28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 248/3 Nisan 2009 MüzisyenHasanYükselir,Anadolukültürünüanlatmanınengüzelyolununmüziklerdengeçtiğinibelirtiyor ‘Yurtdışındaseslendirilen eserlerbutopraklarınolmalı’ ürkiye’yi yurtdışında Anadolu müzikleriyle temsil eden bir müzisyen Hasan Yükselir. Gazi Üniversitesi Müzik Bölümü’nden mezun oldu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde master yaptı. 1993 yılından beri de yaşamını Almanya’da sürdürüyor. Avrupa’nın pek çok yerinde konserler veriyor. Yurtiçinde ve yurtdışında, “Sevda Ateşten Bir Gömlek”, “Yer Altında Gül Deren Eller Gördüm”, “Yunus’tan Nâzım’a” ve “Yunus’ça Ezgiler” gibi çalışmalarıyla tanınıyor. O, bugün Anadolu müziğinin, türkülerin, Anadolu kültürünü anlatmanın en güzel yolu olduğunu, ancak bu müziklerin yurtdışında yeterince tanınmadığını düşünüyor. “Ülkemin değerlerini yurtdışına taşımalıyım. Bir yorumcuysan, yurtdışında seslendireceğin eserler tamamiyle bu topraklara ait olmalı” diyor. Hasan Yükselir ile Anadolu müziklerini, çoksesli müziğin ülkedeki yerini, gelecekteki projelerini ve başkentin kültür sanat yaşamını konuştuk: Bugün ülkemizde ne yazık ki çoksesli müziğe yeterince değer verilmiyor. İstenilen düzeyde çoksesli müziğe ilgi gösteren bir dinler kitleye sahip değil Türkiye, siz ne düşünüyorsunuz? I Bu durum, ülkenin siyasal ve sosyal yapısından çok farklı düşünülemez. Ülkenin kültür politikaları, bir ülkede kültür ve sanat yaşamını biçimlendirmede çok önemli rol oynar. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde, çoksesli müziğin gelişimi konusunda birtakım yanlışlar yapıldı zamanında. Çoksesli müzik ülkemizde yıllarca insanlara, “zaruri ihtiyaç” gibi öğretildi. Oysa çoksesli müzik bir yaşam biçimidir. Ne kadar yaşanıyorsa, o kadar dinlenir. Yani bugün ne yazık ki çoksesli müzik bizim ülkemizde yaşamıyor. Neden yaşamıyor? Çünkü biz zamanında Batı’nın bütün değerlerini, özellikle de Batı tekniğini alıp, okullarımızda ders olarak okuttuk. Bunu yaparken, bu değerleri getirdiğimiz topraklarda kendi ifadesini bulan, kendi kimliğine yakın duranları öteledik. Öteleyin T ? Selda GÜNEYSU ce de çoksesli müzik, salt “Batı müziği” olarak algılandı, özümsenemedi. Anadolu’daki çok değişik tınılar da “Türk Sanat Müziği” ve “Yurttan Sesler” olarak kaldı. Ama bugün ülkedeki müzisyenlerin bazıları, Fazıl Say, Hande Dalkılıç gibi piyanistler, bu algıyı kırmak için gerekli çabayı da gösteriyor... I Ben de bu algının kırılması için gerekli çalışmaları yapıyorum, biliyorsunuz. Kendimden örnek vererek bu durumu anlatmak isterim. Bir de benim bu sözlerimden “Batı müziğine karşı olduğum” anlamı çıkmasın. Aksine ben Batı müziğinin değerlerine çok bağlıyım. İyi bir dinleyicisiyim. Ama Batı müziğini yeniden yaratma gibi bir şey düşünemem, bunun altını çizmek isterim. Ülkemin değerlerini yurtdışına taşımalıyım. Bir yorumcuysan, yurtdışında seslendireceğin eserler tamamiyle bu topraklara ait olmalı. Batı’ya, onların müziklerini ve ifadelerini anlatmak çok da işimize gelmez üstelik. Neden? Çünkü onlar zaten en iyilerini yapıyorlar. Yurtdışında yaşayan bir müzisyen olarak bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorum. Ayrıca Anadolu tam bir derya. Pir Sultan Abdal, Mevlana, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Aşık Veysel, Yunus Emre ve niceleri... Her biri bir tiyatroya, bir müzik eserine konu olacak düzeyde değerli. Ama bugün bir bakıyorsunuz, çoğu kez yabancı eserler sahneleniyor ülkede. Ayrıca bugün bizim hem Batı müziğini hem de yerel müziği çok iyi özümsemiş, değerli müzik adamlarımız var. Bunlardan birisi de Kemal İlerici’dir. Bu isimler daha çok anlatılabilir. Ülkedeki opera ve bale sanatlarının izler kitlesinin günden güne düştüğü yönünde birtakım eleştiriler de yapılıyor... I Opera ve bale gibi görsel sanatların her geçen gün biraz daha değer görmesi adına birtakım işler yapılabilir. Bizim insanımızın sevdiği müziklerden oluşturulan yeni eserler sahneye taşınabilir. Şunu karıştırıyoruz galiba. Batılılaşmak, Batı müziğini doğrudan alıp kullanmak değildir. Onların müzikal değerlerine yaklaşmaktır. Onların yaptığının aynısını yapmanın anlamı yoktur. Siz bugünlerde yeni proje üzerinde çalışıyorsunuz. Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nı, orkestra ve koro eseri olarak sahneye taşıyacaksınız. I Dünyaca ünlü şair Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nın orkestra ve koro eseri olarak sahneye taşınması projesi benim değil, bir arkadaşımın. Ben sadece rol alacağım o projede. Eserin solistlerinden biri olacağım. Yanılmıyorsam temmuz ayının ilk haftasında eserin üç dört yerde prömiyeri gerçekleştirilecek. Yurtdışında Anadolu müzikleri nasıl değerlendiriliyor? I Çok beğeniliyor. Benim yurtdışında yaşamamın bir nedeni de budur. Ben Avrupa’da yıl içinde nereden baksanız 3035 konser veriyorum. Orada insanların Anadolu müziklerine nasıl ilgi gösterdiklerine tanık oluyorum. Çünkü duyulmamış bu müzikler daha önce. Ama yine de bu ilgi daha fazla olabilir. Nasıl ki bir “tango” denildiğinde Arjantin, “flemenko” denilince İspanya, “fado” denilince Portekiz akıllara geliyor, “halk müziği” denilince de Türkiye bilinmeli. Türküler bizim yaşayan değerlerimizdir, yaşayan değerlerin takipçisiyim ben. Peki başkentteki kültür sanat yaşamını yeterli buluyor musunuz? I İstanbul, Türkiye’de bir anlamda kültür sanatın pazarının yapıldığı yer. Bunu şöyle anlatmak isterim: Ben 1990 yılında, müzik ve dans gibi sanatsal öğeleri birleştiren “Yunus’tan Nazım’a” adlı bir müzikal yaptım. O zaman Ankara Anakent Belediye Başkanı Murat Karayalçın’dı. Projeye çok destek verdi. Çok reklamı yapıldı. Aynı dönem İstanbul’da “Evita” vardı. “Evita”nın karşısında, bizim projemiz Anadolu’da kaldı. Şanssızlığımız ne yazık ki Ankara’da olmamızdı. Ankara’da eserlerin tanıtımı yeterince yapılmadığı takdirde işler çok zor. ‘Batılılaşmayı yanlış algılıyoruz’ 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle