Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 2 atar damar Melİs Alphan Mİrgün Cabas 29 TEMMUZ 2018, PAZAR Her şey Et ve süt şirketleri gezegeni ısıtıyor İklim değişikliği dendiğinde hep fosil yakıtlar konuşuluyor ama endüstriyel hayvancılığın etkisinden pek söz edilmiyor. Geçtiğimiz hafta, endüstriyel et ve süt üretiminin iklim değişikliğindeki rolüne dair önemli bir araştırmanın raporu yayımlandı. Tarım ve Ticaret Politikaları Enstitüsü (IATP) ve GRAIN tarafından kaleme alınan, endüstriyel et ve süt şirketlerinin ciddi bir emisyon kaynağını ortaya koyan rapor 35 büyük şirketin emisyonlarını ve iklim hedeflerini inceliyor. Rapora göre, dünyanın en büyük 35 et ve süt ürünleri şirketi önümüzdeki yıllarda gezegenin en büyük iklim kirleticileri olabilir. Bu şirketler emisyonlarını artıracak ve küresel iklim değişikliğiyle mücadele çabalarını aksatacak büyüme stratejileri güdüyor. Hem de gezegenin sera gazı emisyonlarını acilen azaltması gereken bir dönemde. Hem de bazılarının iklim değişikliğiyle mücadele taahhütü vermiş olmasına rağmen. Bu gerçekleri unutan et ve süt ürünleri devleri, üretim ve ithalatı artırarak aşırı tüketime neden oluyorlar. GRAIN’den Devlin Kuyek, “Bu şirketler, ithalat ve emisyonları arttıracak ticaret anlaşmalarını ısrarla talep ediyor ve ekolojik tarım gibi çiftçiye, işçiye ve tüketicilere fayda sağlayacak gerçek iklim çözümlerine zarar veriyor” diyor. Emisyonlar bildirilmiyor Raporun dayandığı araştırmadan öne çıkan birkaç nokta şöyle: ? Dünyanın en büyük beş et ve süt ürünleri şirketinin (JBS, Tyson, Cargill, Dairy Farmers of America ve Fonterra) toplam yıllık sera gazı emisyonu ExxonMobil, Shell veya BP’den daha yüksek. ? Dünyanın en büyük 20 et ve süt ürünleri şirketinin toplam emisyonları Almanya, Kanada, Avustralya veya Birleşik Krallık gibi ülkelerin emisyonlarından yüksek. ? Dünyanın en büyük 35 et ve süt ürünleri şirketinin çoğu ya emisyonlarını bildirmiyor ya da, emisyonlarının yüzde 80yüzde 90’ını oluşturan tedarik zinciri emisyonlarını dahil etmiyor. Bu şirketlerden sadece dördü kapsamlı emisyon tahminleri açıklıyor. ? Dünyanın en büyük 35 et ve süt ürünleri şirketlerinin sadece yarısı bir tür emisyon azaltım hedefi açıkladı. Bunlardan sadece altısı tedarik zinciri emisyonlarını dahil ediyor. ? Küresel et ve süt ürünleri sektörü öngörülen hızda büyüdüğü takdirde, hayvancılık sektörü 2050 itibarıyla gezegenin yıllık sera gazı bütçesinin yüzde 80’ini tüketebilir. ? En büyük 35 şirket faaliyetlerini küresel et ve süt ürünleri üretim ve tüketiminde orantısız paya sahip az sayıda ülkede yoğunlaştırıyor. Bu ülkelerden Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği Ülkeleri, Kanada, Brezilya, Arjantin, Avustralya, Yeni Zelanda ve Çin küresel et ve süt ürünleri üretiminden kaynaklanan toplam emisyonların yüzde 60’ından sorumlu. Bu oran kişi başı emisyonlara bakıldığında diğer ülkelerin yaklaşık iki katına tekabül ediyor. Dünya sığır eti üretiminin yüzde 67’sinden fazlası sadece altı ülke, domuz eti üretimin yüzde 80’i sadece üç ülke (ABD, AB ve Çin), kanatlı üretiminin yüzde 61’i sadece dört ülke, ve dünya süt ürünleri üretiminin neredeyse yarısı üç ülke (AB, ABD ve Yeni Zelanda) tarafından yapılıyor. Dünya sığır eti üretiminin yüzde 67’sinden fazlası sadece altı ülke tarafından yapılıyor. IATP’den Shefali Sharma “Ucuz et diye bir şey yok” diyor, “On yıllardır, et ve süt ürünlerinin seri üretimi çiftçilerin üretim maliyetlerinin altında kazanması, işçilerin sömürülmesi ve vergi mükelleflerinin büyük et ve süt ürünleri şirketlerinin sebep olduğu hava, toprak ve su kirliliğinin yükünü çekmesiyle mümkün olmuştur.” Eski Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel raportörü Olivier De Schutter’e göre de, endüstriyel hayvancılık ve süt sektörleri iklim değişikliğinin başlıca müsebbipleri ama yarattıkları etki hakkında bilgi toplamadıkları ya da sahip oldukları bilgiye dayanarak güvenilir uygulamalarda bulunmadıkları için genellikle detaylı incelenmemişlerdir. Mesut Özil’in fotoğrafına bakanlar aslında ne gördü? Bir istismar vakası Mesut Özil’i tanıdığımda bizim kanalın spor servisinde bir odada oturuyordu. Etrafı spor servisinin editörleri, sunucuları, muhabirleri ile çevriliydi. Gördüğü ilgiden sıkılıyordu diyemem. Çevresindekilerden gelen her soruya, her yoruma cevap vermeye çalışıyordu. Ne mahcuptu, ne de çok özgüvenli. Hakkındaki hemen her şeyi bilen insanlarla dost bir ortamda olmanın getirdiği rahatlıkla vakit geçiriyordu. Bizimkiler ise uzaktan sevdikleri, yakından da sevmeye hazır oldukları “Almanya’dan gelen kuzeni” tanımaktan mutluydular. Benim yönettiğim, o sıralarda çıkaracağımız bir derginin kapağına Mesut’un bir röportajını ve fotoğraf çekimini koymak istiyorduk. Kanalda olduğunu duyunca gidip bunu anlatmıştım. Biraz Almanca, biraz Türkçe konuşmuş, numara alıp vermiş, takvimine oturtursak çekimi yapma sözü almıştık. Yanında “bu işlere bakan” yakın akrabalarından biri de vardı. Sonra çekim olamadı, bizim ilgimiz başka yerlere kaydı ama bu kısa karşılaşma aklımda yer etti. Mesut’u hep dostlar arasında olduğunu bilen, etrafında konuşulanları yakalamaya çalışan, derdini anlatmak için az sayıda ve müphem sözcük kullanan haliyle hatırlarım. Meselenin Mesut yönü Mesut bu kez hiç müphem olmayan bir bildiriyle çıktı karşımıza. Uğradığı haksızlıklardan yakınan, Almanya futbol camiasına karşı net tavır alan ve rest çeken bir açıklama yaptı. En sevdiği konu futbol ve ırkçılık olan Avrupa kamuoyu da bu vakayı görmezden gelmedi. Konu, her yüzeyinden başka bir ışık yansıyan çokgen prizma gibi. Meselenin Mesut yönü var, Alman futbol camiası yönü var, Türkiye kamuoyu var, Türkiye siyaseti var, Alman siyaseti var, hamaseti var… Ama en önce Mesut yönü var… Mesut bu konunun ateşini yakarken “ırkçılık kısayolunu” kullandı. Derdini anlatırken bu kavramın çarpıcılığından, anlaşılırlığından yararlandı. Haksız da değil. Başına gelenleri buna indirgemek mümkün. Ama her şeyin gerisinde istismar var. Keşke bu konu tarihe ırkçılıktan çok, futbolcuların siyasetçiler tarafından istismar edilmesi boyutu ile geçse. Mesut’un Almanya’da hedef haline gelmesinin nedeni, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Londra’da çektirdiği bir kare fotoğraf. Başka Türk futbolcuların da olduğu bir kare… Hatta fotoğrafta Almanya milli formasını giyen başka bir Türk oyuncu daha var. Mesut’un Erdoğan’la o fotoğrafta yan yana görülmesinin yaktığı ateş, suları Dünya Kupası öncesinde ısıtmaya başlamıştı ama Almanların kupada yaşadığı hezimet, Mesut’a karşı öfke patlamasına yol açtı. Mesut takımdaki en kolay hedefti. Alman değildi, Polonyalı bile değildi… Ayrıca siyah olmadığı için açıkça ırkçılık yapılmamış gibi duracaktı… Vurulduğu zaman en çok ses getirecek hedefti. Üstelik Almanları sadece hayal kırıklığına uğratmamıştı, öfkelendirmişti. Genlerinde hürmet duygusu Mesut kendi deyişiyle “makama duyduğu saygıdan” kendisini çağıran Cumhurbaşkanı’nın davetine uymuştu. Mesut o sırada, Türkiye’deki seçim ortamının en civcivli anında, seçim kampanyasına da hizmet ettiğini neden düşünsün? Doların alıp başını gittiği, Cumhurbaşkanı’nın o gün Londra’daki açıklamalarının ateşe benzin döktüğünü nereden bilsin? Ayrıca bütün bunları bilse bile, nasıl “Ben oraya gelmem” desin? Anasını babasını gururlandıracağı bir karenin içine gireceğini düşünerek, genlerindeki hürmet duygusuyla girdi belli ki o kareye. Oysa bu, Mesut’n istismar edildiği andı. O, üzerine fazla düşünmediği bir karede, masumca gülümsüyordu. Oysa onun milli formasını giydiği ülkede pek çok kişi o karede Mesut’un masumiyetini görmedi. “Mesut raus” manşetleriyle onu Alman kamuoyunun önüne atanlar, o karede başka bir şey gördüler. Onlar o karede, iktidarını Batı karşıtlığı bir söylem üzerine kuran, Almanya’nın içişlerine müdahale eden, bu ülkedeki üç milyondan fazla Türk’ü kendi siyasi hareketi için yönlendirmeye çalışan, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal gerilimlerini Almanya’ya taşıyan, o ülkedeki sinir uçlarını kaşıyan, Almanya’da Diyanet görevlileri eliyle şüphe uyandırıcı faaliyetlerde bulunan, MİT görevlilerini Türkiye’den kaçmış muhaliflere karşı görevlendiren, Alman vatandaşı gazetecilerin aylarca sudan sebeplerle hapiste tutulmasına, sonra da bir günde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Arsenal’de forma giyen Mesut Özil’le Londra’da (13 Mayıs 2018) serbest bırakılıp Orta Amerika ülkesindeymiş gibi operasyonlarla ülkeden kaçırılmasına neden olan, Alman milletvekillerini, komisyonları keyfi sebeplerle ülkeye sokmayan, Alman Başbakanı’na, bakanlarına kendi ülkesinin muhalefet mensuplarıymış gibi seslenen, binlerce insanın özgürlük ya da gelecek kaygısıyla kaçıp Berlin’de gettolaşmasına neden olan bir iktidarı gördüler… Onun yanında da, geçmişte milli gururlarına hizmet etmiş, ama bu defa çuvallamış bir Mesut vardı. Mesut geçen yıllarda alkışları kazanarak milli hislere hizmet etmişti, Alman bayrağının bu tarafındaydı. Şimdi ise ıslıklanarak Almanların milli hislerine hizmet ediyordu, Alman bayrağının diğer tarafındaydı. Bir fotoğrafla gelen linç Almanya, ırkçılık sabıkası en ağır ülke. Irkçı parti orada da yükselişte. Ama Almanya’daki sağcı Başbakan yıllardır, ırkçılığa prim vermeden direniyor. Almanya’da 18 milyon yabancı kökenli insan yaşıyor. Bunların çoğu vatandaş. Üç buçuk milyonu Türk. Ve Mesut’a milli takımda kötü oynadığı için yüklenilmedi. Ama Mesut’a sadece Türk kökenli olduğu için de yüklenilmedi. Mesut’a sahada değil, fotoğraf karesinde hayal kırıklığı yarattığı için yüklenildi. Mesut o karede ateşe atılmış, istismar edilmişti, üstüne bir de lince uğradı. İstismara uğrayanın bir de linç edilmesi Türkiye’de alışkın olduğumuz bir durum. Saldırılar da “Onun da o saatte orda ne işi varmış canım” diye başlar… İstismar bu defa karanlık bir sokakta olmadı, fark bu. Denİz Bağrıaçık Aileye ekonomik bağımlılık, ‘bitmeyen çocukluk’ yarattı PeterPan nesli Hayat Bir önceki kuşakların evlilik, çocuk, ev taksiti ödeme gibi sorumluluklarını uzun süre ertelemeyi tercih eden, ergenlik dönemini 40’lı yaşların ortalarına kadar uzatmak isteyen yetişkinlerden bahseder olduk. Milenyum ve ardından gelen “Zkuşağı”ndan beklentiler son derece büyük: Mülteci krizleri ile yaşadıkları süre boyunca mücadele edip eşzamanlı olarak yükselen ırkçılık eğilimlerini bastırmaya çalışacaklar; okyanusları plastikten temizleyecek, karbon miktarını azaltacak, farklı terör örgütlerini bastırmak için kurulan başka terör örgütlerinin saldırılarında can vermeyecekler; Boko Haram’ların ellerine düşen kız çocuklarını özgürleştirecek, cinsiyet eşitliğini sağlayacak, savaşta anasını babasını kaybedip organ mafyasının elindeki çocukları da bir ara kurtaracaklar. Petrol için Venezuela’dan Ortadoğu’ya yerin didik didik edilmemesini de sağlamaları gerekiyor. Ayrıca Saharaaltı Afrika’da durmadan artan nüfusa elektriğin götürülmesi, aşırı yoksulluğun bitirilmesi gerekiyor. Antarktika’daki kutup ayılarını da unutmamak lazım!.. Peter Pan, yani “büyümeyen çocuklar nesli” olarak adlandırılan bu kuşaktan bunca sorumluluğu beklemek gerçekçi mi? Bir önceki kuşakların doğal akışındaki evlilik, çocuk, ev taksiti ödeme gibi sorumluluklarını uzun süre ertelemeyi tercih eden, ergenlik dönemini 40’lı yaşların ortalarına kadar uzatmak isteyen, yetişkinlerden bahsediyoruz. Eğlenceyi ön planda tutan ve mümkünse yine aynı 40’lı yaşların ortalarına kadar eğlenmeyi arzulayan bu nesli, Kent Üniversitesi’nden sosyolog Prof. Frank Furedi, “Toplumlarımızda bir sürü kayıp kız ve erkek çocuk olduğu”nu belirterek onları yetişkinliğin ancak kenarlarında dolaşan kişiler olarak tanımlamak gerektiğini kaydediyor. ‘Babyboomer’ların çocukları Bu durumun ana etkeni ise dünyanın içinde bulunduğu iktisadi sorunlar... Aileye ekonomik bağımlılık, onların aileden bağımsızca kuramadıkları bir dünyada “bitmeyen bir çocukluk” yaratıyor. Uzun süreli eğitim ve uzun süreli işsizliğin kesişiminde, aileden gördükleri destek, aslında onları bir bağımlılık tuzağına sokuyor. “Babyboomer”ların çocukları ve PeterPan’ları yetiştiren bu kuşağın hırslı yöneticileri, ne yazık ki bir türlü çocuklarına koltukları da bırakmak istemiyor. Devlet başkanlarına baktığınızda da Batı dünyasında, genç liderler çıkmasına karşın, yine de dünyanın birçok yerinde halen yönetici kadrolarda gençler kendilerine yer edinmekte güçlük çekiyorlar. Sembolleri ‘unicorn’ Oyun temelli bir dünyanın, gerçeklik ve iktidar algılarını da etkilediği, etkileyeceği açık... “Playstation çocukları”nın, girişimcilik ve para kazanma sembolünün bile “unicorn” yani tek boynuzlu bir ata dönüşmüş olması, son derece ciddi algı bozulması yaratıyor. Giyim kuşamdan tutun da iş dünyasına, yeni kurulan sivil toplum kuruluşlarına, kupa üstü, telefon sırtlarına kadar her yerin, mitolojide yalnızca saf iyiliğin timsali, hatta efsaneye göre kanını içenin öldüğü, yalnızca cinsel ilişki yaşamamış kadınların görebildiği bu “tek boynuzlu at” ile bezenmiş olmasına eleştirel bir bakış açısı geliştirmemiz gerekmez mi? “Startup”, yani fark yaratacak, daha önce olmayan teknoloji girişimlerinin 1 milyar doları aşanlarına da “unicorn” denmesi sizce bir tesadüf mü?.. Parayı ve iş hırsını bile mitolojik bir varlık ve kavramla özdeşleştiren bir kuşağın dünyasında yaşıyoruz artık. Bu dünyanın sorunlarına yenilikçi bakış açıları geliştirmek gerektiğini düşünmekle birlikte, bunu elbette oyuncaklardan bağımsız ve sorumluluk bilinci ile yapmak durumundayız. Çünkü gençler, aslında bu dünyanın da değişimini ve en önemlisi büyümeyi istiyorlar. C MY B