01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 22 TEMMUZ 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Kedicikler ve seyirciler Yıllardır dokunulmazlığı olduğuna inandırıldığınız Adnan Oktar’ın bir anda tahtından alaşağı edilmesine ve ekranlarda yaptığı şovların perde arkası olarak ortaya saçılan edepsiz hikayelerine dair siz de şakalar yaptıysanız... Kediciklerle ilgili esprilere gülüp, onları etrafınızdakilerle paylaştıysanız... Bir efsanenin sonuna gelindiğine gerçekten kandıysanız... Olan biten yüreğinizi ferahlattıysa... Gazetelere düşen sözde sırlar aklınızı aldıysa... Durun ve bir daha düşünün. Sevindiğiniz şey ne? Bittiğini sandığınız şey ne? Ve bir de yeni başladığını fark etmediğiniz şey ne? Ahlakınız patladı! Yıllardır çeşitli derin devlet politikalarına destek sağlayan bir şantaj şebekesinin eğlenceli vitrinini seyretmekle oyalandınız. Açık açık rejim değişikliği yapmayı hedefleyen mevcut iktidar önündeki tüm engelleri sabırla tek tek kaldırdıktan sonra artık bu şekliyle hiçbir işine yaramayacak olan o hilkat garibesi vitrini zamanı gelip ani bir darbeyle patlattığında... Sizin ahlakınız da patladı. Şimdiye kadar meseleye ilgisiz kalan, sadece işin eğlencesine dalan iradeniz patladı. Sağduyunuz patladı. Ve aklınız patladı. Geriye kalan şuursuzluk da her zaman olduğu gibi iktidara yaradı. Adnan Oktar’ın kirli çamaşırları ortaya saçıldı diye ellerinizi çırpmayın. Kirli bir efsanenin sonuna gelindi diye sevinmeyin. Yıllardır o tarikatın her türlü şovunu sorgusuz sualsiz izleyen ve kendisine gösterilen yüzün magazin değeriyle ilgilenmekle yetinen toplumsal irade en tehlikeli iradedir. Ne zaman ne tepki vereceği ustaca öngörülebilir, dolayısıyla da kolayca yönlendirilebilir. Kendine özgü müstehcen şovların göz kamaştırıcı sakaletini eğlenerek seyreden koca bir halkın her türlü yönlendirmeye açık o iradesi, o halkın her türlü enfeksiyona da açık olan kaderidir. Özgürlüğümüz, ‘öteki’de saklıdır İntizar, aşktır! Gabriel Garcia Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım” kitabında tenlerin birbirine bir kez dahi değmediği muhteşem bir sevişmeyi anlatır bizlere. Oysa sevişmek çoğu kez iktidar mücadelesine indirgenmiş bir “düzüşme”dir bu dünyada. Aşk ise daimî bir “intizar”. Yolun başında hep gelmesi beklenen, nihayetinde hemen daima bedduaya dönüşen bir intizar... Din, tıp ve hukuk, bu intizarın kurucu üç öğesi. Çünkü tarihin her döneminde Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcilerinin de devletin uzantısı olan tıp ve hukuk kurumlarının da aklı fikri hep apış arasında olmuştur. Çünkü cinsellik, iktidarın kristalize olduğu, toplumun en ince kılcal damarlarına ulaştığı ve kişileri riyanın ve erilliğin rezilliğinde yeniden ürettiği bir alandır. İşte bu nedenle yakın zaman önce Anayasa Mahkemesi’nin bireylerin cinsiyet değişikliği için “üreme yeteneğinden yoksun olması”nı zorunlu kılan hükmü iptal etmesi, hepimizin orta yere saçılan fobilerinden kurtulması açısından çok kıymetlidir. Söz konusu karar gereğince Türkiye Cumhuriyeti’nde cinsiyet değiştirmek isteyen kişinin talebi, 18 yaşını doldurup evli olmaması ve ayrıca transeksüel yapıda olup cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olduğunu raporlandırmış olması halinde yeterli sayılacak ve eskiden olduğu gibi “üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunma” şartı aranmayacaktır. Peki ama evli olmaması neden zorunlu? Devlet düzeni, birbirlerine âşık evli insanlara neden böyle bir hakkı tanımıyor? Kişilerin böylesi bir değişim için partnerlerinden başkasının onayına ihtiyaçları neden olsun ki? Egemen olmayanı yok saymak Çünkü devlet “heteroseksist/fobik” bir kurumdur. O nedenle eski eşlerin gizli kameralarla izlendiği bu “cinsel faşizm” ortamında yapmamız gereken, boğazımıza kadar battığımız heteroseksist çukuru ve derimizin hemen altındaki faşist yüzümüzü tanımak olmalıdır. Devlet ‘heteroseksist/ fobik’ bir kurumdur. O nedenle eski eşlerin gizli kameralarla izlendiği bu ‘cinsel faşizm’ ortamında yapmamız gereken, boğazımıza kadar battığımız heteroseksist çukuru ve derimizin hemen altındaki faşist yüzümüzü tanımak olmalıdır. Aslında her şey ne kadar basit. Öyle ya, bireylerin cinsel, duygusal ve erotik olarak karşı cinsten kişilere yönelme hali olarak tanımlanan heteroseksüellik dünya genelinde egemen varoluştur. Ve her egemen gibi, kendisinin “norm” ve “doğal”, ötekinin ise “anorm(al)” ve “patolojik” olduğunu iddia etmekte, egemen olmayanı yok saymaya hatta yeri geldiğinde yok etmeye kalkışmaktadır. Peki ama bu savaşta heteroseksüel olup olmamamızdan bağımsız olarak safımız neresi olmalıdır? Bilelim ki; kadın ve erkeğin genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleri onun sadece cinsiyetini belirler. Oysa kadın ve erkeğin rollerini, sorumluluklarını, güç ilişkilerini ve toplumsal konumlarını belirleyen cinsiyet değil, toplumsal cinsiyettir. Yani kadınlar XX kromozoma sahip oldukları için “sulu gözlü” ya da “narin” ya da “çiçek” falan değillerdir. Aksine kadınlar, kadın cinsiyete toplumun biçtiği rol gereğince bu özelliklere mahkum edilmişlerdir. Ve her mahkum gibi, mahkumiyetlerine isyan etmeleri haklarıdır. Cinsiyet değiştirme ameliyatları ise erkek ya da kadın biyolojik cinsiyete sahip bir trans bireyin, kültürel olarak kadın ya da erkek toplumsal cinsi yet kimliği üzerinden sürdürdüğü hayatla biyolojik cinsiyetini de uyumlaştırma isteğidir. Heteroseksist şiddet Kuşkusuz bu istek haklı ve meşru bir istektir. Ancak heteroseksüelliği zorunluluk olarak gören ve bu zorunluluğu biricik varoluş biçimi olarak topluma dayatan heteroseksizm, kendisinden başka hiç kimseye en temel insan hakkı olan âşık olma ve sevişme hakkını bile tanımamaktadır. Bu ırkçı bakış açısı nedeniyle heteroseksizmi savunan heteroseksistler, kendileri gibi heteroseksüel olmayan kişilere her türlü şiddeti uygulamayı ve onların hak taleplerini gasp etmeyi kendileri için hak olarak görmektedirler. Oysa sadece bir kişinin haklarının çiğnendiği bir yerde herkesin hakkı çiğnenmiş demektir. Bu nedenle heteroseksüeller, heteroseksüel olmayan kişilerin haklarını savunarak kendilerinin de özgürleşmesini sağlayabilir ve kendi haklarını da güvence altına alabilirler. Unutmayalım: Özgürlüğümüz “öteki”de saklıdır. Çünkü “ben, ötekidir”. Çünkü İntizar ve Sinem aşktır. Çünkü aşk yaşamdır... O kaderde, asıl tehlike ve tehdidin, gözünüzün önünde patlatılan vitrinin ardındakiler olduğunu hiç fark edememek ve bunun hesabını hiçbir zaman soramamak yazılıdır. O vitrinin temsil ettiği ticarethanede dönen dolaplar belli ki bu devirde de yine ortaya çıkmayacaklar. Kasaya girenler çıkanlar, dosyalarda