22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

19AĞUSTOS 2018, PAZAR Ahmet Tulgar Teşhis SAYFA 3 dış bükey solİ özeL Geniş bir piste çıkmak için sabırsızlanan iş kadını Güler Sabancı’nın pantomim dansı Güler Sabancı’nın bir grup iş adamı ve iş kadını ile (üstüme gelmeyin, “iş insanı” demeyeceğim; “iş insanı” kullanımındaki siyaseten doğruculuğun kavramsal ve ‘insan’ sözcüğünün de anlamsal iyicilliği, fazladan bir olumluluk katıyor zaten tuzu kuru bu kimliklere) katıldığı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın sunumundan çıktıktan sonra söylediği sözlerden çok jest ve mimiklerine bakın! Sanki bir pantomim sanatçısının gölgesini giyinmiş üzerine. Sanki bir “jestiküler pelerin” var sırtında. Sağ kol durmaksızın sağa doğru yaylanarak uzanıyor ve sağ el sağdaki görünmez bir duvarı iteliyor. Bu arada sol el geri, göğüse doğru çekilip sanki savunmaya hazırlanmış, oysa sağını açık bırakıp solunda birikmiş gazetecilerin ürkekliğini, buradaki engelin zayıflığını çoktan çoktan fark etmiş, onlarla işi bitince sol kolu ile bu engeli de itecek. Vücut da aynı anda sağa sola, öne, arkaya kaykılarak, saçlarıyla beraber savrularak, bir ara hafifçe çömelircesine alçalarak hareketlenmiş, elleri, kolları ve vücudunun tamamıyla o pek sevdiği, iyi de becerdiği, yıllarca Sait Sökmen’den dersini aldığı danslardan birini yaparcasına temsilî bir pistte kendisine yer açıyor o an Güler Sabancı… Öyle ya da böyle, bir alanını genişletme, bedeninin sınır hatlarının dışına, daha geniş bir alana yayılıp, kendinden daha fazla bir yeri kaplama çabası, uğraşı ya da bu hakkı kendinde görüp ona göre davranmanın coşkusu, rahatlığı. Güler Sabancı, kameraların karşısında yaptığı bu ‘övgü dansı’yla yeni dönemde de bir nebze zorlanarak da olsa varlığının kaplama sahasını genişleteceğini anlatıyor dosta, düşmana. Her kapitalist, alanının sınırlarını genişletme çabası içindedir; on bin, yüz bin işçinin alanına o tek başına ancak sığar. Güler Sabancı’nın farkı, her an, jestleri ve mimikleriyle, beden diliyle, fiziksel varlığının sınırlarını etrafındaki görünmez engelleri iterek yaptığı bir pantomim dansıyla genişletişiyle, finansal varlığının da genişlemesini bir temsil biçiminde sergiliyor olmasıdır. Güler Sabancı, bulunduğu her ortamda beden dili, kalın ve gür ses tonu ile dominanttır, baskındır. Geniş çehresi, yapılı vücut hatları, birazdan sunacağı genişleme, kendine yer açma gösterisinin habercisidir. Daha girişte duyulan volümlü kahkaha birazdan olacakların işaretidir. Sait Sökmen’den dans dersi Türkiye kapitalizminin hükümetlerle ve devletle uygun adım dansının geçmişi en az Cumhuriyet tarihi kadar eskiye dayanır. Türkiye sanayici aileleri bu dansı belini incitmeden, ayağını sakatlamadan sürdürme becerisini çoktan edinmiştir. Uygun adım dönüşler ilk öğrendikleri olmuştur. Fakat Güler Sabancı sahici bir dansçı. Ağustos 2001’de Milliyet Pazar için onunla bir söyleşi yapmıştım. Şöyle anlatmıştı bana dans merakını Güler Sabancı: “Dansın hayatımdaki yeri çok önemli. Beş sene kadar, çok düzenli bir öğrenci olarak Sait Sökmen’e dans dersine gittim. 80’lerin başlarıydı, ayağımı çatla bu durumu şöyle anlatıyordu: “İşle duygu karışmaz, derler, inanmayın, ben iş hayatımı da duygularla sürdürürüm, özel hayatımı da, özel anılarımı da. Tabii, Sezen bir şarkı söyler, ben ağlarım.” Güler Sabancı’nın kapsama sahasını genişletme çabası işlik dışı hayatında da sürmüş. Her kesimden dost edinme, muhitini genişletme çabası özel hayatını biçimlendirmiş. Sanat ve entelijansiyanın kapısında da salsaya has bir geri adım atmamış. Hasan Cemal mesela yakın dostu olmuş. Sanat dünyasında ise Mehmet Güleryüz ile, Komet ile, Ömer Uluç ile “mesenlik”le* dostluk arasında bir ilişki kurmuş. Bunlar bilinenler… Kapitalist hep sıkışmış hisseder Kâr maksimizasyonu itkisi, kapitalisti her an daha da ge nişleme çabasına, sermayesi nin serbestçe dolaşacağı alanı genişletmeye yöneltir. Yasala rı, hükümetleri ve rakiplerini Güler Sabancı, her ortamda beden dili, gür ses tonu ile dominanttır. Geniş çehresi, yapılı vücut hatları, bu yönde zorlar. Ve ne kadar genişlese, varlığına ne kadar yeni alan kazandırırsa da kapi birazdan sunacağı kendine yer açma gösterisinin habercisidir. Daha girişte duyulan volümlü kahkaha birazdan olacakların işaretidir. talist kendini hep dar bir alana sıkışmış, sıkıştırılmış hisseder. Agora genişledikçe klostrofobisi de doğru orantılı artar. O gün, Güler Sabancı’nın top tana kadar sürdü. Ben Sait Sökmen’e step yapmaya gitmiştim. Bir iki ay sonra Sait Hoca, ‘Belden aşağını oynatacaksın, belden yukarını değil’ dedi. Bana da takılıyor, ‘Adanalısın’ diyor, halbuki Adanalı değilim. ‘Sen çiftetelli oynar gibi yapıyorsun stepi’ dedi. ‘Olmuyor, yandaki odaya alalım’ dedi. Yandaki oda Latin dansları. Ben de orayı daha çok sevdim. Annem soruyor. ‘Ne danslarına gidiyorsun?’ diye, ben ‘Tango, vals, samba, rumba falan’ diyorum. Annem, ‘Kızım, bunlar bizim dönemin dansları’ diyor. Sonradan gördüğünüz gibi herkes Latin dansları yapmaya başladı. Bayağı bir avantajlıyım lantı çıkışı yaptığı hareketlerde, abartılı ve yaya yaya konuşmasında, bütün jest ve mimiklerinde, sunduğu övgü dansında bu klostrofobinin semptomlarını gizlemeye çalıştığı da alttan alta fark ediliyordu. Ama Güler Sabancı genişleme, yayılma arzusunu ve çabasını zamana da yayıyor. Müzecilikle geçmişe, üniversitesiyle geleceğe doğru da alan açıyor kendine. Ve bütün bunları yapar, kategorik genişlemesini sürdürürken, bunu bir yandan da her an fiziğiyle koreografik olarak da performe ediyor. Söyleşimiz bittiğinde holding binasından bera şimdi bu yeni ortamda.” ber çıkmıştık. Çıkar çıkmaz etrafını korumalar sardı. Söyleşide bu korumalarla gezmenin yaşantısını ‘Sezen söyler, ben ağlarım’ kısıtlayan bir olgu olduğunu anlatmıştı. O izbandut gibi korumaların arasına sıkışmış yürürken yüzün Aynı söyleşide o, Sezen Aksu’yla yakın dostlu deki daralmışlık ifadesi hemen seçiliyordu. ğundan söz etmişti. Katı olmanın bir zorunluluk ol Geniş bir piste çıkmak, yeniden dansa başlamak duğu sanayicilikte, dansla esnemeye, Aksu’nun ya için sabırsızlanıyordu. (ahtulgar@gmail.com) lıdan köşke servis ettiği portatif hüzünlere ihtiyaç hasıl olmuş olmalı. Sabancı bir sorum üzerine * Roma Imp. döneminden bu yana sanatı ve sanatçıyı koruyan soylu, güçlü, zengin kişilere “mesen” denir. Madonna 60’ı devirdi Maşallah Önceki yüzyıldan miras bir ikona! 20. yüzyıl pop kültürünü şekillendiren en önemli figürlerden Madonna, üç gün önce 60 yaşına bastı. Madonna aslında hiçbir zaman; ne en iyi şarkıcı, ne en iyi dansçı, ne de en iyi söz yazarı oldu. Fakat 80’lerde yarattığı büyük kitlesel gücün ortasında ‘bilinçli kışkırtıcı’ bir role bürünüp müzik endüstrisindeki erkeklerden daha fazla sözünü dinletmeyi başardı. Madonna; politik, erotik, dini konuları malzeme ettiği dünyasında hayranları için paha biçilmez ve albenisi yüksek bir projeksiyon ekranıydı. Kilisede siyah İsa’yı öptüğü ve haçların önünde dans ettiği ‘Like a Prayer’ videosu skandala sebep oldu. Madonna için din de, seks de her zaman iyi hesaplanmış dikkat çekme alanlarının birer parçalarıydı. Zıtlıklar ve tezatlar her daim Madonna’yı Madonna yapan unsurlar oldu. Pop’un divası, masumiyet idealize ederken bile şeytan kostümü giydi. Madonna denilen birinin yüksek egosunu, altını çizmek istediği ko nuların iddia ve tahrik boyutunu tartışmaya gerek yoktu. O, bulunduğu çağdaki tüm ‘açıkları’ kullanarak ikonalığın tüm gereklerini yerine getirdi. Bir posterden çok daha fazlası Madonna, pop kültürünü çeşitli simgesel alıntılarla başka bir dünyaya ta şıdı. Onun kalibresinde ünlü olmak, İsa’dan sonra en çok tanınan insan olmak anlamına geliyor. Bugün Madonna 60 yaşında ve neredeyse 35 yıldır tüm dünyada insanların dolaplarına, duvarlarına astığı bir posterden çok daha fazla sı. Amerikalı şarkıcı, müzisyen, dansçı, film yapımcısı, oyuncu, yazar ve moda ikonu olan Madonna, günümüz pop şarkıcılarının raf ömrünün kısa olduğu bir dönemde hiçbir şey yapmasa da halen en başarılı müzik kariyerle rinden birine sahip. Guinness’e göre tüm zamanların en çok satan kadın sanatçısı unvanını 2015 yılına kadar elinde tuttu. 80’lerin ve 90’ların çocukları; Madonna’nın gençlik kültürüne katkılarını, kadınların cin sel anlamda özgürleşmesine ve LGBTİ topluluğuna olan etkisini inkâr edemez. 20. yüzyıl pop kültürünü fazlasıyla etkileyen Madonna’nın Forbes’a göre serveti 590 milyon dolar. Bir zamanlar bir donut dükkânında tatlılar yapan bir kız için hiç fena bir rakam değil. Büyük bir kalenin sahibi Yazar, oyuncu, girişimci, aktivist ve anne… Ma donna, sahip olduğu maddi, manevi serveti de ya nına alarak artık 60 yaşına geldi. Bir süredir dilimi ze takılan hit bir şarkısı olmasa da o, önemini yi tirmeyecek bir kalenin sahibi. Pop müzikte trend lerin iyiden iyiye değiştiği bu son 10 yıl içinde Madonna’nın yaptığı çalışmalar ise emekli olmak istemeyişinin çırpınışları olarak yorumlanabilir. Madonna’nın bunca birikime rağmen halen piyasa yı bırakmak istememe çabası ile Deniz Baykal’ın siyaseti bırakamaması arasında aslında bir fark yok. Koltuk sevdası insanoğlunun yaradılış defosu ol malı. Madonna gibi bir isim de yaşlanmak isteme yebilir fakat Madonna’nın ölse de asla ölmeyeceği kesin. (mujdeyazici@gmail.com) MÜJDE YAZICI ERGİN Prag 1968: Bahar ve işgal Yarın Çekoslovakya’nın Varşova Paktı orduları tarafından işgalinin 50. yılı. Artık ne Çekoslovakya diye bir ülke var (Soğuk Savaş bittikten sonra Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı barışçı bir şekilde) ne de Varşova Paktı. Varşova Paktının lideri Sovyetler Birliği de mefta. O zamanların meşhur deyimiyle Rusya’nın “peykleri” sayılan ülkelerin hepsi zorla kendilerine dayatılmış Komünist rejimlerden kurtuldular. Avrupa Birliği üyeliği için gerekli sayılan demokrasi elbisesini bir müddet giydikten sonra da AB’nin hem ekonomik hem de mülteci sorunu nedeniyle patlayan varlık/kimlik krizleri sonucu giderek otoriterleşen sağcı, yabancı düşmanı rejimlere doğru evriliyorlar. 1968 yılında Çekoslovakya’nın büyük günahı Komünist Parti genel sekreterliğine 1967’de gelen Aleksander Dubçek’ın başını çektiği bir grubun “insani çehreli sosyalizm” şiarıyla özgürlük alanlarını açmaya, ekonomik reformlar yapmaya, toplumsal örgütlenmeye ve Komünist Parti dışındaki siyasi akımların siyasi sisteme katılımına daha fazla imkan tanıyacak bir dizi adım atmaya niyet etmeleriydi. 1968 yılının dünyanın dört bir bucağını alev alev saran özgürlük arayışlarının bir parçasıydı “Sosyalist Kamp” içindeki bu arayış. Ne var ki Sovyet sisteminin bu türden “icatlara” tahammülü yoktu. Sonuçta, bu tehlikeli gidişi önlemek amacıyla uydurulan “Brejnev Doktrini” gereği çoğunluğunu Sovyet askerlerinin oluşturduğu, Bulgar, Doğu Alman, Macar ve Polonyalı askerlerin de katıldığı yarım milyonluk işgal güçleri “karşı devrim”im ağına düşmek üzere olan sosyalist kamptaki bir müttefike “kardeşce yardıma gitmişlerdi. Milan Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanında ve aynı adla çekilen filmde anlatıldığı gibi, ülke direnebildiği kadar direnmiş, on binlerce Çekoslovakyalı Batı’ya göç etmiş, Dubçek köhne bir köyde duvarcı ustası olarak çalışmaya gönderilmeden önce Ankara’da altı ay kadar büyükelçilik yapmıştı. 1989 Kasım’ında çürümüş bir rejim efsanesi kendi gerçeğinden daha güçlü olan “Kadife Devrim” sayesinde nihayet yıkıldığında Dubçek’e itibarı da iade edilmişti. “Ivan Go Home!”: 1968 Sovyet işgali sırasındaki protestolarda bir Çek kadın, işgalci askerlere “Ivan evine dön” diye haykırırken... Doğu Avrupa’daki 1968’in özgürlük arayışı ister istemez Sovyet sultasından kurtulmaya odaklanmış bir arayıştı ve bu nedenle hedefi siyasi sistemi en azından biraz esnetmekti. Oradaki 1968 daha çok Soğuk Savaş bağlamında değerlendirilmiş, o toplumların içinde var olan özgürleşme arayışları küresel 1968’in kapsamına alınmamıştı. Batı’nın 1968 başkaldırıları ise her şeyden önce yerleşik toplumsal normlara, kendini yenileyemeyen siyasi yapılara yönelikti. Sol söylemin ağırlığına rağmen, aslında müreffeh orta sınıfların eğitimli çocuklarının isyanıydı. 1968’in simgesi sayılan ve aslında o yılların tümüne damgasını vuran radikal arayışlara ve toplumsal hareketliliğe bakıldığında bu payeyi de pek hak etmeyen Fransa’da öğrenci olayları Fransız üniversitlerinde yatakhanelerin kızlıerkekli olması talebiyle başlamıştı. Sonradan 1968 efsanesi kapsamında kabul edilen cinsiyet eşitliği bu hareketlerin pratiğinde pek görülen bir durum sayılmazdı. Halbuki 1968’teki cinsiyet ayrımcılığı, “devrimci” öğrencilerin ilişkilerinde bile ürkütücü boyutlardaydı. Devrimci özellik taşıyan tüm gelişmelerdeki gibi “1968” de çok boyutlu bir toplumsal olguydu. Nesiller arasındaki kavga, cinsel devrim talebi kadar, annebabaların konformizmine tepki ve boğucu toplumsal baskılara başkaldırı siyasi sisteme duyulan öfke kadar önemliydi. Her şeyden önemlisi ise 1968’in, özellikle Batı ülkelerinde çözülmeye başlayan daha cemaatçi yapıların karşısında mutlak anlamda bir bireyciliği getirmesiydi. 1968’in 50. yıldönümünde yazılan eleştirilerin önemli bir bölümünde bu nedenle 1968’lilerin kapitalizmin bugünkü, bireyciliği ve geniş toplumu umursamayan tavrı ön plana çıkaran halinin mimarları olduğu iddia edildi. 1968’in kültürel devriminin önemli bir boyutu sayılan, daha kapsayıcı toplum ve vatandaşlık tanımı arayışı ise yaşanan ekonomik krizin gölgesinde büyüyen göçmen/mülteci düşmanlığıyla berhava olup gitti. Doğu Avrupa’daki otoriterleşme ile Batı Avrupa’daki dışlayıcı toplum/vatandaşlık anlayışı bu nedenle 1968 mirasının reddi değilse bile sorgulanması anlamına geliyor. Bu muhasebe yalnızca 1968’in değil Aydınlanma’nın ve geleceğin de muhasebesi olacaktır. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle