16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 NİSAN 2021 7 OKUDUKLARIM İZLEDİKLERİM Okurlarıma bir Emily Dickinson şöleni öneririm DÜŞÜNDÜKLERİM Şiirin yer 1 9.yüzyıl Amerikan edebiyatının en büyük şairlerinden olduğu kuşkusuz Emily Dickinson (18301886) gelmiş geçmiş dünya şairlerinin de en önemlileri arasında sayılıyor. Kısa, özlü şiirleriyle benim de sevdiğim bir şairdir. Şiirlerinde ölüm teması sıkça işlenmiştir. “Bir Anda Oldu” başlıklı şiirinde olduğu gibi. “Bir anda olur biterÖlmek/Hiç canın yanmaz diyorlar/Solmaktır aşama aşama/Sonragözden tamamen yitmek/.../Kara bir şeritgünün üzerinde/Şapkanın üzerinde bir tül/Derken günün hoş ışıkları gelir/Yardımcı olur unutmamıza/.../ YokturOgizemli varlık/İçibizim zekâmızla dolu/Çekildiderin bir uykuya/Artık kalmadı yorgunluğu” (Çev. T. Alkan) Fakat bu şiir beni sadece ölüm ya da Dickinson şiiri hakkında değil, şiirin ne olup ne olmadığı üstüne de düşündürdü... İlk dört dizede, şairin bilinen özlü anlatımı dışında özgün bir yan yok. “Ölmek” olgusu olabildiğince en temel öğelealtı sularında Emily Dickinson rine indirgenerek betimleniyor... İkinci dört dizede, belki “mecaz” (ya da simge) denebilecek (“günün üzerinde kara şerit”, “şapkanın üzerinde tül”) betim öğelerine karşın, yine her şey yeterince açık. Buna karşılık son dört dizede belirsizliklerle karşılaşıyoruz... “O gizemli varlık” nedir? Ölüm mü, ATAOL BEHRAMOĞLU yoksa biz miyiz? Neden, “yoktur” deniliyor? “İçi bizim zekâmızla dolu” olan şey nedir? Yaşam mı? Başka bir şey mi? Şiirin en sondaki iki dizesinde belli ki yaşamdan ayrılan insandan söz ediliyor... Ama bence o da tam bir açıklıkla değil... Çünkü bu dizeleri de içeren son dörtlükte, yaşam, ölüm, insan birbirine karışmakta, böylece de her şey, sanki bir gizemle örtülmektedir... Benim “imge” derken anladığım şey de tam olarak budur... HHH Alışılmadık, beklenmedik, “çarpıcı” vb. bir benzetme değildir söz konusu olan... (Çünkü “imge” sözünden bizim şiirimizde uzun süredir anlaşılan ve bence şiirimizin yoksullaşmasına yol açan şey budur.) Bu dizelerde şair, sözcükler arasında sanki boşluklar bırakarak anlamı belirsizleştiriyor... Fakat o anlam, zaten, o belirsizlikten başka bir şey değildir... Böylece, kavramsal olan, akılla kavranılabilir olan şey, sezgisel olana, sezgilerimizle, duygularımızla algılanabilecek olana dönüşüyor... Şiirin en temel var oluş nedenlerinden biridir bu gereksinimin karşılanması... Var oluşumuza ve bir gün yok olacak oluşumuza ilişkin her şeyin sadece çıplak akılla değil, sezgilerle, duyumsayışlarla da algılanıp dile getirilmesi... HHH Emily Dickinson’un bu şiiri, özellikle de son dört dize bana Dağlarca’nın (daha çok ilk kitaplarında), Behçet Necatigil’in, Gülten Akın’ın şiir oluşturma yöntemlerini anımsattı... Şiirin yeraltı suları derken düşündüğüm, bizim bu şairlerimizi, 19. yüzyılda da yaşamış Amerikalı şairi ve kuşkusuz daha birçok şairi birleştiren bu ortak duyumsayış ve yapılandırma özellikleridir... Derinliğine algılanmış bir duygunun, süsleyip bezemeksizin, tam tersine, fazlalıklarından arındırılarak, böylece de daha özlüleştirilip yoğunlaştırılarak dile getirilmesi... HHH Okurlarıma şiirlerinin dilimizde de pek çok çevirisi olan bir Emily Dickinson şöleni öneririm. Şölene, adını andığım şairlerimizi de katarak... Kaçırmayın EMRAH KOLUKISA u ‘Yeşilçam’ izleyiciyle buluşuyor Çağan Irmak’ın yönetmenliğini üstlendiği, BluTV’nin yeni dizisi “Yeşilçam” 22 Nisan’da başlıyor. Hayli iddialı bir dönem dizisi olan ve 60’lı yılları odağına alan “Yeşilçam”ın başrolünde Çağatay Ulusoy var. Türk sinemasının en hareketli dönemini anlatan ve bir yandan da geri planda toplumsal olaylara yer veren dizide ayrıca Selin Şekerci, Yetkin Dikinciler gibi isimler de rol alıyor. u Bir ‘Hayalet’in izinde Kaya Tanış’ın yıllara yayılan uğraşı sonucu kaleme aldığı “Burası Orası Değil” adlı kitap yakın tarihimizin en gizemli kişiliklerinden “Hayalet” lakaplı yazar ve çevirmen Oğuz Haluk Alplâçin’in hayatını konu ediniyor. Kırmızı Kedi etiketiyle basılan kitapta ayrıca Hayalet Oğuz’un şiirleri, öyküleri ve başka yazıları da yer alıyor. u Pera Müzesi’nde Etel Adnan Pera Müzesi’nin yeni sergisi, sıra dışı bir sanatçının, ressam, yazar ve şair Etel Adnan’ın imzasını taşıyor. Adnan’ın 60 yıllık üretiminin tüm dönemlerini kapsayan retrospektif niteliğindeki sergi, “Etel Adnan: İmkânsız Eve Dönüş” başlığı altında, sanatçının savaş, sürgün, göç, kayıplarla geçen yaşamına ve çok katmanlı dünyasına ışık tutuyor. uEntertainment Death çıktı Philadelphia çıkışlı rock grubu Spirit of the Beehive’ın yeni albümü “Entertainment, Death” çıktı. Yüksek notlu albüm elektronik müzikle psikodelik tınıların harmanladığı ve karanlık yanları ağır basan bir çalışma. u Çevrimiçi tiyatro: ‘Adalet, Sizsiniz’ H ocaları M. Ertuğrul’un, yazılarına “Perdeci” imzasını atmasından esinlenerek, kendilerine “Perdeci Oyuncular” adını yakıştıran Rutkay Aziz ve Taner Barlas’ın ilk oyunları “Adalet, Sizsiniz”i 22 Nisan saat 21.00’de Moda Sahnesi’nin “Sahneden Naklen” etkinliği kapsamında izleyebilirsiniz. u Bir distopya başyapıtı: ‘Brazil’ Usta yönetmen Terry Gilliam’ın 1985 tarihli filmi “Brazil” 22 Nisan’dan itibaren MUBI’de. Gilliam’ın bürokrasiyle inşa edilmiş distopik bir dünyayı tasvir ettiği film her anlamda etkileyici bir sinema şöleni. Müge ile yeni teklisini, müzik yolculuğunu, pandemiyi konuştuk Âşık ama güçlü AYÇA HAN kadınlar M üge, bağımsız ve protest müzik yapan, şarkılarını evindeki minik stüdyosunda üreten Ankaralı bir müzisyen. “Lolita”, “Beyaz Bralet”, “Gel Bize Bu Gece” ve “Wild Peaches” şarkılarının devamı niteliğinde olan yeni teklisi “Kırmızı Oje”yi geçen hafta dinleyiciyle buluşturdu. Şarkılarında özgür ve tutkulu, âşık ama güçlü kadınların hikâyelerine yer veren Müge, bu seride biraz daha romantik, aşktan gözü dönmüş, tamamen arzularıyla hareket eden bir kadın hikâyesini aktarıyor ve şarkılarını şu sözlerle anlatıyor: “Hikâyeleri anlatırken dinleyici bahsedilen aşkların çoğunluğunun toksik ilişkiler olduğunu anlayabiliyor aslında. Fakat toksik ilişkileri öven ve onların içinde ezilen bir kadın yerine erkeklerin dünyasından aşkla sağ çıkmaya çalışan güçlü bir kadından bahsediyorum. Tutkuları ve arzuyu sadece erkeğin konuşabileceği bir yerden çıkarıp kadının dünyasına taşıyorum. Nesneleştirilen, ötekileştirilen, kabaca yalnızca et parçası olarak görülen kadınların tutku ve aşkla olan ilişkisine ışık tutmaya çalışıyorum ki cinsiyetçi anlamlardan kadınların yakasını kurtarabileyim.” HÂLÂ UMUDU OLANLARIN ŞARKISI Müge Müge, yeni teklisi “Kırmızı Oje”yi geçen hafta ‘HEPİMİZ EVSİZ, YURTSUZ, İŞSİZ KALDIK’ yayımladı. Şarkılarında özgür ve tutkulu, âşık ama güçlü u Pandemi döneminde kültür sanat alanı ve emekçileri büyük darbeler aldı, çok sayıda insan işsiz kaldı, müzisyenler intihar etti. Yaşananlar sizi nasıl etkiledi? Çok üzgünüm. Hepimiz için. Müzik dünyası ışıkçısı, sesçisi, rodisi, barmeni, güvenliği, müzisyeni, garsonu, menajeri, servis şoförü, kapıda bekleyen midyecisi, taksicisi, biletçisi o kadar fazla insanı kapsayan bir dünya ki. Hepimiz evsiz, yurtsuz ve işsiz kaldık. Müzik her yerde ama müziskadınların hikâyelerini anlatıyor; “Tutkuları ve arzuyu yenin adı yok. Müzik emekçisinin adı yok. Enstrümanlarını satan, intihar eden, müziği temelli bırakan o kadar çok insan kaybettik ki. Gelecekten de umutsuzum açıkçası. Eğer müzisyenlere azıcık umut olmak isteyen varsa dinleyicilerden ricam sevdiğiniz müzisyenleri desteklemeniz. Devletin de acilen tüm müzik emekçileri için kalıcı çözümler ve politikalar üretmesi gerekli. sadece erkeğin konuşabileceği bir yerden ‘BU u İlgili bir dava var mı hatırladığınız? Şule Çet davalarına katıldım. Katilçıkarıp kadının dünyasına HASRET BİZİM’ lerden biri şöyle demişti hâkime, “Bu kadınlar yaygara koparmasa siz de biliyorsunuz ki biz ceza almayacaktık.” Bu beni o kadar derinden sarstı ki. Bu taşıyorum” diyor. sözleri dinlerken yanımda piercingli ve kısa saçlı bir kadın diğer yanımda türbanlı bir kadın oturuyordu. Birbirimizi tanımıyoruz. Aynı anda el ele tutuşup göz göze geldik. Hem dayanışmamızın haklı gururu hem de sistemde ne kadar savunmasız olduğumuzun hüznü vardı gözlerimizde. İşte İstanbul Sözleşmesi tüm kapsayıcılığıyla hepimiz için bu yüzden var. Ek olarak, bu durumun LGBTİQ+ hareketine mal edilerek tartışılması da korkunç. 2021 yılında halen kimin kimle seviştiği üzerinden kararlar almak ve insanları ötekileştirmek tüm topluma zarar verir. Devletlerin önceliği yaşama hakkını korumak, adaleti ve eşitliği sağlamak olmalı. Nâzım’ın dediği gibi “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine; bu hasret bizim.” u “Kırmızı Oje”nin ortaya çıkışından bahsedelim biraz, politik bir şarkı olduğunu söyleyebilir miyiz? Âşık ama hakları için hem özel alanda hem kamusal alanda mücadele eden tutkulu bir kadının hikâyesi Kırmızı Oje. Bu şarkı hem bir kadının cinselliği konuşabilmesi açısından politik hem de bulunduğumuz şartların içerisinde kendisine yalnızca kötülükle mücadele içerisinde yer bulabildiği için politik. Abartılı, gerçek olmayan aşk şarkılarının tahakkümü yeniden ürettiğini düşünüyorum. O yüzden şarkılarımda var olmayan bir romantizmden ziyade gerçekliği olduğu gibi güzellemeyi seviyorum. Kırmızı Oje de tüm bu karmaşa ve mücadele içerisinde hâlâ aşk için umudu olanların şarkısı diyebiliriz. u Şarkılarınız kadın mücadelesinden, özgürlükten izler taşıyor. Siz kariyer yolculuğunuzda nasıl zorluklarla karşılaştınız, nasıl mücadele ettiniz? Müzik sektörü bir kadın için oldukça zorlu bir alan. Özellikle de yeteneği dışında etiketlenmekten hoşlanmayan, güzel kadın etiketiyle övülürken içten içe kötülenen ve şeytanlaştırılan, kıyafetleri üzerinden değersizleştirilen, fikirleriyle değil de yalnızca seksi bir kadın olmasıyla ilgilenilen benim gibi kadınlar için. Benim için zorlu olan yolların erkekler için oldukça kolay olduğunu deneyimledikçe kendimi bu mücadelenin içerisinde buldum. Çocukken de sadece annemle iki kadın birlikte bir hayat sürdük. Boşanmış kadınlara ve onların çocuklarına yapılan zulmü çocukluktan beri iyi bilirim. O yüzden bu sistemi besleyecek her şeyden uzak durarak müzik yapmak hayata tutunmak istedim. KADIN KADININ YURDUDUR u Bir yandan da Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimlerinde doktoraya devam ediyorsunuz... Sadece müzisyen olabilirdim fakat müzisyen bir kadın olmam onların istediği şeye dönüşmem olur diye akademiye de devam ettim. Kendimi eğittim. Başta Doç. Dr. Nevin Yıldız Hocam olmak üzere çok değerli akademisyenlerden dayanışmayı ve mücadele ederek hayata daha umutlu tutunmayı öğrendim. Çünkü toplumsal yapılarda müzisyen bir kadın olmak ne kadar zorsa akademik alanda da o denli zordu. Hâlâ zor ama doktorada, hayatımda ilk kez şarkıcı kadın bir akademisyen adayı olarak varlığımın olduğu gibi kabul edildiğini hissettim. Ne olduğum değil neyi dert ettiğimle ilgiliydiler. “Kadın kadının kurdu” diyenlere inat “Kadın kadının yurdudur” dedik hep birlikte yüksek sesle. O yüzden başka dünyaların mümkünlüğünü müziğimde de hissettirmek istedim. u Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi neler hissettirdi size? İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması kadın cinayetlerinin bu kadar yaygın olduğu bir iklimde çok talihsiz bir karar. Ortada olgusal bir gerçeklik var eğilip bükülemeyen: Kadınlar ölüyor, öldürülüyor. Atılan her adım kimin yanında duracağınızın göstergesi aslında. Katillerin mi? Kadınların mı? Bu konuda inanılmaz üzgünüm. Her kadın cinayeti haberinde günlerce uykusuz kalıp, davaları takip ediyorum bazen.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle