Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 318/06 AĞUSTOS 2010 Kazanan FazılSay Olmalıdır, Türkiye Olmalıdır sefik@kahramankaptan.com / www.kahramankaptan.com Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN ürk basının büyük çoğunluğu 12 Eylül’ün getirdiği yasakçı ortamda çığrından çıktı. Özal da, üzerine tuz biber ekti! Nasıl mı? Yasaklar ortamında gazeteler iyice magazine yöneldi, “günlük dergi”ye dönüştü. Özel yaşamlardan haber çıkarma gayretleri ve ısmarlama haber dönemi başladı. Ardından “konuşturma” modası çıktı. Her sabah “Bugün kimi konuşturalım?” diye sorulur, ardından ona cevap yetiştirmek için birileri aranır oldu. Manşetler, sanki hazır ve rafta bekliyormuş gibi Ankara bürolarından isteniveriyordu! Artık “olay” değil, “laf” haberdi! Giderek cinsellik ve “kimin eli kimin cebinde” haberlerine ağırlık verilir oldu. Turgut Özal da, haberin esas kahramanları olması gereken “muhabir”leri saf dışı bırakıp, yayın yönetmenleriyle konuşmaya, onlara bazı düşüncelerini “fısss”layıp, kamuoyu tepkisi ölçmeye başladı. Böylece “genel yayın muhabirleri” dönemi başladı. Sonunda günümüzdeki acınacak duruma geldik. Üstelik “yazılıboyalı”sının üstüne, çok sayıda “görsel”i de eklenmişti. TV’ler İstanbul’daki 100 kişinin yaşamını sanki “tüm Türkiye’nin gerçeği”ymiş gibi göstere göstere, tutucu kitlenin bir bölümünü “ahlâkçı görünen” siyasal oluşumların kucağına itti. Artık, sırf “haber çıkartmak” için sokakta para vererek istedikleri hareketleri yaptırtıp çeken sözde muhabir kameramanlar bile türemişti! Tüm bunlara bilgisunardaki “portal”ler de eklendi. Herkes birbirinden “alıntı” yaparak günü kurtarıyordu. T Fazıl Say pan yapsın! Bu sayfaya tek gık diyeni yukarıdaki sebeplerden hemen atacağım! Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum.” Sözünün altına imzamı atıyorum ama değerli pskiyatrist Prof. Dr. Engin Gençtan’ın bir sözü, mealen, usuma geliveriyor... “Neyi söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz önemlidir.” Buradaki “değil” sözcüğünü “kadar”la değiştirmenin mesajı daha da güçlendirdiğini düşünüyorum. Fazıl’ın “yavşaklık” nitelendirmesi hayli tepki aldı. Nedir yavşak, açın bakın sözlükleri, “bit yavrusuna verilen ad”dır. Hatta Anadolu’da tekerlemesi bile vardır, “Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur” diye! Anında ortalık birbirine girdi. Düzeyli bir paylaşım ortamı olması için çalışılan Klasik Batı Müziği listesinde bir müziksever fen bilimcisi istihza ile “yorumsuz” diyerek bu görüşü duyurdu ve hemen magazinciler Hülya Avşar’ından bar arabeskçilerine kadar uzanan bir yelpazede insanları arayıp, onları Fazıl Say’a hakaret ettirdiler. Olay bilinçli veya bilinçsizce tam bir linç kampanyasına dönüştü. ADETA BİR LİNÇ KAMPANYASI Bu girizgâhı, geçen ay bu topraklardan yetişen önemli müzik insanı, bestecipiyanist Fazıl Say’a (d.14 Ocak 1970, Ankara) değişik düzey ve tarzlarda uygulanmak istenen “linç kampanyası”na değinmek için yazıyorum. Belki biraz geç, gündem çoktan değişmiş olabilir, ama olsun. Fazıl, “Ben bestemi yapar, piyanomu çalarım” anlayışında olmayan, elverişli altyapısı nedeniyle ülkesindeki gelişmelere duyarlı, yapılan haksızlıklara karşı çıkan, sesini çıkartan, duruşunu sergileyen, düşünen ve eli kalem tutan, uygar cesaret (cesareti medeniye) sahibi bir sanatçı. Hep “verici” olmuştur. Müzik camiasının sadece bir kısmını bildiği, nice yetenekli genç için olanaklarını seferber etmiş, onların daha iyi öğrenim görmesi için çabalamıştır. Dönem arkadaşları ve biraz küçükleri dahil, kimseyi kendine rakip olarak görmemiş, hepsiyle iyi ilişkisini, dayanışmasını sürdürmüş, onları yeri geldiğinde içtenlikle övmeyi ihmal etmemiştir. Açıksözlü, alçakgönüllü kişiliği, mert yapısıyla bugüne kadar pek çok siyasi tartışmanın başlatıcısı olmuş, yurtsever siyasal çizgisi nedeniyle “medya düşmanları” edinmiş, gene de sözünü sakınmamıştır. Son olarak “arabesk” değerlendirmesini Facebook paylaşım sitesinde yazınca, “magazinciler” ellerini ovuşturarak üstüne atladı! Ne dedi Fazıl: “Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı ‘yalan dolanla’ doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. Arabesk müziği ya KİM KAZANDI? Fazıl’ın bu manzara karşısında kaleme aldığı “Siz Kazandınız” başlıklı yazı, bilgisunarda yayılmaya başladı. Bu yazıda bakın özetle isyanını nasıl dile getirdi Fazıl: “Siz kazandınız, lütfen siz kazanın, lütfen benimle uğraşmayın ve ebediyen siz kazanın... Tamam ben giderim uzak (gözden uzak) bir yere. (Uzaya gidemem, kızımdan da ayrılamam ama siz beni görmezsiniz merak etmeyin). Tamam giderim... Ben son 6 yıl içinde, 2 büyük oratoryo, 2 büyük senfonik eser, 1 keman konçertosu, 2 piyano konçertosu, 5 solo piyano eseri, 1 bale müziği, 2 Bach uyarlaması, 4 film müziği, 1 tiyatro müziği bestelemiş olsam da HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN... Bu son 6 yılda, dünya üzeri 42 memlekette 326 şehirde konserler verdim, yaklaşık 700 konser... Toplumumuza 10 CD, 2 DVD, 12 NOTA sundum, HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN... Anlıyorum, yaptıklarım mühim değil. Hiçbir zaman ‘Her görüşüme katılmalısınız’ demedim, tartışmaya hep açıktım. Hiçbir zaman hemfikir olmadığım insanlara saygısızlık yapmayı düşünmedim. Ama siz yaptınız. Adil değildiniz. Bir fikirde ayrı düşünüyorduk, siz kökünü kazımaya kalktınız her seferinde... Ama hiçbir zaman kendi içsesimden vazgeçmedim. Doğru bulduğum doğruydu, yanlış bulduğum yanlıştı. Yanlışı ben yaptıysam da hatamı anladığım gün düzelttim... Anladık değersiziz... Sizin değer anlayışınızı anlamadım ama ben değersizim o anlayışa göre, onu anladım. İmkânı yoktur bazı kusurlarımı affetmenizin.. Affedicilik de değil. ‘Kabul’ etmenizin, ‘lütfetmenizin’ imkânı yoktur. Falanca arabeskçiyi kültür olarak görmüyorumdur, asla affetmezsiniz. Aziz Nesin haklıdır derim, bütün hayatıma sataşırsınız.‘Din sömürüsü aldı başını gitti’ deriz, ölüm fermanı vermediğiniz kalır. Konuşmayız, ‘Konuşmaz o korkak’ dersiniz. Konuşuruz, ‘Konuşmak senin ne haddine işine bak sen’ dersiniz. Beethoven deriz, ‘Git Beethoven’ın ülkesinde yaşa’ dersiniz. Hiçbir yolu yoktur. Sizler Facebook’da 130 grup kurdunuz, Fazıl Say gitsin vs., Ekşi Sözlük’te yazılar yazdınız, Google’ı doldurdunuz, Yahoo’da gruplaştınız, gazete haberlerinin altına yorumlar yazdınız. Almanya’da yılın müzisyeni seçildiğimin haberinin altına bile döşendiniz hakaretlerinizle. Her yerde sizler varsınız. Ve sizler ne yaptınız hayatta bilmiyorum, sormuyorum, düşünmüyorum, nefret etmiyorum, saygısızlık yapmıyorum ama siz bana yaptınız. Siz yarattınız bana en ağır haksızlıkları yapan bir ‘Kültür Bakanı’nı. Siz cesaretlendirdiniz marjinal köşe yazarlarını. Siz pislik attınız, çamur attınız, hepsini siz yaptınız. İçinizde mesleki kıskananlar da oldu, aranızda piyano çalanlar da oldu, çalmayanlar da. Faşoları, dincileri, marjinalleri, 2. Cumhuriyetçileri, avanak liberalleri... Ben hiçbirinize tek bir kelime kötü bir şey söylememişken, hepsini siz yaptınız. Artık kazanın ve bitsin. Siz kazandınız. Kazandınız ve bitsin. Yeter. Benim gerçek dostlarım bu yazıyı niye yazdığımı, kimlere yazdığımı anlamıştır.” ‘ARAP’ DEĞİL, TÜRKTÜR Haksız mı yani bu isyanda? Yerden göğe haklı. Bir anımsatma yapmak isterim. Fazıl’ın bestelerinin çoğunda Türk Halk Müziği (folklor) ve geleneksel Türk müziği (makamsallık) kaynaklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Yani çağdaş bir yaklaşımla “özümüzün” müziğini yapmaktadır. Benim tanıdığım Fazıl öyle kolay havlu atmaz. Sanırım bir süreyi “kepenkleri kapalı” geçirmek istiyor Fazıl. Ama o “içsesi” susmaz, en azından bundan sonraki yapıtlarına yansıyacaktır, duyguları, düşünceleri... Fazıl’ın bu satırlarındaki serzenişleri, Nâzım’ın “Akrep gibisin kardeşim” diye başlayan dizelerini anımsattı bana... Fazıl’ın duygularını yansıttığı bu ileti rastlantısal olarak elime geçtiğinde, gazetelerde Borusan’ın Salzburg zaferi bir futbol maçının anlatıldığı heyecan düzeyiyle anlatılıyor, Fazıl’ın elde ettiği başarı övülüyor, “milli hisler” yükseltiliyordu. Ama Fazıl’ın orada dünya prömiyeri yapılan son yapıtı hakkında, adı dışında tek satır bilgi yoktu! Birkaç günlük bekleyiş ve arayıştan sonra, Facebook’ta hukukçu bir müziksever hanımefendi olduğunu öğrendiğim Vedia Ergün Sirmen’in izlenimleri, ardından meslekdaşlarım Kemal Küçük ve Evin İlyasoğlu’nun yazılarından “Nirvana Burning”in nasıl bir yapıt olduğu hakkında bilgi sahibi olabildim. Kısmetse kasım ayında Antalya Piyano Festivali’nde Türkiye prömiyerinde gider dinleriz. Kazanan Fazıl’dır, Türkiye’dir, öyle olmalıdır, günün birinde öyle olacağını da umut ediyorum. 18