02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 25 Eylül 2012 Salı Lüfer, palamut, levrek, kalkan... Onlar azalan balıklarımız alık avlanma yasağının 1 Eylül’de sona ermesi ile Karadeniz, Marmara Denizi balıkları balık severlerin sofralarındaki yerini aldı. Eğer siz de lüfer, palamut, levrek, kalkan yemeği seviyorsanız, kötü haberim var. Bu balıkları bir süre sonra sadece kitaplarda görebileceksiniz. Çünkü bunlar ve diğer göçmen balıkların stokları hızla azalıyor. Boğaziçi Üniversitesi Ağustos ayında düzenlediği yaz okulu ile ortak doğal kaynak kabul edilen balık alanlarının yönetimi ve korunması ile bu alanların ve balık türlerinin karşıkarşıya olduğu sorunları akademisyenler, balıkçılar ve aktivistlerle birlikte masaya yatırdı. Balık alanları dünyada ortak doğal kaynak olarak kabul ediliyor. Ortak doğal kaynakları belirleyen iki temel özellik var; 1.Kullanımlarının kontrollü olması gerekiyor, fakat bunu sağlamak oldukça güç. 2.Miktar sınırlı olduğu için, kaynağı bir kişi kullandığında, diğer tüm kullanıcıların hakları eksiliyor. Yani, balık alanlarında ticari balıkçılık yapan herkes istediği zaman, istediği kadar avlanamıyor. Balık sayısı sınırlı olduğundan, bir balıkçı avlandığında bu diğerlerinin rızkını azaltıyor. Yakın zaman kadar, ortak doğal kaynak sayılan balık alanları balık üreten fabrikalar gibi düşünülüyor ve yönetimleri balık miktarı yönetimi şeklinde yapılıyordu. Bilimsel araştırmalar bu yaklaşımın son derece sorunlu olduğunu gösterdi. Çünkü fabrika gibi insanların kurduğu üretim sistemleri, değişkenliği ve çeşidi kontrol B etmesi zor olduğu için azaltarak, yönetimi kolaylaştırmak için tahmin edilebilir şekilde tasarlanıyorlar. Oysa ki balık alanlarının her biri bir ekosistemdir, başka ekosistemler ile etkileşirler, varoluşları değişkenliğe, türlerin zenginliğine bağlıdır. Bu özelliklerinden dolayı karmaşık sistemlerdir, işleyişlerini ve davranışlarını tahmin etmek zordur. Ayrıca incelenip analiz edilirken bütüncül bir bakış açısı gerektirirler. Kısacası ortak doğal kaynakların yönetimi klasik işletme mantığından çok daha farklı bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyar. Bu yeni yönetim anlayışı doğal kaynağın yeniden tanımlanması ile işe başlamalıdır. Bu tanım ancak doğal ve sosyal bilimleri birleştiren bir köprü kurularak yapılabilir. Çünkü yeni anlayış, sosyal öğrenme, kurumların öğrenmesi gibi sosyal kavramlara ihtiyaç duyar. Yeni yönetim anlayışının var olanlardan bir diğer farkı özellikleridir. “Resilience” tam Türkçe karşılığını bulamadığım bir kavram. Bazı kitaplarda “dirençlilik” olarak tercüme edilmişse de “resilience” kavramını bütünüyle ifade edemiyor. Yine de daha iyi bir karşılık buluncaya kadar bunu kullanacağım. Ortak doğal kaynaklar yönetiminin özelliklerinden ilki “dirençlilik” olmalıdır. Dirençlilik, zaman içinde ortaya çıkan baskı ve şoklara kendi kendini organize ederek, öğrenerek, yapısını ve işleyişini uyarlayarak uyum sağlayabilmeyi gerektirir. Yeni yönetim yapısal olarak, ortak doğal kaynaklar karmaşık sistemler olduğu için farklı düzeylerde yani yerel, bölgesel ve ülke bazda işlemelidir. Ortak doğal kaynaklar merkezi şekilde yönetildiklerinde bazı gruplara ayrıcalık tanır hale dönüşmektedir. Bu nedenle, yeni yönetim anlayışının bir diğer önemli özelliği, hükümet yetkilileri ile birlikte ortak doğal kaynağın kullanıcılarına, bilim insanları ile uzmanlara ve gelecek nesillerin haklarını savunan kişilere söz hakkı veren, karar mekanizmasına dahil eden ortak yönetim anlayışına sahip olmasıdır. Güven ortamını tesis eden şeffaflık ilkesini benimsemesi de çok önemlidir. Kolombiya’da balıkçılarla yapılan, balık alanlarının yönetimi ve tükenen balık türleriyle ilgili bir alan çalışması, önerilen yeni sosyoekolojik temelli ortak doğal kaynak yönetimi hakkında aydınlatıcı ipuçları vermiştir. Konunun muhatapları arasındaki sağlıklı iletişim, balık alanlarının ve balık türlerinin korunmasını kolaylaştırmaktadır. Balıkların bol olduğu fikri aşırı avlanmayı körüklemektedir. Muhataplar arasında iletişim olduğunda aşırı avlanma eğilimi tersine dönmekte, koruma çalışmaları etkin yapılabilmektedir. Karar mekanizmaları muhataplara eşit katılım sağlamadığında bazı taraflar (aracılar, maddi güce sahip endüstriyel balıkçılar) ayrıcalıklı hale gelmekte ve kaynağın yönetimini şekillendirmektedir. Ülkemizde durum Türkiye’deki balık alanlarının yönetimi konusundaki gelişmelere ve varılan en son noktaya bakalım. Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili olmasına, Marmara Denizi gibi bir iç denize sahip olmasına rağmen, balıkçılıkla ilgili ilk resmi kuruluş olan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü 1970’li yıllarda oluşturulmuştur. Fakat beş yıl içinde kapatılmıştır. Su ürünleri kanunu çıkarılmış ancak gelişmelere ayak uyduramamıştır. Neredeyse 2012 yılına kadar balıkçılık ve balık alanlarının kontrol ve idaresi balıkçılara bırakılmıştır. Denizlerdeki balıkçı tekne sayısı 1990’lı yıllarda 9 bin civarındayken 2012’de 18 bine yükselmiştir. Sayı ile birlikte tekne boyları artmış, kullanılan teknolojiler gelişmiştir. Bu artış kontrolsüz ve hesapsız olmuştur. Sonuç olarak balık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle