22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 Ağustos 2012 Salı 7 Türkiye Sürdürülebilir Yaşam Raporu BM Kalkınma Örgütü’nce bir Sürdürülebilir Kalkınma Raporu Türkiye özelinde Geleceği Sahiplenmek alt başlığıyla yayımlandı. Raporda Türkiye’nin Sürdürülebilir Kalkınma İçin Yeşil Büyüme Yaklaşımı / Ekonomik, Sosyal, Çevresel Gelişmeler, Ulusal ve Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Politikaları, Uluslararası Gelişmeler ve İşbirlikleri / Türkiye’nin Sürdürülebilir Kalkınma İçin Yeşil Büyüme Yol Haritası (enerji, ulaştırma, tarım, sanayi, hizmetler kesimleri) / Sonuç / EkSürdürülebilir Kalkınma En İyi Uygulama Örnekleri yer almış. Raporda sürdürülebilir kalkınma uygulamaları sürecinin verimliliği ve rekabet gücünü artırırken, belli maliyetleri ve özverileri gerektireceği ancak yararların maliyetlerden fazla olacağı belirtilmekte; mevcut ve ek akçal kaynakların, caydırıcı ve özendirici mali araçların da birlikte kullanılacağı vurgulanmakta. Doğal kaynakların fiyatlandırılmasında “kullanan öder”; katı atık, atık su, sera gazı ve hava kirletici emisyonlarının oluşturduğu kirlilik yükünü denetlemek üzere “kirleten öder” gibi ilkeler temelinde daha ileri önlemler alınacakmış. Yeşil büyüme amaçlı yatırım ve giderler desteklenecekmiş. Yeşil büyüme amaçlı akçal kaynaklar, çevreye duyarlı iktisadi büyümeyi sağlayacak yeni iş alanlarında istihdam oluşturmak, ArGe ve yeniliği desteklemek amacıyla kullandırılacakmış. Böylece ulusal gelirdeki büyüme eğilimi yükseltilirken enerji ve suyun verimli kullanımı, atık niceliğinde azaltım ve emisyonların denetlenmesi aracılığıyla doğal kaynakların etkin yönetimi sağlanacakmış. Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma ve yeşil büyüme çabaları başta enerji, su, gıda, sanayi Doç. Dr. kesimleri olmak üzere belirli alanlarda MELİH arttırılarak yönlendirilecek ArGe etkinlikleri ile desteklenecekmiş. Bu kapsamda, 2010 yılı BAŞ itibarıyla yüzde 0.84 olan ArGe harcamalarının toplam ulusal gelirdeki payının 2023 yılında yüzde 3’e çıkarılması hedeflenmekte imiş. Tarım alanlarının korunması, toprak ve su kaynaklarının verimli kullanılması ve doğru ürün planlaması ile sürdürülebilir kalkınma süreci desteklenecek, tarıma dayalı sanayi kollarının kırsal kalkınma ve yeşil büyüme potansiyeli azami ölçüde değerlendirilecekmiş. Bu uygulamaların toplumdaki mağdur kesimler üzerinde ek yük oluşturmaması ve özellikle bu kesimlerin toplumla bütünleşmesi ve onurlu yaşam koşullarına kavuşturulması temel ilke olarak konulmuş. Bu çerçevede, büyümeden sağlanan yararın gelir dağılımının iyileştirilmesine, temel gereksinimlerin karşılanmasına ve hizmetlere erişimde fırsat eşitliğinin sağlanmasına yönlendirilmesi önem arz etmektedir. Raporda ayrıca sürdürülebilirliğin üçüncü boyutu olan toplumsal sürdürülebilirliğe de dikkat çekilmiş, demokratikleşme, insan hakları ve iyi yönetişimle ve yoksullukla mücadele bağlamlarında. Raporda inşaat kesimi konusunda girdiden çıktıya bu kesimde de yeşil yapıbina uygulamalarına dikkat çekilmiş. 2010 yılındaki yapı stokunun en az dörtte birinin 2023 yılına kadar sürdürülebilir yapı haline getirilmesi; yeni yapılan binaların tamamında ısı yalıtımı ile enerji tasarrufu sağlanması ve mevcut binalarda 2017 yılına kadar enerji kimlik belgelerinin oluşturulması; kamu kuruluşlarının bina ve tesislerinde yıllık enerji tüketiminin 2023 yılına kadar yüzde 20 azaltılması benimsenmiş. Raporda inşaat kesimi binaçimento kesimleri özelinde incelenmiş. Türkiye’de artan nüfus, kentleşme ve sanayileşme ile birlikte bina gereksinmesinin arttığı vurgulanmış, kentsel dönüşüm ve toplu konut uygulamalarında çevre duyarlı tasarım ve yapım yöntemlerinin benimsenerek yaygınlaştırılması, bu çerçevede merkezi ısıtma ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma yöntemlerinin özendirilmesi konuları irdelenmiş. Yani kentsel dönüşüm gerekli mi değil mi hiç sorulmamış. Eee, yeni yeşil sermayenin (nurjuvazinin) inşaat kesimi (TOKİ) üzerinden palazlanması sorgulanır mı hiç? Sonsöz Örneklerde Küre ve Kaçkar dağları var ama Kaz dağları niye yok? Yoksa küresel burjuvazi ve nurjuvazinin altın madenciliği cıs mı? bakıldığı zaman bunlar tüm dünyada uygulanan ve sadece suya değil tüm canlı hayatına ve doğaya ciddi zarar veren uygulamalar. Burada Türkiye’nin daha doğrusu Anadolu’nun şöyle bir farkı var. Tıpkı Meksika gibi Anadolu’da su ve su havzalarında, yani ortak kullanım antlaşmaları yolu ile devredilen bu alanlarda herşey var. Verimli tarım arazileri, zengin yer altı ve yerüstü kaynakları, herşey mevcut. Peki bu sürecin bugün ve gelecekteki sonuçları nelerdir? Tüm bir ekosistemi değiştiriyoruz böylece. Dünya Bankası iki konuda kredi veriyor. Biri yeraltı sularının işletilmesi konusunda yapılan projeler, bir diğeri de yenilenebilir enerji üretimi ile ilgili yapılan projeler. Yeraltı sularına yapılan müdahaleler ve sera gazı salınımından kurtulmak için doğayı katlederek kurulmaya çalışılan enerji sistemleri tüm bir eko sistemi değiştiriyor. Tarım alanlarını yok ediyorsunuz, çiftçilerin ellerinden topraklarını ve sularını alıyorsunuz. Suyu kâr etmek dışında birşey düşünmeyen şirketlerin insafına bırakıyorsunuz. Bunlar ciddi bir yoksullaşma ve işçileşmeye neden oluyor. Sadece doğa tanımlı değil sınıf temelli bir çatışma alanı yaratıyor. Son günlerde damacana sulardaki kirlilik oranı ile bir tartışma başladı. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Herşeyden önce su bir haktır. Ancak burada sıkça unuttuğumuz bir şey var. Su sadece insanların değil, tüm canlıların hakkıdır. Doğanın ve yaşamın vazgeçilmez unsurdur. Bu yüzden daha azına razı olmamız mümkün değil. Damacana sulardaki kirlilik ile ilgili yaşanan bu süreçte de “HEPİMİZ SUÇLUYUZ”. Çünkü çok çabuk kabul ettik bize verilen paketlenmiş suları. Buradaki metalaşmayı göremedik. Önce zorunlu bir hizmet olarak kamu kuruluşları tarafından sunulması gereken sudan ücret alınmaya, kar elde edilmeye başlandı ses çıkarmadık. Doğayı katletmeye başladılar. Burnumuzun dibinde Belgrad Ormanlarında, Uludağ’da olanlara seyirci kaldık. Firmalar suyun yolculuğuna müdahale etti, yaşamın vazgeçilmezini sermaye birikim sürecine soktu izlemeye devam ettik. Elimize doğada kaybolması yıllar süren, uzun sürede akut ve kronik sağlık sorunları yaratabilecek plastiklerin içine konmuş sular verildi yine ses çıkarmadık. Bu yüzden son günlerde yaşananlar genel olarak suyun ticarileşmesinin bir sonucu olmakla beraber aslında hepimizin suçu. Son olarak tüm bunlara eklemek istediğiniz veya okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı? Tekrar ediyorum “HEPİMİZ SUÇLUYUZ”. Damacanalardan hangisinin daha temiz veya kirli olduğunun bir önemi yok. Çünkü hepsi kirli. Cam daha sağlıklı bir madde olabilir ancak bir şey değiştirmez. Siz suyun doğal döngüsünü bozup ekosisteme müdahale ettiğiniz an suyu zaten kirletiyorsunuz. Suyun bize ulaşana kadar geçtiği aşamaları bilmiyoruz. Eğer sadece insan yaşamı için gerekli olan miktarda su uygun yöntemlerle evlerimize ulaştırılsa ne bu yaşadığımız kirlilik tartışmaları ne de ekosisteme zarar verecek uygulamalar olur. Herkesin evinin çeşmesinden yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli miktarda sağlıklı ve temiz suya ücretsiz olarak ulaşabilmek hakkıdır. Damacanalardaki kirliliği değil artık neden böyle olmadığını tartışıp, bunu talep etmeliyiz. Kapitalizm dediğimiz canavar vücudumuzun yarısını kaptı bile. Ahlayıp vahlamayı bir kenara bırakıp artık kendimize sormamız gerekiyor: “Geri kalanı nasıl kurtaracağız?” diye. Cochabamba ve Su Savaşları Latin Amerika’nın en yoksul ülkelerinden Bolivya’da özelleştirmeler Dünya Bankası’nın önerileri doğrultusunda 1990’ların sonunda başladı. Hemen akabinde halkın aylık su gideri yüzde 300 oranında artınca da kıyamet koptu. Köylüler, suya ulaşabilmek için dağlardaki yollardan köylerine kilometrelerce uzunluğunda hendekler kazarak ücretsiz suya ulaşmaya çalıştı. Ancak özelleştirme yasası sadece suyu değil tüm bir havzayı yer altı kaynakları ile birlikte şirketin “özel mülkiyeti” ne devrettiği için, yağmur suyunun biriktirilmesi ve kullanılması şirketin suyunu çalmak anlamına geliyordu. Yani anlayacağınız Ichar Bollain’in yaptığı filmin adında olduğu gibi “Yağmuru Bile” sattılar.. İnsanlar ödeyemedikleri faturalarını şehir meydanlarında toplanıp yaktı, özelleştirmeler geri alınana kadar sürecek grevler başladı ve halk taleplerini ciddiye alması için 4 gün boyunca şehrin tüm yollarını ulaşıma kapattı. Milyonlarca Bolivyalı özelleştirmeleri protesto etmek için Cochabamba’ya yürüdü. En sonunda da hükümetin değişmesi ve su politikalarında yapılan değişiklik ile protestolar sona erdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle