Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 8 gürer mut H?a?y?a?t 22 TEMMUZ 2018, PAZAR Sâ?il?be?em?r Urla Şarapçılık yöneticisi Can Ortabaş ile bağ, asma ve şarabın hikâyesini konuştuk Ege’nin ‘günahkâr’ mirası Anadolu’nun kadim kültürü olan şarabın hikâyesi M.Ö. 3000’e kadar uzanıyor. Ege’de ise üzüm ve şarabın hikâyesinin başlangıcına Homeros’un İliada destanındaki Pramnios şarabıyla tanıklık ediyoruz. Smyrnaİzmir’de yetişen şarapların gerek keyif gerekse tıbbi kullanım açısından değeri antik metinlerde yerini alırken, Klazomenai yani Urla şarabının varlığına dair yazılı kaynaklar da Roma döneminde karşımıza çıkıyor. Bu bereketli topraklar üzerinde yetişen üzüm ve ondan üretilen şarap, her medeniyetin simgesel bir kodu haline gelmiş durumda olsa da zaman içersinde yaşanan etnokültürel ayrımlar, toplumsal ve siyasal dönüşümler şarabın “günah” ile özdeşleştirilmesine neden oluyor. Durum böyleyken, bu toprakların bu önemli kültürel değerini yeniden filizlendiren Urla Şarapçılık yöneticilerinden Can Ortabaş ile şarabın tarihselkültürel gezintisini ve bugününü konuştuk. ? Sizi şarap kültürüne yönelten süreci anlatabilir misiniz? Şarap ayrı bir kategoriye girecek ritüelleri olan, incelikleri olan, sabun gibi elinizde bir türlü yakalayamadığınız, hep öğrenmeniz, damak zevkinizi geliştirmeniz gereken bambaşka bir dünya. En önemlisi de içinde hep hikâyeler barındırıyor. Yavaş yavaş şarabın hikâyelerini okumaya başladım. Gerçekten şarabın bir alkol olmadığını, kültürel ve sosyal bir yanının olduğunu anladım. Bununla beraber şarap kültürünün bir uzantısı olan, Agro turizmi keşfettim. Toskana’yı, Bordeaux’u ve Napa’yı dolaşmaya başladım. Orada şarabın aslında büyük resmin küçük bir parçası olduğunu gördüm. Urla’daki bu hayatımızın başlangıcı da orada gördüğümüz örneklerden şekillendi. ? Urla’da nesli neredeyse tükenen üzümlerin yeniden üretilmesinde önemli bir rol oynadınız. Bugün hangi tür üzümleri yetiştiriyorsunuz? Yabancı çeşitlerin en iyi klonlarını, en iyi araçlarla, çok ciddi çalışmalar yaparak üretmeye başladık. Bu yabancı çeşitlerin dışında, işe başladığımda adı olup, kendisi bir türlü bulunamayan ‘Urla Karası’ üzümü vardı. Bu üzüm, bölgeye özgü bir çeşit. Tekirdağ’daki Anadolu üzümleri koleksiyonunda adına rastlarsınız. Fakat kendisi yoktur. Yaklaşık 56 yıl Urla Karası’nı bulmak için yarımadada dolaşmadığım köy, dededen, babadan, Rum’dan kalmış eski bir bağ kalmadı. Beşinci senenin sonunda, Karaburun’daki Ovacık köyünde bir adet benim gövdemden büyük 100 yaşın üzerinde budanmamış, bir asma bulduk. Bunun Urla Karası olduğu DNA’larından ispat edildi. İspatın ardından, dünya atlasına girdi. Atlasta, “Can Ortabaş Urla Şarapçılık tarafından kaybolan bir çeşit, tekrar dünya mirasına kazandırılmıştır” denildi. Beni en mutlu eden, kaybolan bir çeşidi bulup Anadolu mirasına kazandırmaktır. ? Türkiye dünyanın en büyük üzüm plantasyonuna sahip 6’ncı ülkesi ama bunun yüzde 2 buçuğu ile şarap üretiyor. Şarap üreticiliğinde bu geri kalmışlığının sebebi ne? Bu toprağın her santiminde başka değerler, zengin bir mozaik var. İşte o zengin mozaiğin içindeki parçalar erimeye başlayınca şarapçılık azalmış ve kaybolmuş. Türkiye’nin temel sorunu tarım politikalarını doğru yönetememesi. Çarpık kentleşme sorununa bakacak olursanız, köyden kente göçün artmasının temel nedeninin tarım politikalarındaki yanlışlıklar olduğunu gö Can Ortabaş “Şarap ayrı bir kategoriye girecek ritüelleri olan, incelikleri olan, hep öğrenmeniz, damak zevkinizi geliştirmeniz gereken bambaşka bir dünya. Şarabın bir alkol olmadığını, kültürel ve sosyal bir yanının olduğunu anladım.” rürsünüz. Bu politikalar yıllarca yanlış yönetildiği için sanayileşirken bir taraftan da elimizdeki değerleri kaybetmeye başladık. Kırsal üretim büyük darbeler alınca, geçmişten gelen kültürel birikimin önü kesilmiş oldu. Bağcılık kültürü de bu durumdan olumsuz yönde etkilendi. ‘Şarap’ artan bir katma değer ? Agro turizmin önemine değiniyorsunuz bu alana dair planlarınız neler? Ben hiçbir zaman, şarap yapalım da ondan para kazanalım diye bu işe girmedim. Toskana’yı, Bordeaux’yu hayal ederek işe başladım. Oralara Agro turizm ve gastronomi girmiş. Eski binalar restore edilerek butik oteller haline getirilmiş. Türkiye’de bir butik otel, restoran iki ay dolu, on ay boş olursa bu sürdürülebilir bir durum mudur? Biz eğer şarap turizmini gerçekleştirebilirsek, bunun yanına çeşitli festivalleri de ekleriz ve bu bölgeyi yazkış işler hale getiririz. Bu sene 80 bin ziyaretçimiz oldu. Yani burası Avrupa’nın en çok ziyaret edilen şaraphanelerinden. Bakın, dünya genelinde müze turisti zengindir ve ortalamanın 5 buçuk katı oranında para harcar, katma değer yaratır. Benzer bir durum şarap tadımı yapacak turist içinde geçerlidir. Bugün, ABD Kaliforniya’da bulunan Napa bölgesinde yılda 3 milyar dolarlık şarap üretiliyor. Bu 3 milyar dolarlık şarap Kaliforniya ve ABD ekonomisine yılda 20 milyar dolar olarak dönüyor. 3 milyar dolar, 20 milyar dolara nasıl dönüyor? Kabaca, tarım için elverişli olmayan topraklarda, bağcılıkla birlikte istihdam yaratılıyor. Bölgedeki insanlar para kazandıkları zaman alım güçleri oluşmaya başlıyor. Ayrıca devlet şarabın şişesinden ÖTV alıyor. Şişe, üretim tesisinden 50 liraya alınıyorsa, İstanbul’da 100200 liraya satılıyor. Aradaki kârı devlet bir kez daha vergilendiriyor. Yani bu 3 milyar değerindeki şarap, katla narak büyüyor. ? Türkiye’de içkili olduğu gerekçesiyle, kül türel etkinliklere saldırılar düzenleniyor. Bu atmosferde yabancı turist şarap için Türkiye’yi tercih eder mi? İkilemler var elbette. Söylenenler ve yapılanlar arasında farklılıklar var. Devlet diyor ki, “Yurtdışına gittiğinde yardım ederim. Senin üretimine karışıyor muyum? Hayır!” Karışmıyor ama hükümetin 18 yaşın üzerinde insanın içki içebilme hakkını da güvence altına alması gerekiyor. Eğer içkili bir etkinliğe saldırı girişiminde bulunulduysa, devlet saldırıya uğrayan vatandaşlarının güvenliğini sağlamak zorunda. Onu korumakta gecikirse, işte orada problemler başlıyor. Ayrıca Türkiye’nin imaj sorunu açısından da kritik bir başlık bu. Mahalle baskısı var ? The Ekonomist’te 2016’da çıkan bir yazıda, AKP iktidarının şarap sektörünü içerde baskıladığı, dışarda serbest bıraktığı yazılmıştı. İç pazarda ne gibi sıkıntılarla karşılaşıyorsunuz? Bizim karşımıza çıkan engeller şuydu: Vergiler yüksek ve ÖTV’nin KDV’si var. Onları bir yere kadar karşılıyoruz. Ama üretime ilk başladğımızda hayat gerçekten zordu. Bu piyasaya girdiğinizde zaten kimse sizi tanımıyor, restoranlar büyük şirketlerle yaptıkları anlaşmaları karşınıza getiriyor. Bunlar engellerdi. Zaten reklam yapamıyorsunuz. Mahalle baskısı denen bir şey var. Bazı alanlarda 100 metre mesafede içki satışını engelleyen uygulamalar var. Adam turistik bir bölgede bir restoran açıyor ama o bölgede kursa, camiye, kiliseye yakın mesafede olunca alkol satışı yapamıyor. Yani yabancı turist, o tarihi bölgeyi dolaştıktan sonra iki kadeh bir şey içmek istediğinde içemiyor. Devletin bunları gözlemlemesi lazım. Sonunda bu da oldu ve Hobgoblin birasının etiketi de ‘sakıncalı’ bulunup karartıldı… ‘Bira cücesi’ne de sansür! Demokrasinin şahikasını, özgürlük ve insan haklarının en ileri seviyesini yaşayan ülkemiz, vatandaşın ahlakını koruma konusunda da tüm dünyaya örnek olmaya devam ediyor! Daha geçen ay, “Terminator: Genisys” filmindeki kadın gölgesinin TRT tarafından buzlanması yansımıştı basına… Öyle ya, bilimkurgu izleyeceğim diye ekran başına geçen biri, oradaki kadın silüetinden tahrik olabilir; maazallah “milli irade”nin edep ve şuuruna halel gelebilirdi. Neyse ki TRT tarafından bunun önüne geçildi. ‘Özendirici olabilir’miş! Benzer bir uygulama, son olarak İngiltere’nin meşhur iki birası, Hobgoblin ve King Goblin’de yaşandı. Türkiye piyasasına yeni giren iki bira, etiketlerindeki cüce “siyah bant”la kapatılarak market raflarında yerini aldı!.. Konuyla ilgili görüştüğümüz ithalatçı fir İngiltere’nin meşhur birası King Goblin’in şişe etiketindeki ‘eli baltalı cüce’ (en sağda) Türkiye’de siyah bantla kapatılarak satışa sunuldu (ortada). ma, şişede yer alan “eli baltalı cüce” figürünün Tütün ve Alkol Dairesi Başkanlığı’nca “özendirici” bulunduğunu, bu yüzden etiketi siyah bantla kapat mak zorunda kaldıklarını söylüyordu. Neticede, markette kendi halinde gezen biri tesadüfen bira reyonunda tanesi 20 TL’ye satılan Hobgoblin’i görebilir, “Aa, ne sevimli bir cüce. Dur ben de içeyim!” diyebilir ve farkında olmadan kendini alkolizmin kollarında bulabilirdi! Çok şükür, devlet büyüklerimiz bu felaketi de tam zamanında engelledi!.. Çünkü ahlak her şeydi… Ey hızlı tren yolcusu, ey Somalı maden işçisi, ey Leyla bebek, ey patileri kesilen köpek!.. Sizler hayatta olsanız, Türkiye’nin böyle “ahlaklı” bir dönemi için acaba ne derdiniz?! MEMETCAN DEMİRAY SEDEN MESTAN Her fotoğrafın altına uzun uzun şiirler yazıyor Patti Smith’in Instagram hikâyeleri Alt tarafı sekiz senedir hayatımızda olsa da günlük alışkanlıklarımızı komple değiştirmeyi başardı Instagram. Ve tabii görme şekillerimizi de... Twitter nasıl cümleleri kısalttıysa Instagram da görselliğin öne çıktığı bir akış getirdi hayatımıza. Afili filtrelerle cilalanan fotoğraflarla kişiliğimizin ve geçen günlerimizin birer özetini sunmaya çabalıyoruz orada. Punk’ın efsanevi müzisyeni Patti Smith de geçen mart ayında açtığı hesabıyla Instagram aleminde yerini aldı. Tüm mütevazılığıyla hayranlarını selamlayan müzisyenin (elinin bir fotoğrafını koyarak, “herkese merhaba” demişti ilk paylaşımında). “This is Patti Smith” adlı Instagram hesabı, ince ayar çekilmiş fotoğrafların ve az söz söylemenin makbul olduğu bu yeni düzen içerisinde nevi şahsına münhasır bir duruş sergiliyor. Punk müziğin efsanesi Patti Smith, günümüzün hızlı tüketim sevdasını birkaç vites artıran Instagram’da, özgün hikâyelerini tüketimci olmayan sakinlikle anlatıyor. Rimbaud’un çiftliği 20. yüzyılın ikinci yarısının ve günümüzün en özgün hikâye anlatıcılarından biri Patti Smith. Haliyle Instagram onun için hikâyelerini, şiirlerini paylaşmak için yeni bir araç gibi. Fotoğraflarını paylaşırken herhangi bir estetik kaygısı gütmüyor: Sıradan bir makarna süzgeci veya kullanılmış bir diş fırçası bile onun fotoğraflarında baş köşeyi kapabiliyor. Önemli olan fotoğrafta gördüklerimizin ondaki hikâyeleri ve çağrıştırdıkları... Neyse ki fotoğraflar karşısında ilk anda yaşadığımız merakı da karşılıksız bırakmıyor o ve her paylaşımının altına, kendi şiirsel anlatımıyla bir hikâye bırakıyor. “Burası Rimbaud ailesinin çiftliği” diye anlatmaya başlıyor, bir pencereden el sallarken gözüktüğü fotoğrafının altında. “Arthur, Cehennemde Bir Mevsim kitabını 1873 yazında burada yazdı” diyerek devam ediyor hikâyesine. Bir şair olarak kendisine ilham veren isimler arasında sıkça andığı Arthur Rimbaud’nun izlerini takip ederek geçirdiği o günden tam üç tane fotoğraf paylaşıyor ve kendi hikâyesini Rimbaud’nunkiyle kesiştiriyor. Birkaç gün sonra bir selfie paylaşıyor. Gözünde gözlükleri, dingin bir ifadeyle gülümsüyor kameraya. “Rockaway’de bir pazar günü” diyerek giriyor söze. O gün evde yaptıklarını anlatıyor “Okudum, yazdım, yerleri sildim...” Selfie’sinin hemen ardından gelen karede gerçekten de yerleri sildiğini kanıtlamak istermişçesine kırmızı bir paspasın fotoğrafını paylaşmış; pazar pazar temizlik yapmak zorunda olan hayranlarına “rockstar’lar da temizlik yapar” demek istiyor belki, bir nebze de olsa teselli etmek adına... Sıradan detaylarda umulmadık hikâyeler Hayranlarıyla kurduğu güçlü iletişime yine aynı şekilde devam ediyor; fotoğraflarının altına yazılan yorumlara her zamanki nezaketiyle tek tek cevap veriyor, kendisine çiçek emoji’si yollayanlara “Çiçekler için teşekkürler” demeyi ihmal etmiyor. Aslında şarkılarından, şiirlerinden ve kitaplarından Patti Smith’e dair ne biliyorsak hepsinin bir toplamını görüyoruz Instagram hesabında. Tam da alışık olduğumuz anlatım tarzıyla günlük hikâyelerine devam ediyor burada. Herkes her şeyi hızlı hızlı tüketmeye gayret ederken o sakince etrafındakileri izliyor, sıradan detaylarda umulmadık hikâyeler buluyor ve birkaç hashtag’le kafasındakileri anlatmak yerine her fotoğrafın altına uzun uzun şiirler yazıyor. Patti Smith’in Instagram dünyasının tekdüze kalabalığına son hız giriş yapıp plajda ayak fotoğrafı paylaşmasını zaten kimse beklemiyordu herhalde?.. (sedenmestan@gmail.com) C MY B