22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 TEMMUZ 2018, PAZAR SAYFA 3 Müzik gürer mut Kardeş Türküler’in 25. yıl konserine katılacak olan müzisyen Mikail Aslan ile konuştuk Nefessizmekânsız bırakılıyoruz Zazaca müziğin sevilen ismi Mikail Aslan, doğup büyüdüğü coğrafyanın ezgilerini, tınılarını, umutlarını dünyanın pek çok yerinde verdiği konserlerle müzik severlere ulaştıran bir isim. Son olarak bugün UNIQ İstanbul Açıkhava’daKardeş Türküler’in 25. yıl konserinde sahne alacak sanatçı ile bu toprakların bastırılan sesini konuştuk. ? Kardeş Türkülerin 25. yıl konseri, grubun bugüne kadarki en kitlesel konseri olacak. Bu özel günde yer almak nasıl bir duygu? Daha önce de Kardeş Türkülerle bir çok konsere katıldım. Bana göre Kardeş Türküler özellikle kendi coğrafyamızda var olan çeşitli halkların müzik gelenekleriyle barışık bir grup. Yani gerek Türk, Kürt, Ermeni müziği başta olmak üzere, diğer halk müziklerinin derinine inmek istiyorlar. Kardeş Türkülerin bu çabasıyla, benim çabam arasında bir paralellik olduğunu düşünüyorum. Hatta onlarla çaldığım zaman kendimi evimde hissediyorum. Doğal olarak, 25. Yıl konserinde onlarla beraber olmak beni heyecanlandırıyor. ? İstanbul, Ege ve Akdeniz’de sevenlerinizle buluşmaya hazırlanıyorsunuz. Heyecanlı mısınız? Son 23 yılda, ülkemde konser vermemin önünde kimi engeller oldu. Doğu ve Kürt illerinde yapmak istediğim konserler valilikler tarafından engellendi. Bingöl, Muş konserlerinde bunları yaşadık. Ben o coğrafyanın müziğini yapıyorum. Elbette kendi toprağımda engellenmiş olmak bir hayal kırıklığı yarattı ve çalışmalarıma bir dönem ara vermeme neden oldu. Fakat baktık ki bu böyle olmayacak, en azından sahne alabileceğimiz yerlerde çalmaya karar verdik. Seçimlerden sonra durumun ne olacağını kestiremiyoruz açıkçası. İyileşme ve normalleşme noktasında ümidimiz olmamakla beraber artık kendi topraklarımızda valiliklerin, konserlerimizi engellememesini istiyoruz. Bunların haricinde, 5 Ağustos tarihinde Altınoluk Amfi Tiyatrosunda, 7 Ağustos’ta Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde, 8 Ağustos’ta Didim’de, 9 Ağustos’ta Bodrum’da, 10 Ağustos’ta Kuşadası’nda ve son olarak 11 Ağustos’ta Antalya Konyaaltı’nda konserlerimiz olacak. ‘Tavuklarımız birbirine karışmıştır’ ? Eserlerinizde Alevi halk türkülerine, Dersimli Ermenilerin şarkılarına, doğaya ve insana ilişkin tınılar var. Bu zenginliği müziğinizde nasıl buluşturuyorsunuz? Bunlar komşu köyler gibidir. Ahmet Arif’in “İbni Haldun’un dediği gibi, ‘İnsanın coğrafyası, o insanın kaderidir.’ Coğrafyanın size yüklediği şeyler vardır. Ben coğrafyamın kaderinden kaçmıyorum. Bunu bilince çıkartarak umut vaat eden bir müziğe dönüştürüyorum.” deyimiyle, “Tavuklar birbirine karışmıştır.” Ben çok küçük yaşlarda köyümüze gelip de Kurmanci söyleyen insanlarla karşılaştım. Bir Türkmen köyünden gelerek Türkçe söyleyen Alevi dedeleriyle, yahut köylerimizde Ermenice konuşan insanların ezgileri, türküleriyle büyüdüm. Çocukluğumuzdan beri iç içe olduğumuzdan bu kültürleri kendimizden ayrı görmedik. Ben ve öteki ayırımı hiçbir zaman olmadı. İşte bu birikim bir süre sonra müziğime yansıdı. Doğa ve insan başlığı üzerinde durmamın nedeni ise insanlarımızın doğaya yaptığı saldırılara tanıklık etmemdir. XOZA albümümde bir nehir konuşur, “neden önümü tuttunuz” diye. Ağaçlar ve içerisindeki canlılar konuşur. Bu şekilde tabiata yönelik hor davranışımızı gündeme getirdim. XOZA’nın anlamı tarlayı nadasa bırakmaktır. Uzun yıllar ekilen, kendisine hor davranılan tarla verimsizleşir. Artık bu tarlayı dinlenmeye bırakmak ve kendisini yeniden yaratma şansını vermemiz gerekiyor. ? Bu toprağın acıları sizi nasıl etkiledi, müzi ğinize nasıl yansıdı? Geçmişte yaptığım çalışmalara baktığımda, müziğimin bir yas havasına büründüğünü ve bu yasın beni sürekli kontrol ettiğini farkettim. Bazen bu durum travmatik noktalara kadar gidiyordu. Ve nihayetinde bu hüzün havası bir süre sonra bana rahatsızlık verdi. Son yaptığım çalışmalar esnasında çocuklarım dünyaya geldi. Sonra şunu düşünmeye başladım, çocuklarıma nasıl bir müzik geleneyi bırakacağım. Onlara sadece ağıt, travmatik bir müzik mi bırakacağım sorularıyla meşgul oldum. Şimdi o yanımı onarmak için çalışıyorum. Ama tabii ki, İbni Haldun’un dediği gibi, “İnsanın coğrafyası, o insanın kaderidir.” Gerçekten de coğrafya bir kaderdir. Siz kendi bireysel kaderinizi şekillendirmeye çaba sarfedersiniz ama coğrafyanın size yüklediği şeyler vardır. Kimse ondan kaçamıyor. Ben kendi coğrafyamın kaderinden kaçmıyorum. Bunu bilince çıkartarak daha pozitif, daha gülümseyen ve umut vadeden bir müziğe dönüştürmeye çaba sarfediyorum. Sanat ortamalarından uzaklaştırılıyoruz ? OHAL sürecinde ortaya çıkan yasaklamalar sanatı ve kültürel hayatı da etkiledi. Son olarak Munzur Kültür ve Doğa Festivali yasaklandı, bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Yirmi yıldır profesyonel müzikle uğraşıyorum ve o günden bu güne memlekette bazı şeylerin değişeceğini umut ettim. Ama maalesef görüldü ki, bazı şeyler maalesef değişmiyor. “OHAL’i kaldırdık” diyorlar ama bugün Munzur Festivalini yasaklıyorlar. Demek ki bu analayış devam ediyor. Tabii ki, bu durum coğrafyamız açısından can sıkıcı. Sanatın, festivallerin yasaklandığı bir yerde nasıl yaşanır? Dünyanın dört bir yanında müzik yapıyoruz. Fakat bu ülkede sistem, sanatçılar olarak bizi ve yaptığımız sanatı ısrarla ötekileştirmek, gerçek sanat ortamalarından uzaklaştırmak istiyor. Çünkü Kürt sorunu, Alevi sorunu ve diğer demokratik bazı sorunların çözülmeyip sürüncemede bırakılmasının altında, bizleri sürekli baskı altında tutma çabası var. Fakat ne olursa olsun, inatla mücadele edecek ve Doğu’daBatı’da çalmaya devam edeceğiz. ? Bu yasaklamaların, sadece sanatçıyı değil, sanatseverleri ve dolayısıyla toplumu cezalandırmak yönünde atılan adımlar olarak mı değerlendiriyorsunuz? Kesinlikle öyle. Sizin nefes alacağınız bütün alanları kısıtlama yönünde atılan adımlar bunlar. Bir süre sonra da, siz sanatçı olarak kendi yaptığınız işten de soğuyorsunuz. Ben yurtdışında yaşamasam, kendi sanatımı gerçekleştirecek mekânlardan, ortamlardan yoksun olsam gerçekten bu durumla nasıl baş ederdim diye düşünüyorum. ? Dünya müzik piyasasında gereken yeri bulabiliyor musunuz? Avrupa’da Dünya müziği altında çeşitli bölgelerin müzik gelenekleri misafir ediliyor. Örneğin Alman toplumu yeni tınılara çok açık. Mesela, İran’dan gelen bir kemençeci koca bir konser salonunu doldurabiliyor. Yani batı toplumları daha önce duymadıkları bir sazı duymak ve tanımak istiyor. Otantik müziği bu şekilde işleyerek, onu daha üst bir noktada ifade edebilen gelenekçilerin, gelecekte Avrupa’da çok daha büyük bir yerinin olacağını düşünüyorum. Ben de yaptığım çalışmalar sonrasında çok değerli konser merkezlerine davet edildim ve orada kendi müziğimi sergileme fırsatı buldum. Kısacası, bugün dünyanın her yerinde otantik müziğin önü açılıyor. Erel Eryürek Amy Winehouse’u 7’nci ölüm yıldönümünde anıyoruz Yarattığı ışık herkese yetti Saygı duruşu Amy Winehouse zamanın dışından gelen biriydi. Sahip olduğu yetenek uzun zamandır rastlanmış bir şey değildi. Kendi veya başka bir kuşağın sesi filan da değildi. Hatta ve hatta kendi hikâyesinin sesi bile değildi. Yaşı için sesi fazla yaşlı, fazla tecrübeli, fazla kâmil, sırrına erişilmez ve gizemli bir insan evladıydı. 23 Temmuz 2011’de yaşamını yitiren, müzik dünyasının biricik ve belki de son yüzyılın en gerçek şarkıcısı Amy Winehouse Türkiye’ye de gelecekti. Herkes Belgrad konserindeki trajik halini konuşuyor, organizasyonu yapanlar İstanbul’da da aynı “felaket”in olmasından korkuyordu. Korkular ölüm haberiyle bertaraf edildi; yerini kızgın bir hüzün, derin bir üzüntüyle beraber boşlukta olma hissi aldı. Amy Winehouse şarkılarında söylediği gibi, daha önce de 100 kere ölmüştü ama bu sefer hiç ölmediği gibi ölmüştü. Tüm o alkol, uyuşturucu ve uyarıcı gezegeninde ne varsa vücuduna boca etmiş ve gitmişti. Herkesin ölümüyle ilgili söyleyecek sözü ve “hakkı” vardı. Sosyal medya onun haberleri, hayranlarının acılı yorumlarıyla dolup taştı. Kimse böyle genç ve kimilerine göre Elvis Presley’den sonra gelmiş bu denli yetenekli bir sanatçı görmemiş ve erken ölümünü kabullenememişti. Ölümü, ‘onur’uydu! Oysa Amy’nin çaresizlikte seçtiği ölüm onun için son kaçıştı; katışıksız bir karşı geliş ve olabilecek en onurlu davranıştı. Onun ölümü onur sözcüğü ile sıklıkla yan yana getirildi ve daha ziyade olumsuz bağlamda kullanıldı. Onurunu kaybetmişti insanlar nezdinde. Bu hüküm, bulvar gazetecileriyle gazetelerin sanat sayfalarını hazırlayanları buluşturmuştu. Son zamanlardaki kendini kaybeden, kimseyi ve hakkında söylenenleri umursamayan ve aşağılayan tavrı, olsa olsa onurunu yitirmişlikle alakalı olabilirdi. Bu da gerçek bir sanatçıyı yargılamanın en gülünç ve sefil şekliydi. Kendi sıkıcılığını ve yeknesak yaşamını başkalarını kontrol etme hastalığına yakalanarak tek ölçü kabul eden yığınların, Amy Winehouse gibilere hak ettiği onuru vermesi beklenemezdi elbette. Nirvana’nın tepesine erişti Halbuki onun üzerine yapışan, boyundan büyük gölge gibi onu takip eden bu imajının bir önemi yoktu. Amy Winehouse zamanın dışından gelen biriydi her şeyden önce. Sahip olduğu yetenek uzun zamandır rastlanmış bir şey değildi. O, gerçek, pür, saf ve sadece ve sadece kendisiydi. Kendi veya başka bir kuşağın sesi filan da değildi. Hatta ve hatta kendi hikâyesinin sesi bile değildi. Yaşı için sesi fazla yaşlı, fazla tecrübeli, fazla kâmil, sırrına erişilmez ve gizemli bir insan evladıydı. Sanatı yaşamının içine örülü, müziği de içinde yaşadığı bir pınardı. Attığı adımlar küçük, yarattığı etki büyüktü. O minik adımlarla ve içindeki huzur arayan yangınla Nirvana’nın tepesine erişmişti ve başka bir dünyanın insanı olduğu besbelliydi. Etrafında dönen sirk dağıldıktan sonra daha da parladı. Müziği ana akım ve nişin arasındaki sınırları kaldırdı. Herkesi yörüngesine aldı, herkesi kuşattı. Ana akım, gerçek sanatın ışığını uzun zamandır ilk kez onda gördü. Ve yarattığı ışık herkese yetti. Sınırlarla hiç mi hiç ilgilenmedi ve hepsinin dibine dinamit koydu. Kazananların azınlıkta olduğu bir yere götürdü hepimizi. Röntgenciler ve sınıflandırma ordusu Amy’i istediği kadar onur çerçevesinde yargılayabilir, sonsuz tahminlerini etrafa saçabilir, olanları patolojik Amy Winehouse bütün ölümlüler gibi yaşarken öldü ki hepimiz bir gün yaşarken öleceğiz. Ve ne zaman ölürsek ölelim, onun kadar yaşamış olmayacağız. leştirebilir ve suçu tercihen bağımlılığına, şöhrete, müzik endüstrisine, medyaya, yanlış arkadaşlara, yanlış eski kocaya bağlayabilir. Ve yine de bunların hiçbiri tek başına onu öldürmüş olamaz. Çünkü o da bütün ölümlüler gibi yaşarken öldü ki hepimiz bir gün yaşarken öleceğiz. Ve ne zaman ölürsek ölelim onun kadar yaşamış olmayacağız... erel.eryurek@gmail.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle