26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 TEMMUZ 2018, PAZAR Bozkurt Güvenç İnsan ve kültür SAYFA 7 THERAPIA ALPER HASANOĞLU ‘Yar bana bir kimlik...’ tartışması ‘Türk’ Türkçe konuşandır Mustafa Kemal, toplumların milli devletlerini kurduğu bir dönemin insanıdır. Bugün yaşadığımız sorunlar, Türk Devrimi’nin değil, Türk varlığını yok etmek isteyen sömürgeci karşı güçlerin eseridir. Psikiyatrist Alper Hasanoğlu’nun Therapia köşesindeki “Yar bana bir kimlik...” (8 Temmuz 2018) yazısı üzerine, aramızdaki görüş veya yorum farkını PA7AR okurlarıyla nasıl paylaşacağımızı düşünürken... Alper benden önce davrandı, “Zorla kimlik olmaz” yazısıyla (15 Temmuz) konuyu ve sorunu açıkladı. Medeni bir tartışma örneği verdi. Kendisine teşekkür ediyorum. Özetlediği görüşlerimi onun kaleminden okurken, ciddi bir ayrılığımız olmadığını kabul ediyorum. Ancak o yazısında, “Konuya geri dönmek üzere şimdilik duralım” dedikten sonra, kendisini yönlendirecek bir yazı beklediğini de açıkladı. Onun bu dileğini yerine getirmek için yazıyorum. Kimliğin kaynakları Kimlik ve aidiyet konusunda iki temel kaynak vardır: Ülke/vatan ve dil. Toplumların çoğu üzerinde yaşadıkları ülke toprağı ve çoğunluğun konuştuğu dille anılır: Çinli, Hintli, Mısırlı ve Fransız gibi... Kıtada başka ülkeler bulunduğu için, “Amerikalı” ise kendini ABD vatandaşı olarak tanımlar. Göçebe atalarımızın belli bir anayurdu olmadığı için, Türklerin Tarihi’ni yazan J.P. Roux, ‘Türk, Türkçe konuşandır” diyor. Türk Devriminin mimarı M.K. Atatürk, “Ne mutlu Türküm diyene” demişti. Mustafa Kemal, yenik ve dağılmış bir çağdışı imparatorluğun aşağılanan bakiyelerinden bir millet yaratmıştır. Türklere “Türk” adını koyan Haçlı komutan Barbarossa’dır. Türkiye’de Türklerle savaştık diyor anılarında. Bu tarihi süreci “Türk Kimliği” kitabımın “Anadolu’nun Türkleşmesi” bölümünde bilinen kaynaklarıyla açıkladım.* Kimlik kavramının en yalın ve nesnel tanımı, “Kimsin” sorusuna verilen yanıttır. İnsan kendini kime, neye ait hissediyorsa, kimliği odur. Kavramı ilk kez Paris Üniversitesi’nde 1960 yılında dile getiren C. LeviStrauss hemen ardından, halen dünyamızdaki en yaygın insan davranışını “Ötekine karşı olmak” diye tanımladı (1962). Ernest Gellner, bu küresel davranışın incelediği İslam Âlemi’nde de yaygın ve geçerli olduğunu doğruladı (1981). Alper Hasanoğlu’nun 8 Temmuz tarihli ilk yazısındaki sonundaki şu görüşüdür: Türk kimliğini benimsetebilmek için belli bir düzeyde bu değerlerin dayatılması gerekiyordu ve bu uzun süre, düşe kalka devlet zoruyla yapılabildi. Ama Türk maalesef bu değildi. Bu olmadığımız gerçeği kimse tarafından seslendirilmese de ve aslında seslendirilmediği için, narsistik [kendine aşırı hayran], öfkeli ve kafası karışık bir toplum doğurdu... İddia ettiği şeyleri yapmamış olan, yapabileceğini iddia ettiği şeyleri yapamayacak olma gerçeğiyle boş boş büyüklenen, hırçın, kendine durmadan yalan söyleyen bir milletçik... Bu eleştirel görüş, tarihi açıdan doğru ve geçerli kabul edilse bile, acaba alternatifi ne olabilir? Sivas Kongresi’nde yükseltilmiş, “güçlü devletlerin mandası olmak” ya da “Halife’yi veya Osmanlı Sarayı’nı kurtarmak” mı? Bir millet yaratmak Alper bugünkü durumdan mutlu görünmüyor. Yeni Türkiye modelini ve Tek Adam yönetimini beğendiğini ya da desteklediğini de sanmıyorum. Öyleyse, cevaplanamayacak bir zihin deneyimi olarak soruyorum: Mustafa Kemal’e “Sivas Kongresi”nde ve Kurtuluş Savaşı’nda önerisi ne olabilirdi? Bu sorunun yanıtını merak ettiğim için yazmıştım onun PA7AR’da özetlediği mektubu... Zaferler kazanan liderler yeni devletler kurabilir. Ancak, ciddi bir Türk tarihçisi olan Profesör Paul Dumont, Mustafa Kemal’i bir devlet kuran biri değil, dağılmış Osmanlı İmparatorluğu’nun hayatta kalmış üyelerinden çağdaş “bir milletin mimarı” olarak değerlendirir. Bir millet yaratmak öyle emirle, yasayla değil, kapsamlı bir kültür devrimiyle mümkün olabilir. Mustafa Kemal, işte o devrimin temel kurumlarını tasarlamış ve gençlere emanet etmiştir. Mustafa Kemal, toplumların milli devletlerini kurduğu bir dönemin insanıdır. Bugün yaşadığımız sorunlar, Türk Devrimi’nin değil, Türk varlığını yok etmek isteyen sömürgeci karşı güçlerin eseridir. “Küreselleşen Dünya” önerisini açıklarken “milli devletler çağı ve tarihi bitmiştir” görüşünü savunan Amerikalı Francis Fukuyama, yükselen sert eleştiriler karşısında, yanıldığını görmüş; Türkçeye çevirisi gecikmeyen “Devleti İnşa” (2004) adlı eserinde, “Aman, devletinizi inşa ediniz yoksa bu dünya yönetilemez!” uyarısında bulunuyor. Sorunun özeti buradadır: ‘Devleti yıkmayı mı sürdürelim, yoksa devletimizi inşa mı edelim?’ * Kitapçılarda bulunmayan Türk Kimliği’nin 9. Baskısı, Boyut Kitapları tarafından 2010’da yapılmıştı. Kitap, tükenmiş veya tükeniyor olabilir. Aynadaki Minotaurus Uzun zamandır hayat bana mitolojik bir efsaneyi anımsatıyor. Minotaurus‘u ve içinde yaşayıp ölmeye mahkum edildiği çıkışı olmayan labirenti. Günlük hayat, ilişkiler, politika, komplo teorileri, çıkılması gereken tatiller, görülmesi gereken filmler, okunması gereken kitaplar… Daha iyi araba, daha iyi ev, daha ince ve fit bedenler… Yunanistan’da ölenlere “gavur” olduğu için sevinenler… Ne olduğunu bir türlü öğrenmeyi beceremediğimiz ahlak… Kendileriyle farklı görüşte olduğu için kalan ömrünü cezaevinde geçirmek zorunda olan bir yazara oh olsun diyen sözde demokratlar… Sevmeyi unutmuş, konformizm peşinde koşan kadın ve erkekler… Tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu Minos, Girit kralı olmak istemektedir. Amcası denizler tanrısı Poseidon’dan kendisine bu onuru vermesini ister. Poseidon bu isteğini kabul eder ve kurban etmesi için de çok güzel bir boğa gönderir Minos’a. Minos Girit kralı olur ama boğayı çok beğendiği için onu kendine saklar ve daha değersiz bulduğu, sıradan başka bir hayvanı kurban eder. Buna çok sinirlenen Poseidon Minos’a ceza olarak karısının bu boğaya âşık olmasını sağlar ve onu boğayla çiftleştirir. Bu çiftleşmeden başı boğa, gövdesi insan olan kuyruklu bir yaratık, insan yiyen ‘Minotaurus’ doğar. Doğduğu andan itibaren durmadan etrafına zarar veren Minotaurus’dan kurtulmak ister Minos ama kızı Adriane onun ölmesini istememektedir. Minos da labirent şeklinde, çıkışı olmayan bir hapishane yaptırır ve Minotaurus’u oraya kapatır. Hayat bir labirent kadar boğucu Minos bir savaşta yendiği Atina kralı Aigeus’u, her dokuz yılda bir yedi genç erkeği ve yedi genç kızı Minotaurus’a kurban olarak göndermeye mahkum eder. Aigeus’un oğlu akıllı ve güçlü Thesus kurban gönderme törenlerinin üçüncüsünde gizlice gençlerin arasına karışır ve girdiği mücadelede Minotaurus’u öldürmeyi başarır. Çıkılması olanaksız labirent’ten kurtulmasına da kendisine âşık olan Minos’un kızı Adriane yardım eder. Hayat içinden çıkılmaz bir labirent kadar boğucu. Ve hayat labirentinin koridorlarında Minotaurus’lara kurban edilmiş bizler bir koridordan ötekine çaresizce savruluyoruz… Birbirinden farklı olmayan ve önünde sonunda Minotaurus’a yem olacağımız labirentin her koridorunda bir kere daha umutlanarak… İsviçreli yazar Friedrich Dürrenmatt’ın bir kitabına kahraman olmuştur Minotaurus. Dürrenmatt, çağımız insanının oryantasyonunu kaybettiğini ve çılgınca kendi hapishanesinden kurtulmaya çalışan Minotaurus’a dönüştüğünü söyler. Dürrenmatt toplumsal güç odaklarının insanı, insan yiyen bir canavar haline getirdiğini düşünür. Kendi kendinin katilidir çağımız insanı… Görevimiz Tehlike – Yansımalar Bir aksiyon başyapıtı Yakın çekim Görevimiz Tehlike (Mission Impossible), Bruce Geller’ın yaratıcısı olduğu, 1960 ve 1970’lere uzanan geçmişiyle bugün efsane tanımlamasını hak eden, unutulmaz bir televizyon dizisi. Dizinin mütemmim cüz’ü, ses ve görüntüyle bildirilen ve dinlendikten sonra kendisini yok eden mesajdı. Dizinin başrol oyuncuları Peter Graves, Martin Landau, Greg Morris bugün yaşamıyorlar. Landau ile evli de olan dizi başrol oyuncularından sadece Barbara Bain hayatta. Diziden yola çıkarak, dünyayı karıştırmaya ilişkin komplolarla mücadele eden ajanların heyecan dolu maceraları 1996 yılından itibaren yoluna sinemada devam etmeye başladı ve daha da devam edecek gibi görünüyor. Sinemanın en ünlü ajanı 007 James Bond’dan farklı olarak, Görevimiz Tehlike, Ajan Ethan Hunt’ın (Tom Cruise) tek kişilik başarısı üzerine değil, her birinin ayrı yetenekleri olan bir ekibin (IMF) başarısı üzerine kuruluyor. 2.5 saat nefes nefese akıyor Serinin bugüne kadar çekilen filmlerinde, gençlik yıllarından başlayarak şimdi orta yaşa gelmiş olsa da değişmeden Tom Cruise rol aldı. Görevimiz TehlikeYansımalar, serinin altıncı filmi olarak şimdi vizyonda. Ethan Hunt (Tom Cruise) ve IMF ekibi (Alec Baldwin, Simon Pegg, Ving Rhames) ile artık aşina olduğumuz bazı dostları (Rebecca Ferguson, Michelle Monaghan), yolunda git le bu bağlamda ilişki kurmasına ilişkin, tehlikeli sahneler koordi natörü ve ikinci ekip yönetme ni Wade Eastwood şunları söy lemekte: “Bu, adamların araba ların üstünden 200 metre uçtu ğu ve ayaklarının üstüne düştü ğü filmlerden biri değil. Biz hâlâ gerçek olan aksiyon yaratıyoruz. Bence izleyiciler de bu yüzden filmlerdeki karakterlerle bağ ku rabiliyor. Ethan Hunt bir insan. Yapması gereken şeyi biliyor. Her zaman en kolay yolu seçmi yor ama elinden geleni yapıyor. Bu yüzden izleyicileri güldürüp, Tom Cruise, Görevimiz inandırıcılık sağlarken aynı za Tehlike serisinin 6’ıncısında da başrolde. manda onları şaşırtan aksiyonu ve tehlikeli sahneleri yaratma mız gerekiyor.” meyen bir görev sonrasında zamana karşı yarışıyorlar. Henry Cavill, Angela Bassett ve Vanessa Kirby de kadroya katılmışlar. Senaryoyu da yazan Christopher McQuarrie, bir kez daha yönetmen koltuğunda oturuyor. Filmi seyretmeden önce, geride kalan beş filmden sonra yeni bir Görevimiz Tehlike filminin hâlâ bir etki yaratıp yaratamayacağı sorusu takılıyordu akla... Film 2.5 saatlik uzun sayılabilecek süresine Diğer yandan, çekici kadınlar, imkânsız mücadeleler ve plastik yüz maskesi, ses değiştirme aparatı gibi kimlik değiştirme unsurları da her zamanki gibi amacına uygun olarak kullanılmış. Filmin etki gücünü artırmada başarılı görüntü yönetimi ve ses tasarımını da eklemek lazım. Akıllarda yer etmiş film müziğinin “leitmotive” olarak yer yer yükselmeleri de kimi sahnelerin etkisini daha da güçlü kılıyor. karşın, genelde nefes nefese bir tempoyla, aksiyon sinemasının önemli unsurlarını da başarıyla kulla narak seyirciyi koltuğuna mıhlıyor. Filmin temel Bülent vardar de aksiyon sineması örneği olması ve seyircisiy Labirentte Minotaur (Pablo Picasso) Bu mitolojik hikâye Pablo Picasso’yu da etkilemiştir ve bir seri resim yapmıştır büyük ressam. Bu resimlerden birinde küçük bir kız kör Minotaurus’un elinden tutar ve labirentten çıkarır. “Masumiyet,” demek ister gibidir Picasso, “bizi kendi labirentimizden kurtaracak güç, masumiyet ve saflıktır.” Labirentin artık bir dışı var mı diye de sorulabilir, hayatın kendisi bir labirente dönüşmüşse eğer. Bir sorun etrafınızdakilere, herkes kendini kurban gibi hissediyor. Dünya Minotauruslarla dolu ve bizler çaresiz kurbanlarız. İşyerinde haksızlığa uğruyoruz ama çıkış yok, çünkü ödenmesi gereken ev taksidi var. Labirentin koridorlarında Minotaurus’a yakalanmadan ne kadar dayanabiliriz? Kendi hayat biçimimizi yaşamak istiyoruz, kimseye zarar vermeden ama anlaşılan bundan rahatsız olanlar var. Elimiz kolumuz bağlandı, direnecek gücümüz, kaçacak bir yerimiz yok. Minotaurus iş başında ve biz savaşacak mecali olmayan kurbanlar gibiyiz. Herkes etrafında Minotauruslar görüyor. Hepimiz o labirentin içindeyiz ve bizi kurtaracak kahramanı bekliyoruz. Kurban olmak ve bir şey yapamamak büyük bir çaresizlik çünkü, ama… En korkuncu aynaya bakmak ve… o aynada Minotaurus’u görmek… C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle