05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 221/26 Eylül 2008 ADT’nin ödüllü oyunu: SuçluYürekler A ? Selda GÜNEYSU Aclan Büyüktürkoğlu nkara Devlet Tiyatrosu (ADT) perdelerini 1 Ekim’de, birbirinden farklı oyunlarla açmaya hazırlanıyor.Erkekegemenliğinin ağır bastığı toplumlarda, farklı olmak için çaba sarf eden, kendilerini toplumakabulettirmeyeuğraşankadınlarınyaşadığı sorunları ironik ama aynı zamanda komik bir dille anlatan “Suçlu Yürekler” adlı oyun, bu sezon ADT’nin eniddialıyapımlarıarasındayer alıyor. Amerikalı yazar Beth Henley tarafından, 1970’li yıllarda yazılan oyun, sahnelendiği ilk yıllarda “Pulitzer Ödülü”, filme çekildiği yıllarda da “OscarÖdülü” aldı.Oyunun yönetmenliğini, sinemaseverlerin yakından tanıdığı, NehirErdoğan’ın da rol aldığı, Türk ABD ortak yapımı “Meleğin Sırları/Broken Angel” filminin yönetmeniolan Aclan Büyüktürkoğlu üstleniyor. Aclan Büyüktürkoğlu ile 1 Ekim’de Şinasi Sahnesi’nde prömiyer yapacak “Suçlu Yürekler” adlı oyununu ve ülkedeki sanat yaşamını konuştuk: Yeni sezonda daha önce “Pulitzer Ödülü” almış “Suçlu Yürekler” adlı oyunu, başkentli sanatseverlerle buluşturacaksınız. Bize biraz “Suçlu Yürekler”den bahseder misiniz? I Eser, 1970’li yıllarda, Amerikalı yazar Beth Henley tarafından yazılmış. Yazıldığı yıllardan bu yana Pulitzer’den tutun da Oscar’a dek pek çok ödül almış. Sonraki yıllarda sinemaya uyarlanmış. 1 Ekim’den itibaren de Şinasi Sahnesi’nde başkentli sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Bildiğim kadarıyla oyun, Türkiye’de ilk kez bu sezon sahnelenecek. Oyunun konusu aslında, lokal bir bölgede, Amerika’nın güney eyaletlerinden birinde geçiyor. Bölgedeki kadınların sorunlarından yola çıkarak, genel olarak tüm dünyadaki kadınların yaşadığı sorunları anlatıyor. Erkek egemenliğinin ağır bastığı toplumlarda, farklı olmak için çaba sarf eden, kendilerini topluma kabul ettirmeye uğraşan kadınların yaşadığı sorunları ironik ama aynı zamanda komik bir dille anlatan bir oyun. Bir çeşit komedrama demek daha doğru. Oyunda, İpek Çeken, Elvin Beşikçioğlu, Serpil Gül, Adnan Erbaş, Lale Başar, Berna Konur ve Eren Oray rol alıyor. İzleyiciler “tiyatro gibi bir tiyatro” izleyecek bence. Ben de DT’de konuk yönetmen olarak yönetiyorum oyunu. Oyunu sahneye taşırken teknik sorunlarla karşılaştınız mı? I DT’nin başkentte çok güzel sahneleri var. İrfan Şahinbaş, Çayyolu 125. Yıl Sahnesi, Şinasi ve Akün sahneleri gibi... Her sahnenin de farklı atmosferi var. Daha fazla sahne açılabilir elbette. Bu da bütçeyle ilgili bir durum. Sahnelerin teknik olanakları da yeterli ancak malzeme azlığından çeşitli sorunlar kaynaklanıyor. Örneğin yurtdışında çok farklı ışıklandırma sistemi var. Bu sistem oyunun genel grafiğini ve dilini etkileyebilir. Ancak bazen teknoloji de insanları tembelliğe itebilir diye düşünüyorum. Yani, bana göre malzeme değil, neyi nasıl yaptığınız daha önemlidir. Son yıllarda, toplumsal bunalımlar ve sosyal ilişkileri konu edinen oyunlar daha fazla sahnelenir oldu. Oysa 1950’li, 1960’lı yıllarda politik oyunların daha fazla sahnelendiği bilinen bir gerçek. Son yıllardaki bu değişimin nedeni nedir? Tiyatrolar artık yön mü değiştiriyor? I Son yıllarda tiyatroların artık yön değiştirdiği fikrine katılmıyorum. Bence politika denilen şey şekil değiştiriyor, sanat değil. Sanatın dokunduğu yer hep aynı. İnsan yaşamı ve insana ait değerler... Ama politika, bazen amacından uzaklaşıp başka şeylere de hizmet edebiliyor. Oyunun konusu üzerinden yola çıkacak olursak, bugün kadının dünya üzerindeki değerine bakın. Özellikle de erkek egemen toplumlardaki yerine... Ne tür baskı altında olduklarına bir bakın. Kadınların baskı altında yaşıyor olması bir politikanın siyasi uzantısı kabul edilemez mi? Bugün toplumumdaki çürümüşlükler, yozlaşmalar sonuçta kendiliğinden ortaya çıkmıyor ki. Yanlış uygulanan politikaların sonucu çıkıyor. Yanlış politikalar sınırlarını değiştiriyor insanın. Sanatın asli görevi sorunlara eğilmek olduğundan da bu türlü sorunları taşıyor sahneye. ‘Türkiye’desanatdünyadakiyleeşdeğer’ Uzun yıllar yurtdışında kalmış ve yurtdışında çeşitli projelerin altına imza atmış biri olarak, son yıllarda Türkiye’deki sanat yaşamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin DT ve Devlet Opera ve Balesi gibi güçlü kurumları var ama salt bu kurumlar, sanat yaşamı için yeterli görülebilir mi? I Söyleyeceğim sözler DT’yi bağlamaz. Zaten DT adına yorum yapma hakkım da yok ancak bir yurttaş olarak, aynı zamanda yurtdışında iş yapan bir sanatçı olarak, DT gibi kurumların ülke açısından çok önemli olduğuna inanıyorum. Bugün pek çok ülkede bu türlü kurumları yıpratmaya yönelik birtakım çalışmalar söz konusu olabilir. Ama sonuca bakmak gerekli. Bunun yanı sıra, yurtdışında yaşarken farkına vardığım bir şey var ki o da, ülkemizin sanat anlamında çok büyük bir potansiyele sahip olması. Çok zengin kültüre sahip bir ülkeyiz biz. Ancak ne yazık ki bu zengin kültürden yeteri kadar yararlanamıyoruz. Kendimizi görmemiz gereken yerin çok altında görüyoruz. Asıl endişelenmemiz gereken durum da bu. Yurtdışına gittiğimiz zaman kendimizi oradaki insanlardan daha az bilgili zannediyoruz. Oysa ülkemizde çok değerli ve kendilerini dünyaya kabul ettirmiş yazarlar, yönetmenler, müzisyenler, ressamlar, tiyatrocular ve balerinlerimiz var. Tüm bunları “kafatasçı” olmak adına söylemiyorum, tanık olduğum durumlardan hareketle dile getiriyorum. Yani ben, Türkiye’de yapılan sanatı dünya uluslarıyla eşdeğer görüyorum. Ancak çok fazla reklamı yapılmıyor bizim yaptığımız işlerin. Örtülerin altında saklı kalıyor işler. 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle