17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 THERAPIA ALPER HASANOĞLU OSMAN ELBEK 3 Hazİran 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Psikoloji, psikiyatri, psikoterapi ve felsefe İlk üçü zaten birbirine karıştırılıyor, felsefe de nereden çıktı denebilir. Aslında ilk üçünün felsefeden çıktığını söyleyerek başlamak lazım sanırım. Tarihsel gelişimlerine bakarak bir türlü düzelmeyen kafa karışıklığına son vermeye çalışalım. Psikoloji bölümü edebiyat fakültesinin altında olan bölümlerden biridir. Sosyoloji ve felsefe gibi. Psikoloji bölümünü bitirdiğinizde psikolog olursunuz ama psikoterapi yapma yetkisine sahip olmazsınız. Özelde psikoterapi yapmak, genel olarak ruhsal hastalıkları olan insanlarla ilgili bir mesleğiniz olsun istiyorsanız klinik psikoloji yüksek lisansı yapmak zorundasınız. Klinik psikoloji yüksek lisansı yapan kişiler psikopatoloji bilgisine sahip ve psikolojik testler yapabiliyor oldukları için, ruhsal hastalıklarla ilgili bir mesleğe adım atmış olurlar. Yüksek lisansları boyunca psikoterapi teknikleri üzerine dersler de gördükleri için psikoterapi nedir az çok biliyor olurlar ve hastalarıyla iletişimleri sırasında bu bilgi işlerine yarar. Yasal olarak bir psikiyatrın yanında çalışarak danışan/hasta görme hakları olur ama kim ki tam anlamıyla psikoterapi yapmak istiyordur, o ayrıca 4 sene süren psikoterapi eğitimi almak zorundadır. Aksi halde yapılan psikoterapimsi bir şey olur ve bir dost ne kadar yardım edebiliyorsa danışana, klinik psikolog da o kadar yardımcı olur. Psikoterapistolmak kolaydeğil Bir tıp fakültesi mezunu kişi, psikiyatr olmak istiyorsa ihtisas sınavından sonra beş yıllık bir eğitim almak zorundadır. Bu eğitim sonunda psikiyatrik hastalıklar konusunda uzman olur ve ihtisas süresince eğitime dahil psikoterapi kursları sayesinde hastasına terapötik olarak nasıl yaklaşacağını öğrenir. Ama bu psikoterapist olduğu anlamına gelmez. Psikoterapist olmak için psikiyatr da ayrıca psikoterapi eğitimi almak zorundadır. Bu eğitim klinik psikoloji yüksek lisansı yapmış olan kişinin almak zorunda olduğu eğitimin hemen hemen aynısıdır. Zaten aynı eğitime psikiyatr olanlar da klinik psikologlar da birlikte devam eder. Psikiyatr bu eğitimi ister ihtisası sırasında, isterse daha sonra yapabilir. Yasalar gereği psikiyatr hastanede ya da özel muayenehanesinde psikiyatrik tedavi uygulayabilir. Yine yasalar psikiyatrın ben psikoterapi yapıyorum demesine de engel değildir. Hatta psikiyatr, psikoterapötik yaklaşımı öğrenmiş olduğu için hastasıyla iyi bir ilişki de kurabilir ve onu tedavi edebilir. Ama psikoterapi yapıyorum demesi için psikoterapi eğitimi almış olması gerekir. Aksi halde hastasına doğruyu söylemiyor demektir. Psikoterapi ekolleri içinde kognitif davranışçı terapi, psikanalitik yönelimli psikoterapi ve sistemik terapi dışında hiçbir terapi ekolünün etkili olduğu yönünde bilimsel kanıt yoktur. Bu nedenle ister klinik psikolog olsun ister psikiyatr olsun psikoterapi yapıyorum diyebilmesi için bu üç terapi ekolünden birinin eğitimini tamamlamış olması gerekmektedir. Gelelim felsefeye… 200 yıllık psikoloji, 100 yıllık psikiyatri olmadan önce de insanlar ruhsal sorunlar yaşıyorlardı ve felsefe insanların nasıl daha huzurlu ve mutlu bir hayat yaşayacaklarına en fazla yardım eden şeylerden biriydi. Şamanlardan ve din adamlarından sonra… Ve bu konudaki deneyimi, psikolojinin ve psikiyatrinin deneyiminden çok daha fazla oldu hep, en azından teorik bilgi düzeyinde. Açıklamak değil anlamak Günümüzde insanın ruhsal ihtiyaçlarına ne psikolojinin, ne de psikiyatrinin tek başına yanıt veremediği, içinde benim de bulunduğum psikiyatri dünyası itiraf edemese de, çok açık bir gerçek. Bizim yapmamız gereken şey, tıp ve sinirbilimin psikiyatriye açtığı yolda ilerlerken insanın ruhsal sıkıntılarını “açıklama”ya çalışmanın yanında (ki bu da henüz gerçeklikten oldukça uzak bir hayal) insanı bütüncül olarak “anlama”ya çalışmaktır. Bunun yolu da (edebiyat, sosyoloji, antropoloji, etnolojinin yanında) esas olarak felsefeden geçer. Psikoterapi eğitiminin içine felsefenin belli alt alanlarının dahil edilmesi acil bir zorunluluk gibi gözüküyor. Antik Yunan felsefesi, özellikle Sokrates, Stoa bilmeden, varoluş felsefesinden anlamadan, fenomenoloji, hermenötik ve ethik felsefesinden anlamadan, insanın içinde bulunduğu zaman dilimi, yaşam koşulları, kültür ve ekonomik koşullarını değerlendiremeden onu anlayabildiğini iddia etmek safdilliktir. Bu safdillikten vazgeçmediğimiz sürece insan denen varlığın hayat içinde yolunu bulmasına yardım edebilme olanağımız hiçbir zaman olmayacak. Yaşamayı yeniden öğrenmek zorundayız, hep birlikte… Bülent Şık’a topluma yalan söylememenin bedelini ödetmek istiyorlar Bilim insanı ‘taraf’tır! 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Akdeniz Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilmiş Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık’a, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi” başlıklı yazı dizisi nedeniyle de Sağlık Bakanlığı’nın şikâyeti üzerine soruşturma açıldı. Biz de bu yazıyı kaleme aldık!.. Trofim Denisovich Lisenko, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) devletinin muteber bilim insanıydı. Zaten bu nedenle Stalin’in desteğini her daim arkasında hissetmiş ve SSCB Bilim Akademisi Genetik Enstitüsü Direktörlüğü’ne kadar yükselmiştir. Lisenko’yu devlet ve muktedir katında muteber kılan özellik, “vernalizasyon” adını verdiği yöntemle fide ve tohumların çevre şartlarının değişmesi halinde erken ürün vereceklerini iddia etmesidir. Lisenko, geliştirdiği bu yöntemle sadece ülkede yaşayanların beslenme sorununu çözmekle kalmamış, aynı zamanda “çevresel değişimin genetik değişime neden olacağı”nı da bilimsel olarak kanıtlamaya soyunmuştur. Başka bir ifadeyle Lisenko, bilim alanının meşruiyeti sayesinde, sosyalist devrimin “uygun sosyal koşulların, (insani) davranışlarda kalıcı değişikliklere yol açacağı” önermesini de yalan bilimle kanıtlamaya kalkışmıştır. Kuşkusuz böylesi “devrimci” bir hakikati savunan kişi, dönemin SSCB devleti tarafından hemen sahiplenildi. Öyle ya, “vernalizasyon” tezi, rejimin mutlak ideolojisine bilimsel destek sunmakta ve yarışmarekabet temelinde şekillenen genetik/ biyolojik teorileriyle Mendel ve Darwin’i yalanlamaktaydı. Kimsin, ey bilim insanı? Peki, bilim insanı kimdir? Yaşadığı devletin ya da dünyaya egemen kapita lizmin ideolojisi ile düşünme biçimini uyumlulaştırmaya çalışan, bilme merakına sırt dönerek yaşadığı bu özdenetim sürecine uygun ıslah edilmiş soruları ortaya atan, gerektiğinde bu sorular için sahte yanıtlar uyduran ve bu uğraşısı nedeniyle parayla pulla, şanla şöhretle ödüllendirilen kişi mi? Yoksa bilim insanı, mutlak bilgiye hiçbir zaman ulaşamayacağını bilerek, her daim ve her ortamda bilmeye cüret eden kişi midir? Devletin, dinin, sermayenin hayatı belirlediği bu dünyada, hiç de naif olmadan, onlara rağmen bilme merakının peşinde koşan mıdır? Yoksa dönemin çok satan dergilerinde en popüler yazıları yazan ya da en yüksek reyting programlarına davet edilen bir medya şaklabanı mıdır? Ya da medyatik olmaktan uzak durmak gibi “ağır” bir misyonu sırtlanarak, kendi bilimsel cemaatinin normlarına uyan, kendisinden