Katalog
                    Yayınlar
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Yıllar
                    
                    
                
                    Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
                    Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
                    Sayfayı Satın Almak İstiyorum
                
            
                3 Hazİran 2018, PAZAR  SAYFA 5 Saygı duruşu  NâzıM hikmet yaşamaya devam ediyor hâlâ ‘Nehir’ akıyor! Çocuk ve şair  Nâzım Hikmet’i aramızdan ayrılışının  miz aydınlık bir nehir var. O ne  55’inci yılında, onu eserleriyle, bestele  hir akmaya devam ediyor. Musta  riyle, sesiyle yaşatmış ve yaşanır kılmış  fa Kemal sayesinde de yeraltı neh  Zülfü Livaneli ile konuştuk.  ri, yer üstüne çıktı. Osmanlı’da bir  ? Nâzım Hikmet’in 55’inci ölüm  yıldönümü. Siz geçen yıl onun mezarı  başında okuduğunuz şiirde, “Sen gide  li beri// güneşin etrafında elli dört kere  döndü dünya” demiştiniz. Şimdi 55 ol  du. Ne eklemek isterdiniz?  Nâzım bizim düşünce hayatımızı biçimlendirmiş bir isim. Dostoyevski, “Biz  Zülfü  Gogol’un kaputundan çıktık” demişse,  biz de Nâzım’ın paltosundan çıktık, Türkiye’de  ki bütün bizim çizgimizdeki sanatçılar... Yaşar Ke  mal de oradan çıktı, Kemal Tahir de oradan çık  tı, Orhan Kemal de oradan çıktı. Hepimiz Nâzım’ın  paltosunun altından çıktık. Türkiye’de bazı şair  ler, unutulmaz. Çünkü Türkiye’de toplum şiirle dö  nüşür. Batı toplumlarındaki gibi Montesquieu’nün  Kanunların Ruhu’nu yazması ya da Karl Marx’ın  kitapları gibi bilimsel eserlerle dönüşmez Türki  ye. Şiirle dönüşür. Bu şiirle dönüşmenin iki bü  yük figürü de Namık Kemal ve Nâzım Hikmet’tir.  Bu iki şair, sadece şiirlerinin gücüyle değil, toplu  mu dönüştürmekteki işlevleriyle de unutulmuyor  lar. Nâzım Hikmet’in de ölümünün 55’inci yılında  hâlâ çok güncel olması, tartışılması, şiir gücünün  de ötesinde bundan geliyor. Çünkü Namık Kemal,  Türkiye’de bir yurtseverlik tohumları ekti şiirleriy  yeraltı nehriydi çünkü o. Pir Sul  tan Abdal’lar, Yunus Emre’ler,  Dadaloğlu’lar bir yeraltı nehriydi.  Mustafa Kemal sayesinde yer üstü  ne çıktı. Nâzım da bu geleneğin bir  evladı. Ondan aktarılan miras o ba  Livaneli  kımdan çok büyük. Bir kere dilimizi değiştirdi, oluşturdu diye  bilirim. Bir şairin en büyük gö  revi bir dil oluşturmaktır. Ben çocuk yaşlarım  da onun kitaplarını, 1960’dan sonra Ankara’da  Devrim Kitabevi’nde çıkacağını duyunca he  yecanla bir çocuk olarak gidip kuyruğa gir  miştim. O büyük sevinci unutamıyorum. Na  sıl anlatmalı, o kitabı defalarca öptüm. Bugün  de o günkü heyecanımdan hiçbir şey eksilmedi.  Nâzım denilince, yüreğim her zaman kıpır kıpır  eder. Bir de şunu söylemek gerekiyor, biz hep  “Nâzım büyük bizden” diyorduk. E şimdi ben  onun yaşını çok geçtim. Hani Anna Seghers,  “Ölüler Genç Kalır” der ya, ben 73 ya  şıma giriyorum. Nâzım 61 yaşında  öldü. Küçük kardeşim gibi ama  her zaman o büyüklüğü, anıt  sal kişiliği bize kendisini bü  yük olarak hatırlatıyor.  le ve o Manastır Askeri Lisesi’nde okuyan Mustafa Kemal’i, arkadaşlarını ve diğer kuşakları etkileyerek bir devrime götürdü toplumu. Nâzım Hikmet  Yeni Nâzım’lar gelecek  de bizim kuşaklarımızı etkileyerek bizi sosyalizme, insan haklarına, demokrasiye ve yepyeni bir dünyalılığa doğru götürdü. ? Nâzım’ı nasıl tanımlarsınız? Nâzım Hikmet çok duyarlı bir insan. Zeki insanlar kurnaz değildir; Albert Einstein, Karl Marx gibi. Çünkü kurnazlık, zeki olmayan ama yolun boş tarafından yürümeyi sezen, kuyruğa kaynak yapmayı bilebilen insanların işidir. Nâzım’ın çocuk gibi saf bir kalbi vardır ve bu yüzden de çok acı çekmiştir. Sadece Türkiye gibi sert bir toplumda rejim tarafından hayatı mahvedilerek erken ölüme sürüklenerek değil, kendi içinde bulunduğu sol hareket tarafından, arkadaşları tarafından, daha sonra gittiği Sovyetler Birliği’ndeki bürokrasi tarafından da o saf çocuk yüreği paramparça edildi ve çok genç yaşta öldü. Bunu bir trajedi olarak görüyorum ben. Normal bir hayat yaşasaydı, çok daha uzun süre eser verebilirdi, yaşayabilirdi ama dediğim gibi herkes onun kalbini parçaladı. Bunda belki kadınların da etkisi vardır diyebilirim üzülerek.  ? “Bu dünyadan Nâzım geçti” de bir yeni Nâzım daha gelir mi bu dünyaya? Gelir tabii. Gelmez demek Nâzım’a ihanet etmek demek olur. Nâzım’ın o umuduna, insana duyduğu umuda, “Umutsuz yaşanmıyor” dizelerine ihanet etmek olur. Nâzım’lar gelir, gelecektir. ? Bugün yaşasaydı, “Memleketimden İnsan Manzaraları”na neler eklerdi? Bir kere o vagonlar daha da beter olmuş olurdu.  O koca yürek, 13 yılda paramparça edildi  O vagonlarda anlatılan harp zenginlerine, yolsuzluklardan zenginleşmişler katılmış  ? Nâzım, Türkiye’de de SSCB’de de ayrıca partisi nezdinde de hep baskılara maruz kaldı, kalbi kırıldı dediniz. Neden? Benim Serenat romanımda bir cümle geçer, “Her devlet az ya da çok suçludur” diye. Devlet olmak ve devlet bürokrasisi, gizli servisler, kraldan çok kralcılar ve toplumu toplum adına korumaya soyunanlar dünyanın her yerinde aynıdır. Bu adam  olurdu. Ama mutlaka, yeni umutlumücadeleci insanları da oraya koyardı. Çünkü Nâzım kendisini kuyunun dibinde kalmış bir taş gibi unutulmuş ve yok olmuş hissederek öldü. Bu çok acı bir şeydir.  lar kapitalist bir ülkede kapitalizm adına yaparlar.  Sosyalist bir ülkede, bu işi sosyalizm adında yapar  lar. Sosyalist dünyada ne kadar çok trajediler ya  şandığını da gördük. Stalin devrinde ya da Doğu  Avrupa ülkelerinde neler yaşandığını gördük. Emin  olun buradaki hâkimler, savcılar, Nâzım’ı yok eden  rejimler ondan ne kadar nefret ediyorsa, Sovyet  ler’deki bürokratlar da ondan o kadar nefret ettiler.  Oyunlarını yasakladılar. Hatta bir öldürme girişim  leri dahi oldu. Abidin Dino bana bir gün Paris’te  Nâzım’la buluştukları bir anısını anlatmıştı. Abi  din Bey’e demiş ki Nâzım, “Ben Sovyetler’e git  mekle hata yaptım. Buraya gelmeliydim.” Şüphesiz  Nâzım kendi ülkesinde yoğun acılar çekti. Yüre  ğiyle bütün dünyayı hissedebilen, baharın kıpırtıla  rını, dışardaki aşkları o düş gücüyle bütün dünyayı coşkuyla yaşayan bir adamı, bir kalbi 13 sene zindanda tutmak ne demektir. O kalp nasıl dayanır, ki en yurtsever şairidir, Kuvayi Milliye’nin ve Mustafa Kemal’in şiirlerini en güzel şekilde yazmış olan adamdır, onu paramparça ettiler. Bu konuda Türki  Livaneli, kendisinin Nâzım Hikmet’le birlikte yer aldığı anıtın açılış töreninde. (Çankaya Belediyesi Zülfü Livaneli Kültür Merkezi, ANK.)  ye ve o dönemin rejimi suçludur.  Kendi de yazdığı gi  ? Nâzım’ın size, sanatçıedebiyatçı kişiliğini bi her tarafta kitapla  ze katkısı ne oldu?  rı basılır ama Türkçe  Nâzım benim hayatımdaki en önemli insan  sinde yasak. Kız karde  dır diyebilirim. Birinci Nâzım’dır, ikinci Yaşar  şi Samiye Yaltırım ve eşi  Kemal’dir. Çünkü benim hem düşünce hayatımın  Vera’nın bana söylediği  hem dilimin hem dünyaya bakışımın oluşmasın  gibi, “Keşke bir tek kez,  da çok büyük katkıları olmuştur. Üçüncüsü de Abi yüzbinlerce kişinin ken  din Dino’dur. Gayet rahat sayabiliyorum. Bunların di şiirini okuduğunu, şar  hepsi birbiriyle ilişkili zaten. Nâzım, Yaşar Kemal, kısını okuduğunu göre  Abidin Dino dediğinizde zaten bir aileden bahset  bilseydi.” Bunu hayal bi  miş oluyoruz. Türkiye’nin karmaşık düşün ve sanat le edememişti her halde. O  ortamında Yunus Emre’lerden beri akıp gelen o te yüzden bugün umutlu  olurdu bence. Çün  kü her şeye rağ  GÜRER MUT  men direnen bir Türkiye var.  Pınar Kür “Yüreğiyle bütün dünyayı hissedebilen bir kalbi 13 sene zindanda tutmak ne demektir. O kalp nasıl dayanır, ki en yurtsever şairidir, onu paramparça ettiler. Bu konuda Türkiye ve o dönemin rejimi suçludur.” 1948, Bursa (Samiye Yaltırım Albümü)  Annem beni kapının kenarında görünce çok şaşırdı. “Ah, canım kızım benim, aferin sana... Ama ağlama, bak, adam ağlama diyor” gibisinden bir avutma girişimi beni daha da çok hıçkırıklara boğdu. Bugün, şu satırları yazarken bile gözlerim doluyor. Nâzım’ın pek çok şiirini okurken ağlamaklı olurum, insan içinde yüksek sesle okumaktan çekinirim, çünkü boğazım düğümlenir. Tam tarihi hatırlamıyorum, 1940’lı yılların sonu olmalı. Henüz okula başlamamışım, hatta babamın rahlei tedrisinde okumayı bile öğrenmemişim, demek ki en fazla beş yaşındayım. Zonguldak’ta oturuyoruz (o yılların en modern kentlerinden biri olduğunu yıllar sonra öğreneceğim). Annem Çelikel Lisesi’nin efsane edebiyat öğretmenlerinden biri (Bunu da en son 2013 yılında İsmet Kür vefat ettiğinde cenazeye gelen yaşlı başlı eski öğrencileri sayesinde teyit edeceğim)... Babam Ticaret Lisesi’nde Fransızca ve Matematik öğretmeni (kasket giydiği için birkaç yıl sonra komünistlikle suçlanacak olan Behram Bey)... Mutlu bir aile olarak denize nazır üç katlı bir binanın bahçe katında yaşıyoruz. Herhangi bir sıkıntı varsa da biz iki kız kardeş bundan habersiziz. Babam o çok eski taş plaklardan klasik müzik dinletirdi bize, annem ise Fuzuli’nin mısralarıyla azarlardı bizi. Yani ne dünyada ne de Türkiye’de olup bitenlerden haberimiz yoktu ama uyanık çocuklar sayılırdık. Gene de radyoda konuşanların (ne TV vardı ne de telefon) sahici insanlar olduğuna inanırdık... Ço cuktuk ya, koskoca adamların küçücük kutuya nasıl sığdıklarını merak ederdik. Radyo da bir saatten sonra susardı. Bizi yatmaya gönderirlerdi. Bir gece, karşıki odada misafirler olduğundan, ben de büyümek isteğiyle yanıp tutuştuğumdan, uyumadım ne konuştuklarına kulak verdim. Alçak sesle konuşuyorlardı ama duyduklarımın şiire benzediğini anlayabildim; daha iyi duyabilmek için kalktım, sofayı sessizce geçip kapısı aralık olan misafir odasının duvarının dibine saklanarak dinlemeye ve gözetlemeye koyuldum. Evet, şiir okuyorlardı, ellerinde pembe pelür kâğıtlar vardı. Sırayla okuyorlar, arada bir kendi aralarında da konuşuyorlardı. Oracıkta oturup kalmışım kim bilir ne kadar zaman. Duyduklarım beni büyülemişti ben ki Fuzuli tarafından azarlanan bir çocuktum, onunkilere hiç benzemeyen dizeler karşısında çok derinden sarsılmıştım  Atlılar atlılar kızıl atlılar, Atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat... Atları rüzgâr... Atları... At...  Rüzgâr kanatlı atlar gibi geçti hayat  Akar suyun sesi dindi  Gölgeler gölgelendi...  		  renkler silindi.  Siyahlar örtüler indi  		  mavi gözlerine,  Sarktı salkımsöğütler  		  sarı saçlarının 	  			  üzerine!  Ağlama salkım söğüt	  		  ağlama,  Kara suyun aynasında el bağlama!  			  el bağlama!  				  ağlama!  Ve çocuk avaz avaz ağlamaya başladı. Odadaki sesler kesildi. Annem uykumda ağladığımı sanmış, fırladı. Beni kapının kenarında görünce çok şaşırdı. “Ah, canım kızım benim, aferin sana... Ama ağlama, bak, adam ağlama diyor” gibisinden bir avutma girişimi beni daha da çok hıçkırıklara boğdu. Bugün, şu satırları yazarken bile gözlerim doluyor. Nâzım’ın pek çok şiirini okurken ağlamaklı olurum, insan içinde yüksek sesle okumaktan çekinirim, çünkü boğazım düğümlenir. Sulu gözlü değilim, bu aşırı hassasiyeti Nâzım’ın beni çok küçük yaşta çarpmasına bağlıyorum tabii, bir de annemin ertesi gün bana anlattığı acıklı hikâyeye: Şair ölmemiş, hapisteymiş  hayır kötü bir suç işlediğinden değil, tıpkı dedem gibi (elleri ayakları zincirli fotoğrafı duvarımızda asılı olan, annemin babası Avnullahül Kâzımi) yazdıkları yüzünden hapse atılmış. Şiirlerinin kitap olarak yayımlanması da yasaklanmış. Bu pembe pelür kâğıtların üstündeki silik yazılar, onun Bursa Cezaevi’nden dışarı gönderebildiği şiirlerinin daktilo ile çoğaltılmış haliymiş. Kâğıtların ince, yazıların silik olması mümkün olduğunca çok karbon kopya yapılsın diyeymiş. Böyle gizli gizli okuyorlarmış, çünkü kendi başları da belaya girebilirmiş. Ama daha sonraki okuma seanslarını dinlememe izin verdiler. Çocukluğu şiirlerle, yasaklara karşı direnmekle geçen insanlar büyüdüklerinde (ve hatta yaşlandıklarında) kimi kez benin gibi hem ağlar hem de direnirler.  C MY B   
            
    
