22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 GÖRÜNÜM A. Celal BİNZET 3 Haziran 2011 Cuma 361 Yaşamını Türk halk müziğine adayan Musa Eroğlu, Anadolu’yu her yerde ‘türkü türkü anlatıyor’ Haziran Sergileri aziran, sanat galerilerindeki temponun görece olarak yavaşladığı bir dönemdir. Şu günlere değin yağmurlardan kurtulduğumuz söylenemez. Ama kıştan çıkışın işareti olsa gerek, insanların gözü dışarıları arar hale gelir. Artık gelenekselleşen bir uygulama şekli olan karma sergiler dönemi başlamıştır. Toplumsal dokunun iyice seyrekleştiği bu ortamda sanatla ne denli ilgilenildiği tartışılır ama yine de meraklısı için bir sergi gezmek son derece keyif verici iştir. Açılan onca sergi, izleyicisine farklı bakış açıları, değişik bir yorum sunar. Bize düşense, bu zengin ortam içindeki ayrımların nasıl geniş bir ufuk açtığını görebilmektir. İçinde bulunduğumuz mevsimin en büyük kazanımlarından birisi, Cumhuriyet Kültür Merkezi’ndeki sanat galerisinin yeniden işler duruma gelmesidir. Daha önce üst katta yer alan galeri, girişte bahçeye bakan yere alındı. Böylelikle, görsel anlamda biraz daha genişlemiş gibi oldu. Uzun yıllar Cumhuriyet’te görev yapan Erdoğan Köseoğlu’nun, yakın geçmişe tanıklık eden siyah beyaz fotoğraflarını bu günlerde açılan sergide izlemek birkaç yönden ilginç. Öncelikle sanatsal yönün ağır bastığı karelerde, toplumsal olayları ve kimi politik görüntüleri izlemek ilginçliğin başlıca nedenleri arasında. Yazılacak bir yakın Türkiye geçmişinde söz konusu fotoğraflardan alınacak çok sayıda ders olduğu bir gerçek. Sergilenen fotoğraflardan oluşturulmuş bir de albüm olduğunu sözlerimize ekleyelim. Aynı yerde yapılan söyleşilerle de tam adına yakışır bir kültür merkezi olduğunu ek olarak söylemek gerekiyor. Temponun yavaşladığını söyledik ama devam eden sergiler de yok değil. Bunlar arasında dikkat çekenlerin başında Uğurcan Akyüz’ün çalışmaları geliyor. Dijital baskı sanatının olanaklarını kullanarak ortaya koyduğu yapıtlarını “Dünyanın Renkleri” başlığı altında toplamış sanatçı. Yaşadığımız doğa içindeki renk ve görüntü zenginliğini yansıtan çalışmalarında en dikkat çeken yön titiz bir gözlem ve çalışma disiplini. Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi’ndeki Ahmet Göğüş Sanat Galerisi’nde açılan sergi önümüzdeki günler içerisinde görülebilir. Görülmesi gereken bir diğer etkinlik de CerModern’de açılan Fluxus sergisi. 1960’ların başında NewYork’ta ortaya çıkan akım, daha sonra kendine değişik ülkelerde çok sayıda taraftar buldu. Sanatçının ne yaptığından çok ne düşündüğünü duyumsatan çalışmalar üzerinde yoğunlaşan grup üyeleri arasında Joseph Beuys, George Brecht, John Cage ve Emmett Williams gibi birçok sanatçıyı görebiliyoruz. Küratörlüğünü günümüzün tanınmış adlarından René Block’un yaptığı sergi, yukarıda saydığımız sanatçılar dışında grubun öteki üyelerinden seçilmiş yapıtlarla zenginleştirilmiş durumda. Sergi dışında söyleşi ve gösterilerin de yer aldığı etkinlik temmuz ayı sonlarına değin izleyicilerini bekliyor. ‘Herkestürküdinlemeli’ SELDA GÜNEYSU H NKARA Türk halk müziği sanatçısı Musa Eroğlu, Dikmen’deki ASÇ plak, kasetçilik stüdyosunda karşılıyor bizi. Ses kaydının yapılacağı stüdyo ile kumanda masasının bulunduğu alan arasında kalın camdan perde var. Eroğlu, “Daha önce herhangi bir şarkının nasıl kayıt edildiğini görmüş müydünüz?” diye sorarken, camekanın arkasındaki mikrofonu işaret ediyor. Hayır, biz görmedik, ama Eroğlu, 33 yıllık sanat yaşamında, çok sayıda türküyü derleyen ve yorumlayan, 20’yi aşkın türkü albümüne imza atan bir sanatçı olarak bu ortamlara çok alışkın. Eroğlu’nun türküye olan sevdası küçük yaşlarda başladı. 1970’li yıllarda TRT’de, “mahalli sanatçı” olarak görev yaptı. Herkesin akıllarında yer edinen “Mihriban” türküsünün bestecisi... Ayrıca “Kıvırcık saçlarına/Kar düşmüş uçlarına/Dağın yamaçlarına/Yaslan be Halil İbrahim...” nakaratlı “Halil İbrahim” türküsünü, türküseverlerin repertuvarına kazandıran isim... Devlet sanatçısı ve sanat camiasında “Günümüz Karacaoğlan’ı” olarak adlandırılan Eroğlu, bize hemen hemen her yeri gitarlarla, vurmalı çalgılar ve bağlamalarla bezeli stüdyoda mikrofondan süzülüp gelen sesin, kumanda masasına ulaştıktan sonra geçirdiği değişimleri anlatıyor. Bir üst katta da çay, kısır ve börek eşliğinde Cumhuriyet Ankara’nın sorularını yanıtlıyor. A ‘Ne kadar bilsen de bir bilene danış’ Eroğlu, türkülerin “popüler müzik” gibi algılanamayacağına vurgu yapıyor. Özelde türkü söylemeyi tercih eden genç müzisyenlere, genelde herkese önerilerde bulunuyor: “Toplumun sosyal dokusu türkülerin nameleriyle süslenmiş. Bu Yusuf Gül ve Musa Eroğlu nedenle herkes türkü dinlemeli. Çünkü türkülerin özünde sosyoloji, edebiyat, etimoloji var. Bugün türkü söyleyen arkadaşlarımızın birçoğu ne yazık ki salt türkü söylüyor. Ezbere... Oysa türkü bir kimliktir. Kuru kuru türkü söylemek bir işe yaramaz. Ben şunu söylerim hep: Ne kadar bilsen de bir biline danış.” Son albümü “Armağan 1”i öğrencisi Yusuf Gül’le birlikte çıkardı. Albümün adını “Anadolu insanına bir şeyler armağan etmek lazımdı. Çünkü Anadolu insanı, ‘bir âlim, bir felsefeci, bir sosyolog’ misali işlemiş olayları, olguları, duygularını türkülerde. O nedenle hep diyorum ki, ben ekmeğini kokladığınız nenenin türkücüsüyüm. Onlar yok olduğu zaman yok olurum ancak. Buradan yola çıkarak, bizim de halka armağan edecek bir şeyimiz yoktu, türkülerden başka” diye açıklıyor. Ardındaki “1” sayısı ise bu albümün devamının diğer öğrencileriyle birlikte geleceğini müjdeliyor. ‘Serçeşmenin gözü kaldı...’ Soruyoruz; “Bir yerlerde ne zaman ‘Mihriban’ ya da ‘Halil İbrahim’ çalınsa, akla ilk gelen isim siz oluyorsunuz. Bu albümde de akıllarda böylesine yer edinecek türkülere yer verdiniz mi?” Hiç düşünmeden, sözü ve müziği Dertli Divani’ye ait “Serçerme” yanıtını veriyor Eroğlu. ‘Sadece imam hatipliler mi inançlı?’ Eroğlu, her türkücünün biraz da olması gerektiği gibi, politikaya yakın. Mehmet Aksoy’a ait Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın yıkım sürecini başlatan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “ucube” ifadesini “fiilen yanlış” diye değerlendirerek şöyle devam ediyor: “Fiilen neden yanlış? Şimdi Başbakan bana, imam hatip liseleriyle ilgili bir şey sorsa, hiçbir şey bilmiyorum. İnanmak için bir şey bilmek gerekmez mi? İnanmadığınız bir şeye nasıl eleştiri getirebilirsiniz? Önemli kriter koyuyorum ben. İyi bir inanç adamı olmak için örneğin imam hatipli mi olmak gerekiyor? Başbakan bunu mu söylemek istiyor acaba, anıt için ‘Bir şeyin güzel ya da çirkin olabileceğini anlamak için illa güzel sanatlar fakültesi mezunu olmak gerekmiyor’ derken... Oysa bu bir aşk meselesidir. Doğanın yaşadığı aşkın birer parçasıyız bizler. Bir başbakanın eleştiri yaparken daha dikkatli olması gerekmez mi?”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle