Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
F atih özgüven, Gösteri dergisinin son sayısındaki yazısında, "Sinemayla bir tür aşk ilişkisi kuranlar, sinema salonlannın bir ruhu oldugunıı çok iyi bilirler" diyordu. Kapanan Saray Sineması'nı fotoğrafçı arkadaşım Uygar Gurkan'la birlikte dolaşırken, loş bir ışıida başka türlü bir gizem kazanan bu görmüş geçirmiş salonun her bir yanına bu 'nıhun' sinmiş olduğu izlenimine kapıldım. Uygar, salonun en azından bir bölümünü kameraya sığdırmak için gerekli açıları aramakla uğraşıyordu. Ama öylesine gençti ki o!.. Bu salonda belki hiç film izlememiş, izlerniş bile olsa benim kuşağımın, benden önceki birçok ve benden sonraki biriki kuşağın bu» rada, beyazperdeden yansıyan görüntülcr veya sahneden salona yayılan seslerle belleklerine bir daha aynlmaz biçimde yerleşen anıları edinecek zamanı olmamıştı. Çünkü sinemaların veya binaların, yapıların, eski evlerin, konakların veya yalıların elbette birer 'ruhu' veya 'kteiligi' vardı, ama bu, yalnızca bizim içinde yaşadığırnız veya yaşanıldığını bildiğimiz (kimi zaman da kestirdiğimiz) olaylar, yaşantılar aracılığıyla bu mekânlara yakıştırdığımız bir nitelikten başka neydi ki? yayımlanmış olan anılarında bu sinema için şunları yazıyor: "Savaş öncesi Fransız şiirselgerçekçi sinemasını lstanbul sinemaseverine tanıtan ve yıllar sonra, güzel bir rastlantı olarak, Fransız Kültür Merkezi'nin düzenlediği gösterileride salonunda tekrarlayan Saray Sineması olmuştu. 1930'larda 'Glorya' adıyla tanınan Saray, surekli olarak Beyoğlu'nufi o zamanki kozmopolit seyircisine 'kaUteli' fılmler sunmakla kendıne özgü bir ün kazanmışü. Sinemanın sahnesi, aynı zamanda ve 30 yılı aşan bir süre içinde tstanbuFa gelen ürılü yorumcuların, ses sanatçılarının, yabancı tiyatro topluluklarının bir çeşit zorunlu uğrak yeri oldu. Bu sahneden kimler geçmedi: Casino dc Paris'de ilk çıktığında olay yaratan Josephine Baker (Baker, 1960'lann başında lstanbul'a bir kez daha geldi, Atlas Sineması'nda konserler verdi), sonra tangolar kıralı Edoııardo Bianco, Fransızlann 'çdgın şarkıcı'sı Charles TVenet, Zarah Leaııder, hasır şapkayı ölümsüzleştiren yüce Maurice Chevalier, klasik yorumeulardan Alfred Corthot, Liszt uzmanı Samson François, tenor Jean Kiepura, Jean Babille ve balesi, Comedie Française topluluğu, Caraegie Hall konserlerinden dönen Yunan operet yıldızları Ka tfadamı Erdogan Demlrörentn satın aldığı bloktaki ikl sinema, resimde göruldüğü gibi bir duyuruyla kapanmış buiunuyor. Benim ammsadığını sanatçılar... Saray Sineması'nda sayılamayacak kadar çok anım vardı. Ben, Beyoğlu'nda sinemaya gitmeye başladığımda, burası J. Arthur Rankın oldukça dü/eyli lngiliz filmlerini oynatıyordu. Bir ara Türk filmi oynatmayı denedi, son yıllarda yeniden yabancı filmlere döndü, ama burada asıl dinlediğim sanatçıları anımsıyorum. Konser salonu yokluğunda Charles Trenet'den D'uzy Gillespie'ye çeşitli hafif müzik ve caz sanatçılarını, kimi zaman örneğin hiç unutamadığım bir David Oistrach resitali gibi klasik müzik olaylarını, Münir Murettin veya Safiye Ayla'nın düzenli *yıllık konser'lerini hep burada dinlemiştim. Ben gitmedim, ama Galatasaray Lisesi'nde okuduğum yıllarda Comedie Française Istanbul'a geldiğinde, Jean Marais ve Marie Bell'li grubun burada sahneye çıktığını biliyorum. Sonra Sinematek Dernegi de ilk gösterilerini burada yapmamış mıydı? Saray'dan kimler t geldi geçti! Geçen yıldan beri kapalı olan Yeni Melek'le birlikte, Beyoğlu'nda dört eski sinema salonu kapandı... ATÎLLÂ DORSAY namillo, bir aralar VideoSinema dcrgısınde luta Kardeşler, bir dizi buyuk caz ustası: Louis Armstrong, Dave Brubeck, Dizzy Gillespie..." Evet, Scognamillo böyle anlatıyor, bu sinemayı... Ve Uygar'la birlikte salonu gezerken, ben kaçınılmaz biçimde anılara, düşuncelere dalıyorum. Bu a rada sinemanın tozlanmış kadife perdeleri ağır ağır açılıyor. Yalnız bu açılan (veya kimi sinemalarda, örneğin bir zamanlar Konak'ta aşağıdan yukarı kalkan) görkemli perdeleri görmek için bile bir sinema salonuna gelmeye ve filmi sinemada seyretmeye değmez mi? Perdeler açılıyor ve arkasından kaç zamandır hiçbir görüntünun yansımadığı 'beyazperde', artık adını pek hak etmeyen hafif grileşmiş rengiyle meydana çıkıyor. Kimbilir bu perdeye yarım yüzyıldan çok bir zaman içinde kaç film, kaç oyuncu görüntusü yansıdı, şu küçük, kirlibeyaz düzeyin üstünde ne dramIar, ne güldürüler yaşandı, kaç 'aşk hikâyesi' izlendi, kaç k;şi öldü? Tıim bu hayaller artık geçmişte mi kaldı, Saray'ın kapanmasıyla birlikte yok olup gittiler mi? Ve evet, Saray Sineması, yanıbaşındaki Lüks Sineması'yla birlikte aylardır kapalı. Lüks de, yine Scognamillo'nun notlarına göre, ilk kez 1909 yıhnda ( Eclair' ve sonradan 'Şark' adıyla) kapılarını açan eski, tarihsel bir salon... Ama nedense belleğimizde Saray Sineması'nın sahip olduğu ayrıcalıklı yere sahip değil... Ne var ki bununla bitmiyor. Yine çok eski bir salon olan Lale Sineması da son haftalarda kapılarını kapadı. Böylece, geçen yıldan beri kapalı olan Yeni Melek'le birlikte, Beyoğlu'nda dört eski ve tarihsel değeri olan sinema salonu kapanmış oluyor. Bu, bana ve benim gibi sinemayı, sanatı ve de Beyoğlu'nu sevenlere gerçekten üzüntü verecek bir olay... Bu sinemaları, yalnızca ticari bir işin yapıldığı birer mekân olarak kabul etmek, şimdilerde sinema bir bunalım geçirdiği ve salonlar eskisi gibi iş yapmadığı için, sahiplerinin bunları kapayıp, kimbilir, işhanı, pasaj veya dükkân yapmasını normal sayıp geçmek rnümkün mü? Acaba olaya aşırı bir duygasıllıkla mı bakıyoruz? Ama bu duygusallığı yenip olaya mantıkla baksanız bile, bir kentin kültür yaşamında böylesine önemli bir işlev görmüş, 5060 yıllık tarihleri içinde sayısız kuşaklara sanat olayları, dolayısıyla umut, neşe Scognamillo, Saray'ı anlatıyor... Evet, Saray Sineması'nın Istanbul'un son yanm yüzyıllık kültür ve sanat yaşamında çok önemli bir yeri var. Kimler gelip geçti bu salondan... Değerli sinema yazan Giovanni Scog ve eğitim sunmuş bu saionların duygusallık dışında da algılanması gereken somut birer tarihsel yapı değerleri yok mu? Eline parayı geçiren ve ne yazık ki, ne Beyoğlu'nda film izleyip konser dinlemiş, ne de sanat ve kültürle yakın bir ilişkisi olmuş kişilerin 'tasarrufu'na mı bırakılacak her şey? Adam Markiz pastanesini alıp yedek parça dükkânı yapmaya kalkacak gerçi yapamayacak, ama bu Markiz'in yıllardır kapalı durmasını engellemiyor Kastelli gözde dönemlerinde Atlas Sineması gibi büyük tarihsel değerde bir yapıyı eline geçırip o güzelim sinemayı, şimdi ne yazık ki ucuz seks filmlerinin oynadığı bir küçiik salon halinde kuşa çevirecek.. Ve şimdi de, ünlü zenginimiz Erdoğan Demirören'in eline geçen Saray ve Lüks sinemaları, kimsenin gözünün yaşına bakmadan kapatılacak... Bu gidişe bir duı diyecek, kentin öz malı olan, olması gereken bu kültür yuvalarını koruyacak kimse yok mu? Para yerine biraz da saygınlık... Saray Sineması gibi farihsel bir mekânın yok olup gitmesi, bizi gerçekten üzüyor. Hep inandığımız ve yazdığımız gibi, yarın, özlendiği ve uğraşıldığı üzere, Beyoğlu yeniden eski saygınlığına bir nebze de olsa kavuşup bir gezinti ve eğlence merkezi haline geldikten ve insanlar, küçuk ekrandan bıkıp yeniden büyük salonlara dönmeyı arzu eder olduktan sonra, bu kez Beyoğlu'nda veya başka yerde sinema salonu denen şey tarihe karışmış olacak. Zenginlerimiz, lüks Boğaz yalılarına, zengin 'özel koleksiyon'lara ve de türlüçeşitli meraklarına yaptıkları yatırımı, Batı'da birçok sermaye salıibinde göruldüğü gibi, kendi adlarını taşıyacak bir salona da yapmayı, ellerine geçen salonları hemen yıkıp daha avantajlı gözüken iş hanlarına dönüştürecek yerde, küçük, rantabl sinematiyatro salonlarına, galerilere sahip olmayı ne zaman akıl edecekler? Böyle bir girişimin getireceği kişisel zevk ve tatmin duygusundan yoksun olsalar bile, yine bunun getireceği saygınlığı da hiç hesaba katmayacaklar mı? D Sarayuı balkonu ve localan "sosyete"nin yeğlediğl bölümlerdi.