Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 TEMMUZ 2018, PAZAR SAYFA 5 Güncel TAYFUN ATAY İmanınız da, itikadınız da iktidar… Sizinkisi hangi din efendiler? Sosyal bilimlerde din üzerine kuramsal/kavramsal değerlendirmeler söz konusu olduğunda çok saygın bir yere sahip antropolog Talal Asad’ın önemi, her zaman ve mekânda geçerli, ezeli ve ebedi bir “din” fikrinin pratikte imkânsızlığını işaret etmiş olmasıyla bağlantılıdır. Asad, “dinî hakikat” mevzubahis edildiğinde yapılması gerekenin tek kelimeyle “iktidar” üzerine odaklaşmak olduğunu sıkı sıkıya vurgular. Çünkü bir toplumsal zemin ve zamanda belli söylem ve pratikleri “din” adı altında düşünülebilir, konuşulabilir, kabul edilebilir, dolayısıyla “doğru” kılıp; aynı şekilde kendisini “dinî” sayan başka söylem ve pratikleri dışlayan, yasaklayan, yanlış ve “sapkın” sayan tarihsel ve ekonomipolitik koşullar, bu koşulları üreten süreçler ve bu süreçlerde yer tutan iktidar ilişkileri vardır. Yani Asad’a göre doğru “hakiki” din, ancak “iktidar”dan çıkar (T. Asad, “Anthropological Conceptions of Religion”, Man, 1983). Kur’an nasıl yazıldı? Hristiyanlığın “OrtodoksiHeterodoksi” tartışması da, Katolikliği protestonun “Protestanlık” diye meşrulaşması da; İslâm’da “Ehli Sünnet” ve “gayrıSünnet” (Şiilik, Haricilik, en uçta “Rafızilik”) kırılmaları da hep Asad’ın altını çizdiği şekilde, dinde doğruluk ve “hakiki”liğin iktidar ile bağlantılı olduğu tezine destek mahiyetinde gösterilebilecek tarihsel örneklerdir. İslamiyet’in ta en başında bu tezin izlerini sürmek mümkündür. Peygamber’e halife seçiminden, Kur’an’ın hafızalardan alınıp kâğıda geçirilişine, yazıya dökülüşüne kadar… Peygamber’in yapıp ettiklerine, söylediklerine (Hadis ve Sünnet’e) dair neyin “sahîh” (doğru/gerçek), neyin gayrısahih olduğuna kadar… Bir şaşırtıcı ve sarsıcı örnekle yetinelim: Kur’an tektir, evet… Ancak Kur’an’ın kimin/kimlerin hafızasından derlenip kimin/kimlerin hafızasına, üstelik Peygamber’in kendisi tarafından bile “Kur’an’ı en iyi bilen” kabul edildikleri halde (Abdullah ibn Mes’ud gibi) başvurmaksızın yazılacağına karar veren “irade”, bu tekliğin dolayısıyla doğruluğun inşacısı olmuştur!.. Kur’an tektir, doğrudur, “hakiki”dir de o tekliği, doğruluğu, hakikiliği var eden bir insan ve tabii ki iktidar faktörü vardır. Hepiniz oradaydınız! Bir dönem Türkiye’de İslami cemaat çeşitliliğinin en uç dilimini oluştursa bile yine de “yelpaze”nin içinde kendine yer bulabilmiş Adnan Oktar çevresinin şimdi “sapkın bir kriminal anomali”, bir psiko/sosyopatoloji kategorisine nasıl hızla oturtulabildiğine de işte ancak bu iktidar faktörü Adnan Oktar’ın İslâm’la uzaktan yakından ilişkilendirilebilecek bir yanı olmadığını, sapkınlığını, Şeytanîliğini, Mehdilik değil ‘Deccal”lik arz ettiğini ifadede neden bu kadar geciktiniz?.. Çünkü dün, yaptıkları hoşunuza gidiyordu! üzerinden akıl sır erdirilebilir. Oktar’a dair hafta içinde televizyonların “tartışmaşov” programlarında ha bire ahkam kesen zevatı izledim. Adeta bir “şeytan taşlama ayini”nin iştahlı katılımcıları olarak birbirleriyle yarışır halde konuşuyor da konuşuyorlardı. Amerikaİsrail bağlantısından başlayarak Oktar’a binaen ne Evanjelizm, ne “DinlerArası Diyalog”, ne de “Yeni Dinî Hareketler” lafzının peşi bırakılıyordu; üstelik bu olgular da en küçük bir sosyolojik duyarlılıktan yoksun olarak, son derece harcıâlem şekilde tüketilerek… Bu söylenenlere ve ayrıca yıllar boyu “Adnan Hoca çevresi”nde kadın ve çocuk istismarından mali yolsuzluk ve suiistimallere kadar yapılıp edilenleri en yüksek perdeden lanetlemelerine de baktığımda bu zevata yönelik şöyle mırıldanmak geldi içimden: “Yuh olsun, hepiniz oradaydınız be!..” Nasıl da severdiniz onu! Oktar’ın İslâm’la uzaktan yakından ilişkilendirilebilecek bir yanı olmadığını, sapkınlığını, Şeytanîliğini, “Mehdi”lik değil “Deccal”lik arz ettiğini böylesine ağzınızdan lavlar saçarcasına ifadede neden bu kadar geciktiniz efendiler?!.. 30 yıl olmuş adam Mehdiliğini ilan edeli, bunca zaman neden ses etmediniz efendiler?.. Çünkü dün, onun Darwin düşmanlığı hoşunuza gidiyordu. Çünkü dün, evrimsel düşünceyi savunan ve evrenin, dünyanın, yaşamın, insanın, insanlığın (“kültür”ün) nasıl var olduğunu yanıtlama yolunda evrimi bir yaklaşım olarak işlerliğe sokmayı önerenleri yıpratma yolunda sergilediği “cehd”, hoşunuza gidiyordu. Çünkü dün, ülkenin laik kültürel, düşünsel, entelektüel zeminini zayıflatma yolunda, Hristiyan “Oktar’ın İslâm’la uzaktan yakından ilişkisi olmadığını niçin şimdi söylüyorsunuz. Yıllarca ‘İslam dairesi’ne sosyeteden insan kazandırırken neden hiç sesiniz çıkmadı?” evanjelizminin “Müslüman mahallesi”nde taşeronluğuna soyunarak da olsa yaptıkları hoşunuza gidiyordu. Daha neler neler hoşunuza gidiyordu sizin “Adnan Hoca” ile ilgili, saymakla bitmez ki!.. O, yıllarca “Sosyete çocukları”nda yaygın “maneviyat” boşluğunu; onların hayatlarına bir anlam katma yolunda düştükleri çaresizliği; içlerindeki ruhsal üşümüşlüğü giderme yolunda operasyonelleştiğinde ne kadar hoşnut ve “mutma’in” (rahat) idiniz efendiler! Çatık kaşlı, değnekli cami hocasının kaçırdığı, cübbelisakallı tarikat dervişinin ürküttüğü nazenin “sosyete çocukları”nı “İslâm dairesi” içine öyle ya da böyle sokuyor diye ses etmiyordunuz, değil mi?.. Hatta Oktar’ı lanetleme yolunda şimdi bir uluslararası fitne sayar olduğunuz “dinlerarası diyalog” da; şimdi küresel dünyanın fesatlığı saydığınız “Yeni Dinî Hareketler” de bir zamanlar, “Bakın o Batı bile nasıl inanca, dine, metafiziğe dönüyor şu modern çağda” mülahazasıyla makbul değil miydi sizin için efendiler?! Dün mubahtı, bugün ‘fâsık’ Şimdi devir değişti, koşullar, süreçler, iktidar ilişkileri başka bir yörüngeye oturdu ya… O yüzden dün ak dediğinize bugün kara diyorsunuz. Dün mubâh saydığınızı bugün tekfir ediyorsunuz. Dün “İslâm dairesi” içinde addettiğinizi bugün fâsık, mülhid, zındık diye lanetliyorsunuz. Aşk olsun size, “İlk taşı en masum olanınız atsın” desek, kaçacak delik aramanız gerekirken; Hangi yüzle karşımıza geçip “Dinin içini boşalttılar” diyebiliyorsunuz? Ve hangi dinden bahsediyorsunuz Allah aşkına; “hangi din” sizinki?.. Dininizdiyanetiniz, imanınızitikadınız iktidar sizin!.. süreyya su İnanç her sarsıldığında ‘gerçek din’e çağrılır insanlar Dinin diyalektiği Din kelimesi Arapçadan dilimize geçmiş. larla doğaya karşı ittifakı sürdürmek için de kur “Dyn” harflerinden oluşuyor ki o da köken olarak ban ayinleri düzenlenir olmuş. Tanrı veya tanrı “deyn” kelimesine dayanıyor; yani “borç”. ların desteği sayesinde doğadan alınandan ayrılan Dolayısıyla dini, etimolojik anlamına göre “in pay kurban olarak sunulmuş. sanın Tanrıya borçlanması” olarak tanımlamak İnsan, doğadan kültüre geçtikçe, fiziksel bece mümkün. Borçlanma doğal olarak ihtiyaca gö rileri ve düşünsel yetileri gelişti. Mitsel düşünce re bir ekonomik ilişki. İnsanlık dünyada var ol den akılcı düşünceye geçiş ve teknik icatlar saye duğundan beri bu ilişki de hep olagelmiştir. İn sinde insan doğa karşısında kendini daha güçlü sanın avcıtoplayıcı dönemi hissettikçe Tanrı ile kurduğu ontolojik olarak en kırılgan (“precarious”) olduğu dönemdi. Tamamen doğaya bağımlı ve doğanın içindeydi. Doğaya olan bağımlılıktan kurtulmak ve hayatındaki kırılganlığı ya da eğretiliği yok etmek İnsanlar kendilerini Tanrıya ne kadar borçlu hissederlerse dini inanç o kadar güçlü olur. Bu bağlamda, insanların ilişki de bir kul (köle)efendi ilişkisinden vekilasil ilişkisine evrildi. Tanrıya borç, inancın gücü veya en aza indirmek için ve başkalarıyla kurdukları Ve insan uygarlığa doğ rilen mücadele uygarlık tarihini belirledi. İnsan, henüz kendi düşünsel ilişki de borçlanma şeklinde olursa dinin/ ru ilerledikçe kendini “eşrefi mahlukat” olarak tanımlar ve yeryüzünde Tanrının halife yetileri ve fiziksel becerileri Tanrının yerini ikame si ilan eder oldu. Nihayet, mo görece az olduğu erken devirlerde, doğanın kendisine yetecek kadar besin vermesi ve av edebilir. Bu bir başkası, ya ‘keramet sahibi’ bir dern bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle de “Tanrıyı öldürüp, yerine geçmek” üzere cılıkta başarılı olabilmesi için doğanın üstünde ve doğaya egemen olan bir kudrete ihti ermiş ya deha sahibi bir kahraman ya da karizmatik kendini “reşit” görüştür artık. Dolayısıyla bir “borç ilişki si” olarak dinin, akıl ve uygar yaç duymuştur. Ancak böyle bir önder olabilir. lığın gelişmesine bağlı olarak si bir yüce varlığın desteğiyle toplumlardaki etkisi ve teza doğaya güç yetirebileceği dü hürü değişmekte. şüncesi Tanrının keşfini, Tanrının keşfi de dini İnsanlar kendilerini Tanrıya ne kadar borç inancın ortaya çıkışını ve gelişmesini sağlamış lu hissederlerse dini inanç o kadar güçlü olur. Bu tır diye akıl yürütmek mümkün. Hastalık, afet, bağlamda, insanların başkalarıyla kurdukları iliş kıtlık ve benzeri sorunlardan korunmak, avcılık ki de borçlanma şeklinde olursa dinin yerini ika ta başarılı olmak ve bolluk istekleri bir takım bü me edebilir. yüsel pratikleri, şamanik ayinleri, animist inanç Toplum içinde yaşarken karşılaştıkları birtakım ları ortaya çıkartmış görünüyor. Tanrı veya tanrı sorunları birey olarak ve dayanışma halinde aş Michelangelo Creazione di Adamo İnsan doğa karşısında kendini güçlü hissettikçe Tanrı ile kurduğu ilişki de bir kul efendi ilişkisinden vekilasil ilişkisine evrildi. maya cesaret edemedikleri zaman bir başkasının himayesine ihtiyaç duyar insanlar... Bu bir başkası, ya “keramet sahibi” bir ermiş, ya deha sahibi bir kahraman, ya da karizmatik bir önder olabilir. Beklenen, genellikle akla dayalı çözümler ve çözümlemeler getirilemeyen olumsuz durumların hep bir mucizeyle aşılmasıdır. Sahte peygamberler kedicikli mehdiler Carl Schmitt’in dediği gibi, teolojik bir kavram olan mucize, modern toplumda dünyevileşerek politik bir kavram olan istisna hali olmuştur. Kendisinden mucize beklenen peygamberler ise, keyfi bir şekilde hayatın olağan akışını kesip, istisna haline karar veren egemenler olurlar. Mamafih modern devletin egemenleri, geleneksel dünyanın ne tanrıları kadar rahmet, ne de peygamberleri kadar şefaat sahibidirler. Modern dünyada hayatın kırılganlığı karşısında tevekkül edilebilecek bir Tanrı yoktur; hayatın güvencesizliğinin tüm sonuçlarını sizin yeterince itaatkâr olmamanıza ve normdan sapmanıza bağlayıp cezalandıracak bir egemen vardır. Bu öyle bir cezadır ki tüm temsil sistemlerinden çıkarılıp “insandışı”laştırılırsınız. Böylece öldürülmeniz, bir cinayet olmaktan ve ölümünüz de yası tutulabilir olmaktan çıkar. Bu sefer, egemenlerin azabından ancak yine bir tanrı kurtarabilir insanları. Yeniden bir dine dönüş izler sekülerleşmeyi… Bu süreç, sürekli aldanmanın diyalektiği halinde devam eder. Ne sahte peygamberler ne kedicikli mehdiler ne karizmatik şeyhler, halifeler, liderler biter, ne de istismara hazır vicdanlar ve karizmaya meftun kalpler... Bu yüzden de inanç her sarsıldığında “gerçek din”e çağrılır insanlar. C MY B