22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Hİlal Bebek 22 TEMMUZ 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Vygotsky ve Sinağrit Baba Önce bir anı. 1972 yılında Fransa’nın AixenProvence kentindeyim. Burası küçük bir üniversite kenti. 1968 öğrenci olaylarının üzerinden çok az zaman geçmiş. 68’de üniversiteye çağımızın en ünlü psikoloğu İsviçreli Jean Piaget (18961980) davet edilmiş. Konferans sırasında bazı öğrencilerin Piaget’yi yuhaladığını anlattılar bana, çok şaşırdım. Yahu adam bütün çağların en önemli psikoloğu, kuramı gelişim ve eğitim psikolojisinde devrim yaratmış! Böyle bir dehayı nasıl protesto edersiniz? Anlaşılan 68’in solcu gençliği Piaget’yi çok fazla bireyci bulmuş, protestosu ondan… Piaget’nin çalışmaları bütün 20. yüzyılı ve bütün dünyayı etkiledi. Piaget Türkiye’ye çok erken girdi, epey kitabı da dilimize çevrildi (çeviriler “terminoloji özürlü” olsa da). Üniversitelerimizde Piaget’nin kuramıyla araştırmalar yapıldı ama çoğu hem metodoloji açısından kusurluydu hem de bilinenleri tekrarlamaktan ibaretti. Bunun nedeni Piaget’nin eserlerinin birinci elden okunmaması, ikinci el yayınlardan yararlanma aceleciliğiydi. Bırakın yüksek lisans tez öğrencilerini, Piaget’ye dayanarak eğitim reformu yapma iddiasıyla yola çıkan koca koca adamlar bile Piaget’nin kuramını kendi eserlerinden okumadılar, makalelerdeki özetlerden beslendiler. Şimdi aynı şey Lev Vygotsky’nin başına gelmek üzere. O kim mi? İşte o, Sinağrit Baba! Rus bilim insanı, kuramcı, araştırmacı ve klinisyen Lev Vygotsky, 18961934 yıllarında yaşadı, devrimi ve iç savaşı gördü. Herhangi bir toplumda toplumsal ve siyasal çalkantıların psikoloji ve eğitim disiplinlerine doğrudan ya da dolaylı etkisi kaçınılmazdır. Rus devrimini izleyen yıllarda Vygotsky her bireyin bütün toplumun ilerlemesinden sorumlu olduğuna, toplumdaki cehaletin ancak ortak çabalarla yıkılacağına inanıyordu. Vygotsky, yurttaşı Pavlov’un çalışmalarını bildiği gibi, Piaget, Freud gibi Avrupalı meslektaşlarını da izliyordu. Bundan dolayı Stalin yönetimi tarafından Batı’daki benzerleri gibi burjuva psikoloğu sayılmaktan kurtulamadı. 37 yaşında veremden ölen Vygotsky günümüzde etki alanı bütün dünyada genişleyen bir yaklaşımın öncüsüdür. Vygotsky’nin bütün eserleri Birleşik Devletler’de yayımlandı ama henüz hiçbiri Türkiye’ye girmedi. Piaget evrensel “birey çocuğa” odaklandığı halde Vygotsky “bağlam içinde çocuğa” yönelir. Bağlam kavramı geniş kültürü ve mevcut ortamı ifade eder. Sosyokültürel ve tarihsel bağlam çocuğun deneyimlerini biçimlendirir. Sergey ve Alexsey Tkachev (ortak çalışan kardeş iki Rus ressam), Çocuklar, 1960. Sosyokültürel yaklaşım, çocuğun kültürel etkinliklere (günlük yaşamda gerçekleşen olaylara) katılmasına odaklanır. Sosyokültürel ve ekonomik değişimler psikolojik değişimleri yaratır. Ancak sanıldığının aksine kültür dışsal bir etken değildir, zihin ve kültür birbirinden ayrılamaz. Kültür fiziksel ve tarihsel etkileri bir araya getirir, çocuğun gelişiminin ortamını sağlar. Yaşıtlar, yetişkinler, ustalar çocuklara kültürün psikolojik (dil gibi) ve teknik (harita gibi) araçlarını nasıl kullanacaklarını öğreterek yardımcı olurlar. Psikolojik araçlar basit zihinsel işlevleri üst düzey işlevlere dönüştürür. Sait Faik’in ünlü balık kahramanı Sinağrit Baba, kendilerini oltadan kurtarmasını budalaca bekleyen balıklara yüz vermez: “Sinağrit Baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama bildiği bir şey daha vardı, o da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat âleminde olsun bir kişinin aklıyla hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesiydi. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin neticesi ve faydası olabilirdi.” Ortaklaşa sorun çözme, Sinağrit Baba’nın ve Baba Vygotsky’nin ortak özelliğidir. Bölünmüş, kategorik, dualist bakış, tek düzlemden görür hayatı… Hakikat, bağlamsaldır İyikötü, güzelçirkin, doğruyanlış gibi mefhumlar, bağlamdan bağımsız düşünülemez. Örneğin, “Vicdan, iyidir” fakat zalime koyacağınız sınır, zulme göstereceğiniz öfke, istismarcıya sergileyeceğiniz “vicdansızlık”, mevcut bağlamda bizzat vicdandır. Bağlamı hesaba kattığımızda bakış açımız genişler, açıklamalar çoğalır, kavramlar bazen erir, iyi ve kötü iç içe geçer. Doğruyanlış mefhumları, kimileri için çok nettir. Özellikle ahlaki mevzular ve “ulvi” kavramlar söz konusu olduğunda. İyikötü, güzelçirkin, doğruyanlış ve birçok başka kategori daha vardır hepimizin kafasında. Hayatı genelde bölünmüş ya da ikili bir perspektiften görme eğilimindedir insan. Birini seçmek zorundayızdır. Her ikisini de kapsayacak kesişim kümelerimiz yoktur. Bazen 0.0001 puan kayıpla bir “iyi”yi kötü kümesine atmak zorunda kalırız. Çünkü elde sadece iki kategorimiz vardır. Ya biri ya diğeri olmak zorundadır… Ve 0.0001 farkla eksik olan iyi, öteki kümeye atılır. Bölünmüş, kategorik, dualist bakış, tek düzlemden görür hayatı. Doğru mu, yanlış mı; o mu, bu mu; bizden mi, öteki mi düzlemlerinde yeşeren, dereceliliğe izin vermeyen bir zihindir bu… Kelimelerin ve kategorilerin içine sıkışmış, sözün duvarlarını aşamamış, gerçekliği dilin içerisinde bükmüş ve hakikati ön tanımlamalara kurban etmiş bir zihin… Hayat 3 boyutludur oysa. Biz tek bir düzlem gibi yaşamasak onu, lineer bir gerçeklik gibi algılamasak bir dolu farklı açıdan başka başka gözükür yaşam. Aynı anda birçok şeydir, aynı anda zıt şeylerdir, aynı anda farklı yerlerdedir, gerçeklik… Eğer üç boyutlu değerlendirme yapabilsek, hayat iki şeyden biri değil aynı anda çok şeydir ve çok zengindir. Ara renkleri kurban etme! Üç boyutlu yaşamın boyutları nelerdir peki? Biri, malum tanımlamalarımız, düşüncelerimiz, yorumlarımız… “Vicdanlı olmak iyidir, vicdansızlık kötüdür”, “fedakâr olmak iyidir, bencil olmak kötüdür” gibi bir çok başka ikili değer yargısını da içeren kavramlar ve kurallar dünyamız. Tek boyutlu değerlendirince hayatı bir dolu ara rengi, kavramlara sığmayan gerçeklikleri, anlamdan taşan hakikati, temsilleri imha eden “asılları” kurban ederiz. Tek boyutlu yaşandığında determinist algılanabilecek olan hayat, bağlamsal değişkenler arttıkça kaotik olmaya başlar. Aslında içinde düzen olan bir kaostur bu ve kaos, korkutur. Nasrettin Hoca gibi karanlık bir samanlıkta kaybettiği tespihini daha aydınlık diye sokakta arar bu yüzden insan. Bağlamsal faktörleri ihmal ederek ikili tanımlarının “güvenli” eteğine sığınır. “Ahlaklı mı ahlaksız mı” sözlüğünü açarak “google translate” gibi motamot çeviri yapar. Nedir peki yaşamı çok boyutluya çıkaran bağlam?.. Bir fon ya da zemin gibi düşünebiliriz onu. Üzerine koyacağınız herhangi bir şey, bağlamın üzerinde ona göre şekil alacak ve renk değiştirecektir. Belki sadece görüntüde ya da gerçekten anatomik olarak yeniden şekillenecektir. Tek başına krem rengi olan bir nesne, yeşilin üzerinde farklı gözükecektir. Bir nesnenin bağımsız ve ay rık görüntüsü her zaman farklı olur, ancak yaşamda hiçbir şey bağlamdan kopuk ve ayrık değildir. Aksine bağlam içinde bağlam vardır, düzlem üstünde düzlem vardır. İyikötü, güzelçirkin, doğruyanlış gibi mefhumlar, bağlamdan bağımsız düşünülemez. Örneğin, “Vicdan, iyidir” fakat zalime koyacağınız sınır, zulme göstereceğiniz öfke, istismarcıya sergileyeceğiniz “vicdansızlık” mevcut bağlamda bizzat vicdandır. Bağlamı belirleyen şeylerden önemli olanları; hem mevcut koşulların özellikleri hem yapılan şeyin fonksiyonu hem de motivasyon kaynaklarımızdır. Sürekli birilerini geçmek için çalışan insanla, kendini geliştirmek için çabalayan kişinin kazancı görünürde aynı olabilir ancak psikolojik dinamikleri ve sonuçları farklı olacaktır. Bir insanın kabalığı karşısında bedel ödememek için susan insanla sabrederek olgunlaşmak adına susan kişinin eylemi aynı, ancak psikolojik sonuçları ve ruhsallıklarına katkıları farklıdır. Bağlam başkalaştırır Bu farklılıklar elbette beynin aktivasyonlarından bağımsız değil. Bedel ödememek ya da olgunlaşmak adına sessizliğinizi koruduğunuz durumlarda beynin farklı bölgeleri çalışacak ve farklı kimyasallar devreye girecektir. Görüntü aynı olacak, boyutlar ve yapılar başkalaşacaktır. Danışanlar terapi sürecinde sıklıkla sorar; “Sizce böyle yapmam doğru mu?” diye. Oysa bu sorunun hiçbir zaman herkes ve her koşul için tek bir yanıtı yoktur. Mesela “ayrılmam doğru olur mu?” diye soran biri için yanıtlar, bağlama göre değişir. Ayrılık acısına dayanamayacağından ötürü kalıyorsa başka; ilişkiye bir şans daha vermek için kalıyorsa başka; ilişki korkularından ötürü bahaneler bulup ayrılacaksa başka; yetişkin bir birey gibi olgun bir seçimse ayrılığı başka... Aynı kişi, aynı sahne ve aynı konuda motivasyon, bağlamı; bağlam da sürecin boyutunu başkalaştıracaktır. Düz tanımlamalarımız ve ezberden bol keseden harcadığımız kategorileştirmelerimiz, hayatı ve hakikati ıskalamak demektir. Bağlamdan kopuk değerlendirmeler, dünyayı bizim tanımlamalarımız içinde eğip büker, keser atar ve dairenin içine kareyi bir şekilde sokar. Bağlamı hesaba kattığımızda ise bakış açımız genişler, açıklamalar çoğalır, kavramlar bazen erir, iyi ve kötü iç içe geçer… Gerçeklik, sözleri aşar. İnsan bakışı, dilin, sözün, el yapımı kuralların dışına taşar. Ki bu da hakikate yaklaştırır. hilalbebek@yahoo.com; www.hilalbebek.com.tr Yurttan Sesler Çorum’da oyun oynarken düdüklü tencereye sıkışan 2 yaşındaki çocuk, itfaiye ekiplerince kurtarıldı. Çocuğun hayatı boyunca unutmayacağı bir anı olmuşken, itfaiyeci abilerin de muhtemelen “Ben televizyonda direkten kayan itfaiyecileri izlerken hayalini kurduğum meslekte düdüklü tencere yoktu. Gerçek itfaiyecilik bu değil” demelerine neden olmuştur. Adana merkezli 10 ilde, telefon dolandırıcılarına yönelik düzenlenen ‘Son Alo’ operasyonunda yakalanan çete üyelerinin birbirlerini bile dolandırdıkları ortaya çıktı. İnsan ister istemez Cem Yılmaz’ın Erşan Kuneri karakterini hatırlıyor, ne demişti üstat: “Bahçıvan şoföre, şoför ahçıya, ahçı uşağa, sonra hepsi uşağa...” Bir de hakikaten bu operasyon isimlerini belirleyen bir departman var mıdır acaba? Aydın’da adres soran minibüsteki iki kişinin çocuk kaçırmaya geldiği iddia edildi. Kalabalık, polis merkezinde bulunduğunu sandıkları şüphelilerin kendilerine verilmesini istedi. Polis gözaltında kimsenin bulunmadığını belirtmesine rağmen ikna olmayan kalabalık, polis merkezini ve emniyet otolarını tahrip etti. Toplumsal kafayı yemenin de bir adabı var işte, bütün şehri yıkmıyorsun da sadece muhataplarını kaale alıyorsun demek ki. Bolu’nun Seben ilçesinde M. Y., ormanlık alanda karşılaştığı ayıyı cep telefonuyla görüntüledi. Ayı kaçarken, M.Y. ayıya “Gel buraya oğlum” deyip ıslık çalarak geri çağırdıktan sonra yaklaşan ayıdan tırsıp koşa koşa aracına bindi. Aşırı özgüvenin; aslında içinin boş olmasına ve herhangi bir dayanaktan yoksunluğuna harikulade bir örnek. Kedi köpek çağırır gibi “Gel buraya oğlum” ifadesinde dahi bir cinsiyetçi ayrımı da fark etmemek mümkün değil. Zira bu kafaya göre ayılar gücü simgeler. Antalya’da bir çift “cin çıkarıyoruz” diye 2 milyon dolar topladı. T.Y.Y, müştekilere “büyü boz Antalya’da çok sayıda kişiye ‘cin çıkarma’ seansları düzenleyerek haksız kazanç elde eden şahıs tutuklandı. Azmi Karaveli ma” veya “cin çıkarma” seansları düzenlemediğini bakım yaptığını öne sürerek, “Cinim olsa buraya getirir herkesi etkilerdim” dedi. Sanıyorum insanlar artık savunmalarını, mevcut hukuk sisteminin gayrıciddililiğini dikkate alarak yapıyor, zira başka açıklaması olamaz bu ifadelerin. İzmir Ege Üniversitesi’nde Ziraat Fakültesi öğrencilerinin ders alanı olarak kullandığı zeytinliğe asfalt döküldü. Asfalt dökülen zeytinliğin otopark olarak kullanılacağı öğrenildi. Klişeleşmiş Kızılderili atasözündeki “....son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak” misali, “Son zeytin ağacı söküldüğünde Türkler kahvaltıda betonun yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.” Lakin iş çoktan geçmiş olacak. Manisa’da damat, gelini babasının evinden araba yerine tekerlek takılarak karadan yürütülen balıkçı teknesi ile aldı. Gelin arabasını hazırlarken arkadaşlarından destek aldığını söyleyen damat, “Fatih’in burada yetişmesine istinaden biz de onu canlandıralım, karadan bir kayık yürütelim istedik. Sağolsun eş dost sayesinde bunu gerçekleştirmeye çalıştık” dedi. Fatih’in “İmparatoruna söyle, benim kudretimin uIaştığı yere onların hayalleri bile ulaşamaz!” dediği rivayet olunur. Ben de iddia ediyorum ki bu düğüne açık ara kimse ulaşamaz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle