Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 2 atar damar Melİs Alphan Halk sağlığı kimin umurunda! İrlanda tarihi bir karar aldı. ‘Fosil Yakıtlardan Geri Çekilme Yasası’ parlamentoda kabul edildi ve İrlanda yatırımlarını fosil yakıtlardan tamamen çeken dünyadaki ilk ülke oldu. Dünya çapında 150 şirkette toplam 318 milyon euro’luk yatırımı olan ülkenin varlık fonu 5 yıl içinde fosil yakıt şirketlere olan tüm yatırımlarını terk edecek. İklim politikaları yüzünden çok eleştirilen İrlanda’da bile durum bu. Bizden ne haber, derseniz… Havayı kirleten ve insanları hasta edip erken ölümlere neden olan kömürlü termik santral projeleri tam gaz devam. Hem de tüm kuralları çiğnercesine. Misal, Eskişehir Tepebaşı ilçesine kurulması planlanan 1100 MW kapasiteli Alpu Termik Santral ve Kömür İşletmesi projesinin ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) süreci geçtiğimiz yıl eylül ayında Elektrik Üretim AŞ’nin (EÜAŞ) başvurusuyla başladı. EÜAŞ’ın isteği üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çevre düzeni planında revizyon yaptı. Toprak Koruma Kurulu’nun kararıyla 893 hektarlık tarım alanı tarım dışına çıkarıldı. ÇED raporunun eksik ve yanlışlarına rağmen ‘ÇED Olumlu’ kararı verildi. Çok sayıda yerel/ulusal kurum ve STK bu kararın iptali için dava açtı. Alım garantisiyle özel sektöre devredilecek projenin özelleştirme ihalesi 6 ayda 3 kez ertelendi. En son, ihalenin 15 Ağustos’ta yapılacağı duyuruldu. Herhalde ihaleye kimse girmek istemiyor ki ertelenip duruyor. Dünyada gözden düşen kömür odaklı enerji projelerine kim niye para yatırsın öyle değil mi? Serbest piyasa koşullarında kamu kurumlarının dahil olmadığı, sadece özel sektörün aktif olduğu bir üretim piyasası mevcutken, özellikle kömür yakıtlı termik santral projeleri açısından EÜAŞ son dönemde yeni bir teşvik modeli uygulamaya başladı. Bu modele göre, EÜAŞ, maden sahalarının olduğu bölgelerde termik santral projeleri planlıyor, geliştiriyor, projenin tüm idari izin süreçlerini yönetiyor ve ilgili izinleri alıyor; daha sonra da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aracılığı ile ihale düzenleyerek projeyi özel sektör yatırımcısına ihale ediyor. EÜAŞ bu projeleri cazibeli hale getirmek için, proje hayata geçtiğinde de termik santralden üretilecek elektriği 1015 yıl gibi uzun sürelerle sabit bir fiyattan alım garantisi veriyor; normalde kârlı olmayan kömür projelerine ciddi bir kamu teşviği sağlıyor. Bu model, yenilenebilir enerji üretimi ve/veya piyasadaki diğer aktörler için haksız rekabet teşkil ettiği gibi Türkiye’de elektrik piyasasını serbestleştirme politikaları açısından da bir geri adım. Dahası, elektrik fiyatları ucuzlarken, EÜAŞ’ın dolar üzerinden yıllarca verdiği alım garantisi, mevcut dolar kurundaki değişiklikler gözetildiğinde, kamu kaynakları açısından ciddi bir külfet anlamına geliyor. Alpu Termik Santralı da bu modelde ilerliyor. Geçtiğimiz hafta, Temiz Hava Hakkı Platformu ve Eskişehir Tabip Odası Alpu TS’nin ÇED raporuna dair yaptıkları toplantıda, Eskişehir İl Sağlık Müdürlüğü’nün santralı ‘hava kirliliği ve halk sağlığı’ açısından değerlendirmeden olumlu görüş verdiğini açıkladı. Bir kere bu tesis, Eskişehir’de hava kirliliği yükünü artıracak ama İl Sağlık Müdürlüğü’nün görüşünde halk sağlığını ve hava kirliliğini ilgilendiren hiçbir madde yok. Oysa santralın yol açacağı hava kirliliği hastalıklara davetiye çıkaracak. Greenpeace Akdeniz’in ‘Eskişehir’de Kömürlü Termik Santral Tehlikesi’ isimli raporuna göre, kömür yakıldığında ortaya çıkan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen etkisi kabul edilmiş olan küçük parçacıklar (PM2.5 ve NO2) yüzünden santral 35 yıllık ömrü boyunca 3200 kişinin erken ölümüne neden olacak. 1994 yılı öncesinde sadece evsel ısınmada kullanılan linyit kömürü nedeniyle hava kirliliğinin artmış olduğu Eskişehir’de bu santralla beraber yılda 7,8 milyon ton linyit kömürü yakılmak isteniyor ve il Sağlık Müdürlüğü halk sağlığına etkileri yerine sadece iş sağlığını değerlendiren bir görüş sunuyor. Kim bilir, belki de Çevre Bakanlığı müdürlükten bu kadarını istedi. E o zaman, halk sağlığı hiçbir kurumu ilgilendirmiyor mu? Devlet kim için var sonuçta? Pes doğrusu! melisalpan78@gmail.com 22 TEMMUZ 2018, PAZAR Therapia ALPER HASANOĞLU Ümmetten millete geçiş aşamasında kaçınılmaz arayış Kimlik peşinde… Kimliği kimlik yapan en önemli özelliklerden biri insanların ortak bir dile sahip olmasıdır. Türk insanının ta Orta Asya zamanlarından beri ortak bir dili vardır; Türkçe. Ama Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve ‘gelişmiş, uygar’ devletler karşısında daha güçlü ve kendinden emin bir şekilde dimdik durabilmek için Türkçenin var olması tek başına yeterli gelmemiş, ona başka özellikler, daha ‘yüce’ anlamlar da katılmak istenmiştir. Bu anlamda, 1930’lu yıllarda Atatürk’ün desteklediği ‘Güneş Dil Teorisi’ ortaya atılmıştır. Ama dilbilimciler tarafından pek rağbet görmediği için kısa sürede önemini yitirmiştir. Atatürk tarafından bizzat yazıldığı hemen hemen kesin olan ‘Etimoloji, Morfoloji Fonetik Bakımdan Türk Dili’ adlı kitap için Sırp asıllı Avusturyalı dilbilimci Hermann Kvergic’in ‘Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi’ adlı 41 sayfalık Fransızca eserden yararlanılmıştır. Kvergic’in teorisinin ana fikri, “Türk dilinin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin de Türkçeden türediği”ydi. Aşağılanmış Türk’e özgüven aşılamak Ümmetten millete geçiş aşamasında Batı karşısında kendini aşağılanmış hisseden Türk insanına özgüven aşılamaktı o dönem en önemli amaç ve haklı bir gerekçe olarak da değerlendirilebilir. Ayrıca Atatürk, birazdan daha ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız Türk Tarih Tezi’nin desteklenmesi için de bu hipotezin geliştirilmesine ayrıca önem veriyordu. Türkçenin dünyadaki en eski dil ve dünyadaki diğer dillerin pek çoğu Türkçeden türediği iddiası, daha sonra Sümer dilinin de Türkçeden kaynaklandığı, Sümer yazısının tarihte bilinen ilk yazı ve dilin de Türk dili olduğu yönünde devam etti. Türk Tarih Tezi de 1930’larda gündeme gelmiştir. 1930 yılında 100 adet basılan ‘Türk Tarihinin Ana Hatları’ adlı eser Türk Tarih Tezi’nin bildirgesi sayılır. Tez, Avrupa medeniyetinin göçler sonucu Asya’dan gelen insanlar tarafından oluşturulduğunu, Yunan bilim, sanat ve felsefesinin bütün pınarlarının da aslında Anadolu’da olduğunu savunur. Tez, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu tezini de savunur. Değişik çağlarda, çeşitli göç dalgaları halinde dünyaya yayılan Türklerin atası da bu halklardır. Türk Tarih Tezi ırk kökenli değil medeniyet kökenlidir. Anadolu’daki bütün uygarlıkların birbiriyle karıştığını ve birbirini etkilediğini, bu 1930’larda gündeme gelen Türk Tarih Tezi’ne Atatürk öncülük etmiş ve büyük önem vermiştir. uygarlıkların en önemlilerinden birinin de Türk uygarlığı olduğu tezini işler. Bu anlamda, dünya medeniyetini Yunan medeniyetiyle başlatmak yanlıştır. Anadolu’nun 7000 yıllık Türk beşiği iddiası, Anadolu’daki Türk varlığını Malazgirt Savaşı’ndan çok daha öncelere dayandırır. Türkler sarı ırka mı mensup, beyaz ırkamı? “Türk Tarihinin Ana Hatları” kitabının yazarlarından Fuad Köprülü 1940 yılında yazdığı bir yazıda bu eserin, “Avrupa tarihçiliğinin Türkler aleyhinde yazılmış temelsiz ve olumsuz düşüncelerine karşı bir tepki olarak ortaya çıkan romantik nasyonalist bir tarih anlayışı” olduğunu ifade eder. Dünya uygarlık tarihinin kökenlerinin, sadece HintAvrupa lisanı konuşan topluluklara atfedilmesine, Türkleri sarı ırka mensup barbarlar (bu arada sarı ırka mensup olmak neden aşağılayıcı bir şey olarak düşünülüyor, o da ayrı bir konu) olarak gösterilmesine bir tepkiydi. Türk Tarih Tezi’ni Turancılar da hiç beğen mediler, çünkü ırkların üstünde bir ırk olarak gördükleri Türk ırkını değil de kurulan medeniyetleri ön plana çıkarıyordu bu tez. Bu arada günümüzde, sosyalist olduğunu bildiğimiz Kaan Arslanoğlu ve arkadaşları (Arslanoğlu bir psikiyatrdır aynı zamanda) Güneş Dil Teorisini, bir bakıma savunan, esas olarak doğru olduğunu dile getiren bir kitap yayımladılar. Kitapta özetle, İngilizce, Fransızca, Arapça, Türkçe ve Almancadaki binin üzerinde “temel kök sözcükler”in ses ve anlamlarındaki benzerliğin “ProtoTürkçeSamiHintAvrupa” dilinin varlığının kanıtı olduğunu öne sürüyorlar. Bu arada Gene Matlock adlı bir Amerikalı, ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz’ adlı kitabında Hindistan’daki dinleri incelerken Budizmi Türklerin kurduğunu keşfettiğini yazıyor. “Yeryüzünde yaşayan herkes kendi neslinin izlerini doğrudan ya da dolaylı olarak Türklere kadar sürebilir” diye yazıyor. Ne diyeyim Allah akıl fikir versin! Yapacak yorum, söyleyecek söz bulamıyor insan bazen. alperhasanoglu@yahoo.com İnsanın değil ‘erkeğin hikâyesi’dir hep önümüze konan… Çin işi Japon Tarihin görünmez kadınları işi Kadının tarihteki yokluğunu, tarihsel anlatılardaki hiyerarşiye borçluyuz. Bu hiyerarşiye göre kadının hikâyesinin pek öyle kıymeti harbiyesi yokken, her şey erkeğin hikâyesi etrafında döner. Tarih dediğimiz de buna göre yazılır. Mileva Maric’in kim olduğunu biliyor musunuz? Bir ipucu veriyorum: Albert Einstein. Bu isim çağrışım yapmazsa şaşmayın. Nasılsa tarihimiz, erkeklerin başarıları, zaferleri ve icatlarıyla dopdolu! Kadınlar, tarihin öznesi olarak kabul edilmedikleri için hiç var olmamışlar gibi yapmak en kolayı. Hem Einstein dururken ilk karısı Mileva Maric kimin gözüne çarpar ki?.. National Geographic’in “Deha” adlı belgesel serisinde Einstein’ın hayatını seyredene dek ben de Maric’in ismini hiç duymamıştım. Neredeyse her bölümü, “Böyle zehir gibi bir kadın nasıl olur da görmezden gelinir,” diye söylene söylene geçirdim. Maric, 1896’ta, Zürih’te fizik ve matematik eğitimine başladığında tanışır Einstein’la ve 1914’te kendisinden boşanana kadar onunla omuz omuza çalışır. Okudukları üniversitede, ilk kadın akademisyenin 1985 yılında göreve başladığı düşünülürse, ne denli erkek egemen bir ortamda, cinsiyet ayrımcılığına maruz kalarak eğitimini sür dürdüğü üç aşağı beş yukarı tahmin edilebilir. O dönemde bu bölümü bitiren ikinci kadın olması, onun az buz bir azme sahip olmadığının göstergesidir aslında. Gelgelelim Einstein, 1900’de ilk akademik makalesiMileva Maric ni Maric’le birlik hikâyesinin etrafın da döner. Tarih dedi ğimiz de buna göre yazılır. Stabilo’nun kay da değer olanın altını çiz adlı reklam kam panyası, tarihin dışla dığı kadınlardan ba zılarını fosforlu ka lemlerle işaretleye rek görünür kılarken, hegemonik tarih an latımının ne mene bir şey olduğunu anla mamızı sağlıyor. Bir fotoğrafta, nükleer füzyonu keşfeden Li se Meitner’le tanışı yoruz. Keşfi birlik te yaptığı erkek fizik Stabilo’nun reklam kampanyası, tarihin dışladığı kadınlardan bazılarını fosforlu kalem çi Otto Hahn Nobel lerle işaretleyerek görünür kılıyor. Bu sayede nükleer füzyonu keşfeden Lise Meitner ödülünü kazanmış; (solda) ve uzay mekiği Apollo 11’in Ay’dan Dünya’ya sağ salim dönmesini sağlamış ma ne hikmetse Meitner tematikçi Katherine Johnson’la tanışıyoruz (sağda, erkekler arasında zar zor seçilen). bu ödüle layık görül memiş!.. te kaleme aldığı halde makalenin üzerine sadece Bir başka fotoğraf kendi adını yazar. Çiftin ortaklaşa çalışmalarının, Einstein’ın kariyeri üzerindeki etkisini tam olarak ta, NASA’da, erkek güruhunun arasında zar zor seçilen Katherine Johnson’u görüyoruz. Kendisi, bilebilmemiz mümkün değil ama ünlü bilim insanı, 27 Mart 1901 tarihli mektubunda Maric’e şöyle yazar: “Görelilik kuramı üzerine beraber emek verdiğimiz çalışmalarımız başarıyla nihayete erdi Ay’a yapılan ilk uzay yolculuğunda, uzay mekiği Apollo 11’in Dünya’ya sağ salim dönmesini sağlamak üzere hesaplamalar yapan matematikçi… Sahi, kadınların tarihini yazmak için ne kadar ğinde öyle mutlu ve gururlu olacağım ki!” çok fosforlu kaleme ihtiyacımız olduğunun far Kayda değer olanın altını çiz! kında mısınız? sedaayilmaz@yahoo.com Maric gibi sayısız kadının tarihteki yokluğunu, tarihsel anlatılardaki hiyerarşiye borçluyuz. Bu hiyerarşiye göre kadının hikâyesinin pek öyle kıymeti harbiyesi yokken; her şey erkeğin Seda Yılmaz C MY B