başka hemen hiç kimsenin okumadığı yayınlarla CV’sini şişiren, bilim denilen modern dinin tapınaklarında yaşayan muktedirlere yaranmaya çalışan, onların “yüksek impakt”lı dergilerinde bilme merakını yitiren, akademik makale üretimini bilen ama hayatı hiç bilmeyen acınası bir teknisyen midir?.. Bilim insanı, tarafsız olmayandır. Bilim insanı, bu dünyada bildiği en önemli gerçeğin, tarafsız olmanın aslında ezenden yana taraf olmak anlamına geldiğini bilendir. Bilim insanı, adaletten, eşitlikten, özgürlükten ve barıştan yana taraf olandır. Ama bilim insanı, bu taraf olma halini taraftarlığa dönüştürmeyendir. İnancı ve ideolojisi için gerçeği eğip bükmeyendir. Hakikate giden yolu tahrip etmeyen, ulaştığı hakikati çarpıtmayandır. ‘Vatan haini’yim! Ama sadece bu kadar değil... Bilim insanı, bu dünyaya gözlerini yeni açmış çocukların ilk emdikleri sütte ulusötesi şirketlerin zehirlerini bulduğu zaman bu bilgiyi yaşadığı topluma ve dünyaya yalansız söyleyendir. Bilim insanı, ülkeyi talan eden fabrikaların kansere neden olan atıklarını bir nehirde tespit ettiği zaman bu bilgiyi o topraklarda kanser olan ve olacak olan insanlara apaçık söyleyendir. Bilim insanı korkmayan değil, korksa da başının belaya gireceğini öngörse de muktedire “Kral çıplak” diyebilendir. İşte bu nedenle Anadolu denilen cennetcehennemde doçent, profesör çok, ama bilim insanı yok denecek kadar azdır. Anlaşılan o ki az sayıdaki bilim insanını yayınladığı kanun hükmündeki kararnamelerle akademi dışına süren ve üniversiteleri suskunluğun onursuzluğuna mahkum eden bu garabet, bu karanlık, bu kahhar devlet, Onur Hamzaoğlu’ndan sonra şimdi de Bülent Şık’a bu topluma yalan söylememenin bedelini ödetmek istiyor. O zaman, hem de bir 3 Haziran günü, yani ölüm yıldönümünde “Koca Nâzım”ı anarak ifade edelim; “yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla”: Vatan, birileri daha çok para kazansın diye çocukların anne sütüyle zehirlenmesiyse... Vatan, birileri daha çok para kazansın diye güzelim nehirlerin kanserli atıklarla kirletilmesiyse... Sağlıklı bir yaşam için vatan hainliğine devam ediyoruz hâlâ! Hem de Onur’umuza, Şık’a ve Cumhuriyet’e sahip çıkarak!.. Barbaros Şansal Turanj! Evet, portakal rengi... Hani sık sık ümmetin sokağa dökülüp intikam için bıçakladığı, bildiğimiz narenciye türü, portakal. Ne mandalina ne turunç ne bergamot ne altıntop ne de limon. Hatta ne Oralet ne de meyve aromalı kimya dolu ve gazlı sofra içeceği. Basbayağı portakal işte. Çocukluğumuzda adı Finike olan (Antalya), sonra Yafa (İsrail) adını alıp en sonunda Washington (ABD) portakalına dönüşen bir renk... Sarı ile kırmızının karışımından oluşan o meşhur ara renk. Çarkı felekten herkese parmak sallayan perdecinin torununun, tobleron kızından çıkardığı, Hollanda bankası destekli asker kızı yeni zengin bacımızın da en sevdiği renk; nasıl şifreledim ama?! Her ikisinin de tabiri ile TURANJ!.. Ama aynanın arkasına baktığımda yüzleri kızarmaz, bilin ki gözlerinin içi ancak olur oranj... Kimi zaman bir mercanda görürüz onu, kimi zaman batan bir güneşin ufka değdiği yerde. Kimi zaman nar gibi açan çiçekleri süsler, kimi zaman ise ters lalelerin boynunu. Bazen tespih boncuğu olur, bazen de kulağa küpe. İstediğimiz kadar ad versek de bir neşe, bir canlılık verir değil mi hepimize?.. ^¡^ Hollanda Den Haag, yani Lahey... Çarşı içindeyiz. Uzun zamandır giymediğim ayakkabı ile Hollanda’ya gelirken, tabanının çıkacağını nereden bilebilirdim ki? Mecburen bir ayakkabı alınıp bunlar tamire yollanacak. Turuncu bayrakların dalgalandığı sokakta alelusul yasak savar bir ayakkabıcı arıyoruz. Yanımda evli, iki çocuklu Hollandalı bir de kadın arkadaşım var. Hızla yürüyoruz... Birdenbire, gözleri nefret dolu, sakallı, saçları yağlı bir adam tam karşımızda durup cep telefonunun kamerasını açıp bizi kaydetmeye başlıyor. Burada yerlere tükürülmediği gibi, bir şahsı izinsiz kaydetmek de ağır suç sayılıyor. O yüzden herkesin her şeyi açık, kaset komploları ile don çorap ölçülmüyor. “Ben seni tanıdım!’’ Önce şaşırıyoruz ve sonra ne olup bittiğini anlamaya çalışırken buz gibi dona kalıyoruz. Sokak kalabalık, çok farklı kökenlerden onlarca insan sağlı sollu akıp gidiyor. Ve cep telefonu suratımıza 50 santimde duran arsız görünümlü şahıs ağzını açıyor. “Fetöcü”, “Vatan Haini”, “Terörist”, “Ergenekoncu”, “Komünist”, “Eşcinsel” sıfatlarını bağıra bağıra saymaya başlaması ile önce adeta dehşete Çalıntı zaman düşüyoruz. Muhatap olmak yerine yanından geçerek derhal hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalışıyoruz. Sokaktan geçen insanların dikkatini de çekmiş olacak ki bazıları durmuş ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Sonrasında ise arkamızdan yankılan sözler; “ejdad”, “mezar”, “anüs”, “anne”, “kitab”a dek bitmek bilmez canhıraş sövgüler ve küfürler savuruluyor. Biraz ilerideki turuncu levhalı ve tenteli kahveye çöküp soluklanmak istiyoruz. Yanımdaki kadın, “Türk’tü değil mi” diye soruyor. Polisi aramalıyız. Ne cevap vereceğimi bilemediğimden olsa gerek, sorun etmeyeceğimi söylüyorum. Turuncu bir kez daha “turanj”a dönüşüyor! Ülkem, insanım, coğrafyam lime lime dökülüyor. ^¡^ Hayatı yeniden “oranj” yani portakal rengine döndürmek için kirli paslı yağlı adamı hafızamdan silip atıyorum. Kadın arkadaşımla hemfikir kalıyoruz. Yeniden yola koyulduğumda ise çürümenin sonuna gelindiğini, yağma ve ganimet üzerine kurulu geçmişimizi temizlemenin zamanı geldiğini görüyoruz. Ertesi günü birlikte Brüksel’deyiz Uluslararası Af Örgütü Amnesty’de konuşmacıyım. Türkiye Cumhuriyeti ve LGBTİ haklar, ihlaller, kısaca acı gerçekler konum... Turuncu mendilimi yeşil ceketime yerleştiriyorum. Çürüyenlere inat laik, demokratik sosyal hukuk devletine ve halkların kardeşliğine yelken açıyorum!.. Dünyaya vatanımı anlatıyorum, Aynayı bakalım kim tutacak?.. Neticede ben terziyim, kostümü ben dikiyorum. SO Duo’yla ayinsel bir yolculuk Duy sesimizi Ay Ana, ay! Haftanın albümü Türkiye’de özellikle Baba Zula’nın başını çektiği avantgardefolk ya da Orçun Baştürk larıyla çalıştıktan sonra başta Sezen Aksu olmak üzere Muammer psychedelic–folk olarak adlandırabile Ketencioğlu, Brenna MacCrim ceğimiz müziği yapanlar, her ne kadar non ve Cevdet Erek’le müzik yap dinleyiciye ulaşmakta zorluk çekse de mış Sumru Ağıryürüyen ile İstan icracıların fazlalaşması türün kemik bul Blues Kumpanyası, Kırıka ve leşmiş kitlesinin yüzünü güldürüyor. Replikas gibi farklı kulvarlarda yer Son zamanlarda adından sıkça söz et alan grupların içinde olmuş Orçun tiren SO Duo grubu da bunlardan biri. 1980’li yıllarda Mozaik grubuyla Sumru Ağıryürüyen Baştürk’ten oluşan So Duo’nun “Ay Ana” albümü, Kalan Müzik müzik dünyasına adım atan ve Yeni Türkü, Ezginin etiketiyle raflardaki yerini aldı. Günlüğü gibi türünün nevi şahsına münhasır grup Grup, doğaçlama tınıları kendi besteleriyle har manlayarak dinleyiciyi “derin” sulara götürürken ayinsel bir yolculuğa da davet ediyor. Vokal, perküsyon ve mandolinde Sumru Ağıryürüyen’e davul, perküsyon, harmonyum, ses ve laptopta Orçun Baştürk’ün eşlik ettiği SO Duo, biraz kafa dinlemek ve uzaklara dalmak için ideal bir fon oluşturmakta. İhtiyacı olanlara duyurulur. [email protected] BURAK SOYER C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle