Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MenstosGoldfish Balcony 19AĞUSTOS 2018, PAZAR Seden Mestan Siber âlem SAYFA 7 THERAPIA ALPER HASANOĞLU Şokopop’la çok özel! Araştırmacı magazin gazeteciliği 90’larda büyümenin çok acayip tarafları vardı. Mesela “ayıp” biriki kelime ettiğinizde sizi ağzınıza biber sürmekle tehdit eden terbiye timsali anneannenizin, kahkahalar atarak Huysuz Virjin izlemesine şaşırmak aklınıza bile gelmezdi. Günün ortasında okuldan yeni dönmüş yemeğinizi yerken televizyonda Tarkan’ın ağır fetişli Ölürüm Sana klibini izleyebilir, şanslıysanız aynı günün akşamında Ricky Martin’in poposuna “hınzırca” şaplak atan Hülya Avşar’a denk gelebilirdiniz. Ve bunların hiçbirini de garipsemezdiniz; özel kanalların popüler kültüre yön verdiği 90’lar Türkiye’sinde baş köşede reyting vardı ve sözü RTÜK’ten daha geçerliydi. O meşhur “90’larda çocuk olmak” nostaljisine kapıldığımı düşünmeyin sakın! Bugünden bakınca en açık fikirlilerimizi bile hayrete düşüren, dönemin karanlık politikalarını görmezden gelerek renklendikçe renklenen 90’lar popüler kültür dünyasını anmak için haklı bir sebebim var: Şokopop. Bir YouTube kanalı olarak yola koyulan ve sonrasında Instagram hesabıyla sosyal medya üzerinden daha geniş kitlelere ulaşan Şokopop, video ve fotoğraf paylaşımlarıyla magazin tarihinden anları günümüze taşıyor. O dönemlerin absürt hallerini esprili bir dille sunması bir yana, detaylı bir araştırma gerektiren arşivciliği de geniş bir takipçi kitlesi edinmesini sağladı. Ayrıca bu günlük paylaşımlarının yanı sıra Seda Sayan’ın kariyerini adım adım takip ettiği “Bir Bacının Anatomisi”, Gülben Ergen ile Seren Serengil arasındaki olaylı küskünlüğü anlattığı “Kan Davası” gibi belgesel serileri de hazırlıyor Şokopop. Söz ‘Beyaz Maskeli’nin!.. “Çocukluk yıllarımdan bu yana E!, VH1, BBC gibi uydu kanallarında yayınlanan ve ünlülerin hayatlarını veya kült seviyesine ulaşmış filmlerin, dizilerin arka planında yaşananları anlatan belgeseller hep ilgimi çekti. Ünlü bir ismin, gerçek anlamda geniş kitlelere mal olduğu o ana kadar kariyerini nasıl inşa ettiğini, ne gibi aşamalardan geçtiğini bilmek beni cezbediyor” diye anlatıyor Şokopop’un yaratıcısı, videolarda da gördüğümüz o “beyaz maskeli”... Şokopop fikri ise bundan iki sene önce, büyük bir medya kuruluşunda editör olarak YouTube işleriyle uğraştığı dönemde çıkmış. YouTube Türkiye’de popüler kültür belgeselciliğine dair içerik bulamadığı için kendi içeriğini yaratmaya yönelmiş ve işinden ayrılıp serbest çalışmaya başlayınca da Şokopop’u hayata geçirmiş. “Magazine olan ilgim televizyonun başından ayrılmadığım çocukluk yıllarımda başladı. Magazinin televizyonda altın çağını yaşadığı bu dönemde ailemden gizlice magazin programlarını izlemek en büyük tutkumdu. Daha sonra Şamdan, Gala ve Pasha gibi pazar eklerine merak duymaya başladım. Sadece Cumhuriyet (o yıllar tamamen siyahbeyazdı) okunan evimize gizlice bu dergileri sokup saatlerce odamda okurdum” diyor, bu ilginin nereden geldiğini sorduğumuzda. Çocukluk yıllarından gelen bu tutkusunu aslında hazırladığı belgesellerden de anlamak mümkün. İzleyiciye arşivlerden parçalar sunan bu belgeseller, esprili anlatımlarının yanı sıra sosyolojik analizler içeren yorumlarla güçleniyor. İşi “ciddiye aldığı” ortada: “Şarkılarıyla veya dizileriyle ekranda izlediğim ünlülerin iş dışında nasıl insanlar olduğunu görmek onların şaşalı dünyasına bir tür davet gibiydi. Yıllar içinde magazin figürlerinin çok görünür olmayan başka bir işlevinin daha olduğu Bir YouTube kanalı olarak yola koyulup Instagram hesabıyla daha geniş kitlelere ulaşan Şokopop, video ve fotoğraf paylaşımlarıyla magazin tarihinden anıları günümüze taşıyor. Bu paylaşımların yanı sıra Seda Sayan’ın kariyerini adım adım takip ettiği “Bir Bacının Anatomisi”, Gülben Ergen ile Seren Serengil arasındaki olaylı küskünlüğü anlattığı “Kan Davası” gibi belgesel serileri de hazırlıyor. nu, toplumsal değerleri ve egemen kültürü yansıtmak (ve dönüştürmek) zorunda olduklarını anladım. Bu nedenle hakkında belgesel videoları hazırladığım ünlülerden bahsederken olayların geçtiği dönemin yapısına dair genel bilgiler vermek benim için önemli.” Akkaya, Şeyma’ya akıl verirken… YouTube’daki bu belgesel serileri de Instagram’daki günlük paylaşımları da sağlam birer arşivcilik örneği. Özellikle Bir Bacının Anatomisi, sadece Seda Sayan’ın hayatını anlatmakla kalmıyor, o dönemlerin Türkiye’sini de sosyolojik olarak hafızalarda canlandırıyor. Haliyle izlerken, tüm bu yazılı ve görsel kaynaklara nasıl ulaştığı da bir merak konusu oluyor benim için. “İnternetten sadece Milliyet Gazetesi’nin arşivine ücretsiz erişim sağlayabiliyorum. Beyazıt Halk Kütüphanesi ve YouTube diğer önemli iki kaynağım” diye açıklıyor. YouTube’da bulunan eski görüntülerin skalası insanı şaşırtsa da hiç beklenmedik anlara ait görüntüler de yine buradan çıkabiliyor. “Zamanında izlediği programa değer verip kasete kaydeden gerçek arşiv kahramanlarının koleksiyonlarından çıkma videolar da var, dekolte ve frikik avcılarının ucuz amaçlarla kaydedip yayınladıkları videolar da... Bu ikinci kategoride, ummadığınız görüntülere denk gelebiliyorsunuz. Yani videonun kaydedilme ve yayınlanma amacı erotik ama içeriğinde örneğin, Seda Sayan’ın 2009’da ekonomik krize dair söylediklerine denk gelebiliyorsunuz veya bir yarışma programında Deniz Akkaya’yı, o zamanlar 16 yaşında olan yarışmacı Şeyma Subaşı’ya akıl verirken görebiliyorsunuz.” Türkiye’de arşivcilik pek ciddiye alınmadığından, alınsa bile çoğu yayın bağımsız kalamadığı için günümüzde ünlüler geçmişleri yokmuş gibi davranıyor, dün kara dediğine bugün ak demekte çekinmiyor. Oysa kendi tabiriyle “Türkiye’nin en derin magazin çukuru” Şokopop, paylaşımlarıyla geçmişi yeniden günümüze taşıyor. “Hazırladığım videolarda temel referans gazete haberleri. Elbette geçmişte yanlış olduğu kanıtlanmış tekzip edilmiş olaylar varsa bunu da belirtiyorum. Verdiğim bilgileri söylenti veya dedikodular üstünden değil, basılı haberlerden yola çıkarak aktardığım için işimin savunusunun gücüne inanıyorum.” Birebir kanıtlarla güçlendirilen bu paylaşımlar, Şokopop’un eğlenceli üslubuyla birleşince sosyal medyada da hızla yayılıyor. Instagram’da biriki ay gibi kısa bir süre içerisinde on binlerce yeni takipçi edinen Şokopop’un şanı, çok geçmeden hikayelerini anlattığı bazı ünlü isimlere de ulaşmış. “Belgeselini yaptığım isimlerden Seren Serengil aylar önce beni Instagram’da engelledi. Kendisini takip etmiyordum oysa. Petek Dinçöz geçtiğimiz haftalarda eşi üstünden iletişime geçerek onunla ilgili yaptığım videoyu kaldırmamı rica etti. Zeki Müren’in en yakın arkadaşı Göksenin Çakmak beğenisini, iletişime geçme isteğini iletti. Üstelik videoda kendisini transfobik sözlerinden ötürü kınamış, terminolojisini güncellemesi gerektiğini söylemiştim.” SıradaHandeDemet kavgası var! Yaptığı işi “araştırmacı magazin gazeteciliği” olarak tanımlayan Şokopop şimdilerde iki yeni içerik üzerinde çalışıyor: Bir Bacının Anatomisi serisinin dördüncü ve son videosu ile Hande YenerDemet Akalın arasındaki gerilimi yüksek ilişkiyi anlatan yeni Kan Davası serisi. “Bu seride pop müziğin son 20 yılda geçirdiği süreci Hande Yener ve Demet Akalın arasındaki sürtüşme özelinde inceliyorum. ‘Giderli’ şarkı nedir? Son 1520 senede bu tema nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Türkiye’de kitlelere ulaşan popüler dans müziği nasıl oluşuyor? Pop şarkıcısı ve magazin ilişkisi nasıl ilerliyor? Ticari müziğin yazılı olmayan kuralları neler? Hande Yener ve Demet Akalın’dan bahsederken bu tarz soruları da cevaplandırmaya çalışacağım.” sedenmestan@gmail.com 18 Grammy ödüllü Soul ve Gospel kraliçesi Aretha Franklin’i kaybettik Elvis’in öldüğü günü seçti! Saygı duruşu O olmasaydı, ne Whitney Houston ne Amy muazzam sesiyle dimdik durarak ortalığı ayağa Winehouse’un kariyerleri bu kadar etkili olmaz kaldırdığı, Obama’yı gözyaşlarına boğduğu ve dı. Aretha Franklin, Soul’un ruhuydu. Ölmek bütün seyircileri ele geçirip mest ettiği o meşum için de, Elvis Presley’in öldüğü günü seçti; öy gecedeki gibi yer etsin hafızalarımızda!.. le veda etti dünyadaki yolculuğuna... 1942’de Memphis, Tennessee’de babtist Franklin, Aralık 2015’de Washington rahip C.L. Franklin’in kızı olarak dünyaya D.C’deki KennedyCenter’de, dönemin gelen, Billie Holiday’den sonraki bu dev ABD Başkanı Barack Obama’nın huzu ses, Gospel’in suyunda vaftiz edilmiş, an runda, kanserle mücadelesinin orta ye nesiz büyütüldüğü baba evinde, sürekli rinde, henüz zayıf bir arada olduğu Martin Luther King, layıp yatağa düş Mahalia Jackson ya da Sam memişken, koca Cooke’tan ilham almış ve man kürk mantosuy AfroAmerikalı kadınla la sahneye çıkıp pi rın ihtiyaçlarını çok erken yanonun başına geçtiği, King anlamıştı: Acımak yoktu, uy klasiği “(You Make Me Feel duruk bahaneler yoktu. Tek Like) A Natural Woman”ı ses Aretha Franklin önemli şey saygıydı. lendirdiği, kürkünü üzerinden atıp, (19422018) “Respect” şarkısı, ikonik Af roAmerikan lifestyle dergisi “Ebony” tarafından Afrikalı Amerikalılar’ın sivil hak mücadelesinin ulusal marşı ilan edildi. Onun için “Soul’un Kraliçesi” demek, ABD’de sivillere verilen en yüksek dereceli ödül olan “Özgürlük Madalyası”nı elinde tutan biri için ne hafif, ne eksik bir tanım. Onun verdiği mücadeleler, onun açtığı yollar olmasaydı, bir Whitney Houston ya da Beyoncé düşünülemezdi. O, erkeklerin domine ettiği müzik piyasasındaki rolü ve direnişi sonucu 1987’de Rock’n Roll Hall of Fame’e kabul edilen ilk kadın sanatçı oldu. Ödülleri ve başarıları uzar gider ve yine de onu tarif etmeye yetmez. Söyledikleriyle yaptıkları bir, kendine inanışıyla meselelerine sahip çıkışı aynı dürüstlükte ve kesinlikte, Tanrı’nın bize lütfuydu Aretha.. EREL ERYÜREK Balkon Henüz öğrenciyken, uzun yaz öğleden sonralarının hemen hemen tamamını, evimizin günün o saatinde güneş almayan büyük balkonunda geçirirdim. Annem balkonu bir sürü rahat, kocaman yastık ve zeminin tamamını kaplayan kilimlerle bir zevk köşesine dönüştürmüştü. Güneşin İstanbul’u sıcaktan kavurduğu günlerde bile hafiften esen rüzgâr, terlemeden, keyifle etrafıma dizdiğim kitaplarımı ve o ayın edebiyat, sanat ve politika dergilerini karıştırmama izin verirdi. Boyu, beş katlı Hasanoğlu apartmanını çoktan geçmiş dört kavak ağacı hafif hafif sallanır, yapraklarının hışırtısı benim için hayatın tek sesi olurdu o saatlerde. Neden içeride okumazdım kitaplarımı? Aradan o kadar uzun zaman geçti ki, o yılların Alper’i nasıl yanıtlar, gerçekten bilemiyorum. Dışarıdaki hayatı merak etmek diyebilirim belki. Evin içerisinde kapalı kalırsam bir şeyleri kaçırmış mı olurdum acaba? İşlerini bitirmiş komşuların da neredeyse tamamı kendi balkonlarında olurlardı o saatlerde. Tabii ki kadınlar ve çocuklar. Demlemiş oldukları çaylar, mutlaka bir hamurişinin eşliğinde, keyifle içilirdi. Hayat bugünkü kadar hızlı değildi. Ya da bana öyle gelirdi. Şeker henüz hayatımızdaki en zehirli şey olmadığı için bir ya da iki kesme şeker atılmış tatlı çaylar yudumlanırken tatlı tatlı sohbet edilirdi. Annem de işini bitirmiş balkona gelmişse, bir türlü sessiz duramaz beni sinir ederdi, elindeki kitaba gömülmüş Alper’i. “Nazmiye Yenge’nin oğlu yine kumar oynamış?” derken bana, Nazmiye Yenge’ye de el sallardı. “Anne bana ne, bi sussana artık!” diye çıkışırken ben, “Senle de hiç sohbet edilmiyor, bırak işte kitabı birazcık kenara,” derdi hiç de gücenmeden biricik oğlunun şımarık ukalalığına. Ben, ‘Durgun Akardı Don’un dördüncü cildinde, Bolşevik saflarında iç savaşa katılan Kazak köylüsü Gregor’un aşk acısı ve devrim coşkusu arasında gidip gelen ruhsal çalkantılarını okurken başımı kaldırır merakla sorardım: “Peki Nazmiye Yenge ödemiş mi yine kumar borçlarını Nedim Ağbi’nin?” “Ne bileyim oğlum?” diye yanıtlardı annem. “Yengen bilir – aynı katta oturan amcamın karısı – onu çağırayım çaya da, anlatsın. Dün Nazmiye Yenge’ye gitmişti, gördüm.” Balkon herkesin herkes hakkında her şeyi bilmesini sağlayan en önemli toplumsal organdı yaşamımızda. Hâlâ da öyle. Balkonu iklim koşullarıyla ilişkilendirebilirsiniz, bir açıdan öyledir de. Bütün Akdeniz bölgesi evlerinde balkon vardır ama bizim ülkemiz dışında hiçbir ülke balkonu bizdeki işleve sahip değildir. Balkonda yaşanmaz. Balkondaki küçük masada bir kahve içer ve tekrar evin içine girer insanlar. Bizse balkonda yaşarız. İçeride olamayız biz. Yerleşik düzene geçiş aşamasında bir evre gibidir balkon bizim kültürümüzde. Evin içine doğru bir hamle yapmışızdır ama içerisi basar bizi, canımız sıkılır ve balkona çıkarız. ‘Balkona çıkmak’ diye bir kalıp vardır ve yalnızca Türkçede sahip olduğu bir anlamı vardır. ‘Balkona çıkalım ve orada vakit geçirelim’in kısa ifadesidir ‘balkona çıkalım’ kalıbı. Balkon Türkiye’nin ne köy ne şehir, bir kasaba cumhuriyeti olduğunun ifadesidir bir başka anlamda. Köylü tarladadır, üretir, eve döner yorgun argın, yatar uyur. Şehirli işe gidip gelir, trafikten bitap düşmüş yemeğini yer; yemek masası günün muhasebesinin yapıldığı yerdir şehirli aile için. Sonra biraz televizyon izler, yatar uyur. Kasabalı üretmez, çalışmaz, balkonda oturur ve ötekinin açığını yakalayıp kendini daha iyi hissetmenin yollarını arar. Annem durup dururken, “balkona çıkalım mı?” diye sorardı, odama gelip. Ben yatağıma uzanmış Tomris Uyar’ın çevirisi Mrs Dalloway’i okurken. “Neden?” diye sorardım. “Canım sıkıldı oğlum,” derdi. “Çay demledin mi?” “Demlerim şimdi. Sen çık ben geliyorum.” Kitaplarımı toplar giderdim. Okuyamayacak olduğumu bilsem de, en az dört başka kitabı ve dergilerimi de yanıma alarak. Onlarla güvende hissederdim sanki kendimi. Anne babama rağmen… O geldiğinde konunun önünde sonunda yine babamla ilgili sorunlarına geleceğini bilmeme rağmen, mümkün olduğunca geciktirmek için annemin gözyaşlarını, “Amcamlar yazlığa gitmiyorlar mı bu yaz?” diye sorardım. Annem o kadar dertlerine gömülmüş olurdu ki, dalgın dalgın benim çayıma da şeker koyup karıştırırken, “Ne bileyim be oğlum,” derdi. Ben de, “Karıştırdın madem, iç benim için de, yorma beni,” derdim. Annem de, “Sana da iyilik yaramıyor,” diye yanıtlardı, yine dalgın. “Söyle bakalım, ne yaptı yine babam?” diye ben açardım konuyu… Çaresiz… C MY B