birikenler, raporlar, anlaşmalar, bir tarikatın marifetiyle işleyen farklı sistemlerin sırları ve suçları en azından bugün, tüm gerçekliğiyle açıklanmayacaklar. Bu yüzden o vitrin patlatıldığında ortaya saçılan seksi magazin ahlakının ardından “Oh olsun” diyen, üzerine bir de kedicikli şakalar üretebilen bir toplum, kendi hassasiyet sınırındaki dengesizliğin bedelini ne kadar ağır ödediğinin farkına yine varmayacak. Kendi kaderinizin seyircisisiniz Koca bir halk, dışarıdan bakıldığından tuhaf, eğlenceli, dengesiz ve müstehcen, komik olduğu kadar patolojik de görünen, içeriden bakılmasıysa hiçbir zaman asla mümkün olmayan bir tarikat şovunun etkisiz seyircisi olarak yaşamaktan nasıl gocunmadıysa; bu meseleye vereceği tepkilerinin yönlendirilmesinden de gocunmayacak. Adnan Oktar’ın o dokunulmaz tahtının devrilmesi, o seksi vitrinin darmadağın edilmesi, bir şantaj şebekesinin, birçok şeyin de sonu olan o son seçimlerin hemen ardından hızla deşifre edilmesi... Bunların hiçbiri sevinilmesi değil aksine sorgulanması gereken bir meseledir. Bu sorgunun muhatabı da bugüne kadar bu şebekenin nimetlerinden faydalanan ve o yüzden ona dokunmayan... İşi bittiğinde gösterişli bir operasyon ve sahte bir öfkeyle tüm ortakları gibi bu ortağından da vazgeçebilen kolektif bir siyasi iradedir. Yani... Siz bunca zamandır o ekranlarda kedicikleri seyretmediniz. Şu anda da onların başına gelenleri izlememektesiniz. Siz bu hikâyede baştan sona kediciklerin değil bizzat kendi kaderinizin seyircisisiniz. Barbaros Şansal Çalıntı zaman Bundestag Kimbilir bu kaçıncı gidişim… Nereye mi? Alman Parlamentosu’na. Neden mi? Davet aldığımdan?.. Kim mi davet ediyor? Parlamenterler. Konular? İşte o tek cümleyle cevaplanamıyor. Alman Parlamentosu Berlin’de. Meşhur Reichtag yangınından hatırlayacağınız eski ve sonradan ilave yeni binalardan oluşan bir yerleşke. Tam karşısında da Başbakanlık Ofisi bulunuyor. Rosa Lüksemburg Köprüsü’ne yakın. Önündeki çimlerde güneşlenip sere serpe uzanılan, Toma’ların, silahlı adamların pek görülmediği yemyeşil alanlara sahip bir yapılar zinciri… ^¡^ Neyse, sadede gelelim. Gerek Yeşiller Partisi’nden Cem Özdemir ve Berivan Aslan, gerek Sol Parti’den Sevim Dağdelen ve hatta Sven Lehmann gibi Türk kökenli de olmayan meclis üyeleri ile dostluğumuz ve iletişimimiz yıllardır sürüyor. Bu nedenle kimi zaman Türkiye Cumhuriyeti, kimi zaman insan hakları, kimi zaman LGBTİ meseleleri için sıkça toplantılara davet edilmem şaşırtıcı olmuyor. Bu davetlerin bir başka sebebi ise uluslararası tanınan bir eylemci olarak bizim derin devletin talimatlı resmi ağzından farklı görüşleri de dinlemek istemele ri. Malum, Almanlar bizi kıskanıyor!.. O hafta da Gökkuşağı etkinlikleri için Ber lin’deydim. Türkiye’de yasaklanan Onur Yürüyüşü’nü, sokaklarda şiddet gören ve medyada nefret suçu ve hakaretle hedef gösterilen eşcinsel bireyleri bir cebime, Alman Parlamentosu’nun merkezindeki tarihi binanın en önemli yerindeki etkinliği diğer cebime koydum. Özel hazırlanmış giriş bölümündeki güleryüzlü görevliler akreditasyonu daha önceden yapılmış konukları karşılarken hemen üzerinde isimlerimiz olan yaka kartlarını sunuyorlardı. Güvenlik görevlileri kimsenin görmek istemediği dehşet verici demokrasi farklarını ceplerimde görüyordu. Küçük guruplar halinde meclise geçişimiz sağlanırken salona girdiğimizde şampanyalı tepsideki ikram bizi bekliyordu. Volker Beck de oradaydı. Eşcinsel olmayan bir sürü vekil ve davetli de bizlerle idi. El ele olan da vardı kol kola olan da. Mutsuzluk dışarıda, özgürlük meclisin çatısı altında idi. ^¡^ Açılış konuşması Leyla adlı tesettürlü bir aktivist tarafından yapıldı. Sunucu, kadın elbiseleri içindeydi, başka bir heteroseksüel konuk (profesör olduğunu öğrendim) rahibe kılığında gelmişti. Güvenlik görevlilerinin bir kısmı Türk kökenliydi ve onlar da mutluydu. Kimse kimseye tecavüz etmedi, kimse kimseyi sözlü ya eylemli taciz etmedi. Kimse kimseyle alay etmedi. Akşamın loşluğu çöktükce cam kubbede gökkuşağı daha belirgin hale geldi. Rahatlıkla görebildiğimiz Meclis salonu daha da aydınlandı. Mutlu ve özgür insanların renkleri gecenin karanlığını delmekteydi. ^¡^ Saatler sonra Bundestag’dan ayrılıp yavaş vayaş Hitler’in de önceden kullandığı ana merdivenlerden, önümdeki parka indim. Serin bir Berlin rüzgârı saçlarımın arasından esiyordu. İlerideki binada projeksiyon ile Berlin tarihi gösteriliyor, dileyen herkes meclis ve parlamento binalarının bahçesinde özgürce geziniyordu. Korkmadan, ürkmeden, tedirgin olmadan… Özgürlüğün nefesini broşlarıma doldurarak yürümeye devam ettim. Yeterince uzaklaşınca fotoğraf da çektim. Taksiye bindiğimde resimlere göz attım. Reichtag’ın cam kubbesinden gökkuşağı ışıklar saçılıyor, insanların hareketli gölgeleri kubbenin camında hâlâ dans ediyordu. Türkiye’de nefret suçu kurbanı LGBTİ bireyler Hande Kader, Baki Koşar, Ahmet Yıldız artık yoktu. Ama onlar benimle birlikte direnmeye devam ediyordu. Düşüncelerinizi özgür kılmak için önce bedeninizi özgür kullanmayı öğrenmelisiniz. Vücut bütünlüğünüzün dokunulmazlığını herkese göstermelisiniz. Söylenilen ve inandırılan ile yaşamaya devam ettikçe sizden çalınan sadece zaman değil yaşamınız da oluyor. Mustafa Avşar’dan ‘Acılı Pizza’ Haftanın albümü Özellikle son 10 yıldır kaliteli olarak adlandırabileceğimiz mekânlarda caz, soul, funk ustalarının cover şarkılarını ısrarla dinlemek zorunda kalıyoruz, çünkü mekân sahipleri ısrarla dinletiyorlar! Bir kısım radyoda da karşımıza çıkan bu cover’larda şanslıysak iyisine denk gelebiliyoruz; şansızsak girişi, gelişmesi ve sonucu daha ilk saniyede kendini ele veren şarkılarla baş başa kalıp sıkıla sıkıla içkilerimizi yudumluyoruz. Bu yazdığım caz, soul ve türevi örneklere Türkiyeli müzisyenlerde rastlamak biraz zor. Zira onlar eski Türkçe parçaları cover’la mayı tercih ediyorlar. Ancak Mustafa Avşar’ın “Acılı Pizza” albümü, bunun dışında kalan bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Hem akademisyen hem öğrenci Avşar, bir “pianorhodes” (elektronik piyano) albümü olan Acılı Pizza’yı aslında bir Youtube projesi olarak tasarlamış. Ancak aldığı klasik Batı müziği eğitimi ile bunu büyüterek bir caz albümüne dönüş türmüş. Albümde sadece “Acılı Pizza” onun kendi bestesi. Klasik caz sound’una çok küçük dokunuşlar yapmış ve solo kısmını ön plana çıkarmış. Albümden bahsetmişken Avşar’ın yol arkadaşlarını da saymadan geçmek olmaz. Trompette Şenova Ülker, basta Eylem Pelit, davulda Volkan Öktem’den oluşan ekibiyle ortaya “cool” bir caz albümü çıkaran Avşar’ın, türü sevenlere hitap ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. BURAK SOYER C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle