02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 230/28 Kasım 2008 ANKARA ANKARA Talât HALMAN AKKARA Su Gaz Kömür Zam Ankaramız, yalnızca ülkemize değil, tüm dünyaya örnek olması gereken bir başkent olarak yaratılmıştı. Cumhuriyetin ve modern Ankara’nın kurucusu Mustafa Kemal Paşa’nın böyle bir ideali vardı. Umutları, beklentileri boşa çıktı Atatürk’ün ve o idealleri paylaşanların. Yazıklar olsun. Örnek kent değil bu. Siyasetiyle, düzensizliğiyle, isiyle, pisliğiyle “kötü örnek.” Suyumuz kıt ve sağlıksız, Trafik, İstanbul’dan sonra ülkenin en kötüsü... 70’li, 80’li yıllarda hava kirliliğinden azap çeken Ankara, yine berbat havaya kur 8 5 yıl içinde Ankara, uygar bir kent olabilmeliydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzünü kızartmaktansa, karartmaktansa, ağartmalıydı. Nasıl olur bir uygar kent: Havası temiz, Suyu sağlıklı, Çevresi düzgün, Ulaşımı rahat, Çöpsüz, gürültüsüz, Eğitimli, aydın, İz’anlı, kültürlü. Daha nice değerleri ve güzellikleri vardır uygar kentlerin. ban gidiyor. Nice semtler, çöple içli dışlı. Doğalgaz fiyatları, “günah” seviyesine yükselirken, halkın sabrı tükeniyor haklı olarak. Oy uğruna, belediye oyun oynuyor. Halka bedava kömür dağıtmak, yoksullara yarar sağlasa da, düşük kaliteli kömür, kenti dumana boğarak insanları boğuyor. Belediyenin bedava dağıttığı kömür, ölüm dağıtıyor. Yakın gelecekte bu yüzden, bir yandan da egzoz gazlarının zehri yüzünden Ankara’da akciğer kanseri korkunç ölçülere varacak. Özellikle gecekondu semtlerinde ve fakir mahallelerde bedava kömür artarken ömür kısalacak. Ankaramızın (hiç değilse ikinci yüzyılına girerken) uygar bir başkent olmasını özlüyoruz ve diliyoruz. lash TV, en zevkli ve eğlenceli televizyonlardan biri... Program müdürlüğünü yıllardır Ferhan Şaylıman yürütüyor. Bir yandan da yetenekli bir öykü ve roman yazarı. “N’olur Beni Eve Götür” adlı çok başarılı bir hikâye kitabı var. “Zaman Geriye Dönmez” başlıklı romanı, son yılların en özgün ve ilginç eserlerinden biri.Şaylıman’ın yeni yapıtı “Kırılma Noktası”, roman tadında bir günce. 2005’ten 2007’ye uzanan bir yaşantı öyküsü. Toplum dinamiğinin canevinde etkin olan duyarlı bir aydının gündelik izlenimleri ve renkli simalarından niceleri bu sürükleyici yaşam defterinde. Okumaktan zevk duyacaksınız. Şaylıman’ın Güncesi F Gündüz’ün Aydınlığı ydınlanan Türkiye’nin güçlü bir aydını söndü. Güzdüz Aktan, zekâsı, haysiyeti, bilimsel birikimi ve vatanseverliğiyle örnek bir diplomat, yazar ve siyaset adamıydı. Her görevinde, her girişiminde başarı kazanmış bir aydın. Otuz yıldan uzun süredir tanırdım Gündüz Aktan’ı. Her zaman parlak, güleryüzlü, yurtsever bir hümanistti. Dışişleri’ndeki hızlı ilerleyişini kıskananlar, engellemek isteyenler vardı. 1981’de büyük Türk dostu Prof. Geoffrey Lewis, Atatürk hakkında bir konferans veriyordu, Ata’yı candan övdü. Gündüz Aktan dinleyiciler arasındaydı. Lewis’in hayranlık ifade eden bir yanıt vereceğini bildiği için şöyle bir soru sordu: “Sizce Atatürk’ün herhangi bir hatası ol A muş muydu?” Lewis dedi ki: “Atatürk’ün tek hatası, erken ölmek oldu.” Aktan’a diş bileyen bir büyükelçi ile dalkavuğu habis bir kampanya açtılar – Aktan’ın Dışişleri’nden çıkarılacağını sanarak. Ama, Bakanlık böyle bir oyuna gelmedi. Kötüleme girişimleri başka kisveler altında sürdürüldü. Kıskançların gazabı dinmez. Aktan, büyükelçi olduktan sonra, bulunduğu yerdeki sefaret binasını tamir et tirirken fâhiş harcamalar yaptığı iddasıyla onu yıpratmaya çalıştılar. Oysa Aktan, her harcama için Bakanlığın onayını önceden almıştı. Aşırı bir harcama yapılmamış olduğu, bilinen bir gerçekti. Soruşturma açıldı. Aktan, hakkı olduğu gibi, temize çıktı. Ama, birkaç meslektaşının komplosu ve Bakanlığın soruşturma yapması, onuruna öyle dokunmuştu ki yaş haddinden emekli olmasına 10 yıldan uzun bir süre varken istifa etti. Şerefli bir diplomattan yoksun kaldı memleket. Ama, Gündüz Aktan, basında ve sonra siyasette mükemmel çalıştı. Türkiye’ye saldıran yabancı kişi ve kurumlara karşı gönüllü olarak güçlü mücadeleler verdi; vatan hizmetini sürdürdü. Aydınlığıyla iftihar ettiğimiz Gündüz Aktan nur içinde yatsın. Paksoy’un Ankara’sı B TV’de Söze Başlarken elevizyonumuzda laf bol. Biz çenesi düşük bir toplumuz. Laf ebeleri, ekranlarda hüküm sürüyor. Nice konularda okumuyoruz da, kulaktan dolma bilgilerle idare ediyoruz. Eskiden gazeteler bizi bilgiç yapardı; şimdilerde televizyon söyleşilerinin allâmesiyiz. Söylenenlerin birçoğu yalapşap, yarım yamalak, yalan yanlış. Elbette çok doğru ve güzel konuşan (akıl) hocalarımız var. Onlara milletçe minnettar olmalıyız. Lafazanların kimisi, kulak tırmalayıcı hatalar da yapıyor. Spikerlerin telaffuzu bazen bozuk, konuşmacıların dili kullanışı ara T sıra sorunlu. Türkçesi dört başı mamur denebilecek olan siyasetçilerimizin sayısı o kadar az ki... Sık sık eleştiriler yayımlanıyor bu konuda. Hiç kimsenin aldırış ettiği, düzeltmeye çalıştığı yok. Söze başlarken gereksiz sözcüklerin aşırı sıklıkla kullanılması, nedense uyarı ya da eleştiri konusu olmuyor. Bir soru sorulduğunda, konuklar nedense yanıtlarına şöyle başlıyorlar: “Tabii ki...” “Şimdi...” “Aslında...” Bazıları, daha ileri gidiyorlar: “Tabii şimdi...”, “Şimdi tabii” gibi giriş yapıyorlar. Kökten yanlış. Sırf bir an düşünmek için, doldurma bir laf etmek. “Tabii” ya da “aslında” sözcüğünün verilecek bilgiyle hiç ilintili olmayabiliyor. Bazen ters anlam veriyor. Bizde, TV’nin ilk yıllarında, özellikle sunucular söze “Evet” diye başlarlardı sonra söyleyecekleri için vakit kazanmak amacıyla. Ve zırt pırt “evet”, “evet”... Şöyle dedikleri bile olurdu: “Şimdi sayın konuğumuza ilk sorumuzu soracağız. Bakalım, konuğumuz ilk sorumuza nasıl cevap verecek?” O eski saçmalıklardan kurtulduk artık. Konuşma tutuklukları er geç sona erecek mi? Tabii ki, aslında, şimdi... aşkentimizin tarihini, yaşamını, kültürünü en iyi özümseyerek şiirleştirenlerden biri A. Kadir Paksoy’dur. Ankara’da tarih öğretmeni... Onun öğrencisi olmayı isterdim doğrusu. “Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi” başlıklı yazılar derlemesinde o kadar berrak ve isabetli teşhisler koyuyor ki. “Çocuklarımıza Tarihi Nasıl Öğretiyoruz” başlıklı yazısı, bu büyük eğitim sorunumuzun çözümü için güçlü öneriler içeriyor. A. Kadir Paksoy’un şairliği de sağlam. “Ankara Aydınlığı” başlıklı yeni şiir kitabında “Ankara’nın Ozanı Olmak” yazısı yer alıyor. İlkin 26 Kasım 2004’te Cumhuriyet Ankara’da çıktı. Başkentimizi ne kadar doğru tanımlıyor: “Ankara, bir kenttir: Denizden uzak, bozkırın ortasında, çarpık kentleşmeye teslim olmuş, dörtte üçü gecekondu, işaş gibi yaşamsal bir nedenden dolayı zorunlulukla kalınan, bungun, resmî yapılarla dolu resmî yüzlü bir kent...” Ve “Ankara” şiirinde soruyor: “Niçin sevilir bir kent / Ekmeği suyu insanı için mi / Yoksa uğultusundaki / o sürekli derinlere kaçan / eskil renkten mi / Yoksa gizlediği için mi / suçlarımızı / gökyüzünden kırlardan / ... İtiraf etmeliyim / Seviyorum bu kenti ben de / Bir kadını sever gibi.” Bir başka şiirine şu satırla başlıyor Paksoy: “Seni sevmekten geldi başımıza ne geldiyse Ankara.” Başkenti iyi anlamak için A. Kadir Paksoy’un şiirlerini, kitaplarını okuyun. Hele yeni çıkan “İnsana İnan”ı sakın unutmayın. 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle