle boy ölçuşebilecek kadar büyüktür. 900 yıl boyunea Ronıa tmparatorluğu yönetımınde bu büyükluğunu korur. tmparatorluğun ıkıve bölünmesinden sonra Ja Ermenılerden Perslere, Bızanslılardan Araplara, Osmanlılardan Fransi7İara pek çok el değıştırır, pek çok kulturu yaşar. Şımdi Antakya'nın o daracık sokaklarının geniş avlulu evleıinde bırbırını etkılemış, bırbıııne yansımıs kulturleı hâlâ yaşanır. Solalarda ya da eardaklarda rakı sofraları kurulur bahar akşamlarında. Tandır odasında, çarşı ekmeğinin söndürduğu ocaklar, rakının yanında yenılecek patlıcanları "pörpülemek" içın yakılır artık. A Bıtışık avluda, aynı duvarı paylaşan evin kadını Eleni Ayşe"yı düşünür aynı saatlerde. Tum karşı koymalara rağmen evli sevgılısine kaçan, ona bır çocuk doğuran, ışçı olarak Arabistan'a gıdışinın ardından rcsmi nıkâhı da kıyılmadığından yalnız ve aç kalarak babaevme döııen, gun boyunca durmaksızın, "Alim Gitme Paıara, Ugratırlar Nazara" türktısünu söyleverek ağlayan Ayse'yı dusünür. Türk evlerlnde Paskalya çöreği Artık uç dört Hırıstıyan aılenın kaldığı evlerde, her l'askalya'da çörekler sadece bu üçdört evde pışmekle kalmaz. Tüm evlerc uzanır Paskalya, "Hıristiyan bayramı" olmaktan çıkıp bır tur evrenselliğe ulaşır Onlarca külturun bırbırıııe devinen özelliklerıyle alabıldığıne hoşgdru, alabıldığıne sevgı yaşanıı bu daracık sokakların genış avlularında. lahta kırışlı, tahta döşemelı odalarda ve tavanların ışlemelerı, yağlıboya süslemelerı, perdelerin ve yatakların el ışlemelerıyle bütünleşir. Tavanların yüzlerce yıl korunan güzellıklerı, bugunun el işleriyle evın kadınının "Çcyizimdendir, mum ışıgında isledim" diye anlattığı scvdasının göz nurlarıyla daha da katmerleşır. Evler, eskı sahıplerı Pransızlar kentten ayrıldıktan sonra yerleşenlere de sevgıyle kucak açmış. Bır tek aıleye açık olan kapılardan, şımdı bırkaç aıle birlikte geçmiş. Fskinın kilerlerı odaya dönüştürulmüş, odalar paylaşılmış. SİT alanı ıçınde değerlendiı ildiği ıçin dokunulamamış, değıştırılenıemış odaların içlerı Bir dönem kilise, bir dönem Hıristiyan okulu olmuş bir evde doğup büyümüş Cemile Oguncu. Onun ıçın kalorıferlı, sıcak sulu bır daıre daha vazgeçılmez. Ama o, oturdukları evı 40 yıl önce sahıplenmiş ailesıne söz dinletemiyor Onlar sevdalarını bu evde yaşamışlaı, bu evde loğaltmışlar. Şenkoy taşlaıından yapılmış uzcrını çıçcklcrlc donattıkları "seki"nın önune kurulu masada ıcılen çayın tadını bırakamamışlar, bırakamayacaklar. H Havuzlu avluda akşam Yuzüne bulaşan işlerıyle, Ayşe, avlunun ortasındaki havuzun başına sııda kendı aksıne kanşan Janet'ın aksını seyreder "Akşama doncrim" dıyerek evdeıı çıkan, ama dönmeyen kocasını havuzun başında bekleyeıı, yıllarca herkesc "Akşam ne lamaıı olacak?" dıye soran ve bir gün günışığıyla suda aksı yokolunca akşamın çoktan geçtiğini anlayıp kendısını avludaki def'ne ağacının dallanna asan Janet'ı seyreder. Daracık Antakya sokakları, bırbirınden çok farklı külturlere açılır her dönemeçte 15