17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 10 HAZİRAN 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk ‘İbneler özgür olsa…’ Onur... Bu kelimeyi hangi koşullarda kullandığınızı bir düşünün. Onurunuzu neye karşı savunduğunuzu... Onurun sizin için ne olduğunu... Sonra bir de bu ülkede neden LGBTİ Onur Haftası diye bir şey olduğunu düşünün. Gay’lerin, lezbiyenlerin, eşcinsellerin, travestilerin, farklı cinsel yönelimi olan kalabalıkların en olağan halleriyle, kendilerini görmek ve göstermek istedikleri kıyafetler içinde, “normal” olduğunu sananların/düşünenlerin/ iddia edenlerin tuhaf, yadırgayan bakışlarını keskin bir kılıç gibi yarıp geçen kalabalık yürüyüşlerinin isminde neden “Onur” kelimesi olduğunu düşünün. Onur... İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis demektir. Sistemin tabularla mühürlediği akıllar ve kalpler size onur diye, kendinizden vazgeçmeyi, başka birine, makul birine, kabul edilebilir birine, farklı olmayan, olamayan birine, duygularını bastırmış birine, kendi gerçeğinden korkmuş birine, kendi bedeninden tiksinmiş birine dönüşme zavallılığını işaret eder. Bu işaretin peşine düşen ve kendisi gibi olmamayı, olamamayı erdem diye belleyen kalabalıklar sindirilmiş kişilikleri ve bastırılmış güdüleriyle kendilerini onurlu sanırlar. İnce ama derin bir nehir Ve bir gün gelir... Sadece bir gün, birkaç gün onurun size bambaşka bir şey olduğunu hatırlatmak için, size hiç benzemeyen, pek hoş görmeyeceğiniz, yadırgayacağınız, ürkeceğiniz, ahlaksız bulacağınız, gündelik hayatınızda tahammül edemeyeceğiniz hayatlar yaşayan, tercihler yapan küçük bir kalabalık sokağa dökülür. Siz kenara çekilirsiniz. O kalabalık ince ama derin bir nehir olur aranızdan bir anlığına akar. Siz o kalabalığa bakarsınız ve o bir an aklınızdan olmadık şeyler geçirirsiniz. Kendi tercihlerinizi düşünürsünüz, kendi korkularınızı, kendi hazlarınızı, kendi vazgeçişlerinizi, kendi ihtimallerinizi... Ama onuru düşünmezsiniz. Onurun ne olduğunu ve onursuzluğun ne olduğunu aklınıza getirmezsiniz. Mikrobunu ‘öteki’ne bulaştıran ‘kaynak olgu’ yalanı Tıpta günah keçisi “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” (Tâhâ: 120) Tıp kurumu, başkalarına hastalığı bulaştırma kapasitesi olan hastayı “kaynak olgu” olarak tanımlar. İşte bu “kaynak olgu”, evde, okulda, işte, tiyatroda, sinemada, otobüste velhasıl her bir yerde hastalığı diğer insanlara bulaştırır. Aslında bilimin “kaynak olgu”lar olarak tanımladığı insanlar, bulaşıcı hastalıkların küresel ölçekte yaygınlaşmasının sorumlusu değillerdir. Her şeyden önce verem mikrobunu vücuda almak hastalık gelişimi için yeterli değildir; çünkü beden savaşır mikropla... Ama eğer bu savaşta mikrop galebe çalıyorsa, pek muhtemelen mikroba yenilen kişi, uzun bir süredir bu uygarlığın aç bıraktığı, yoksulluk ve yoksunluğa terk ettiği ya da makbul olmayan kimliği nedeniyle toplumdan dışladığı bir “atık”tır zaten. Hal böyleyse bu eşitsiz savaştaki asıl suçlu “kaynak olgu” mu, yoksa kişinin “atık” haline getirilmesi mi?.. Ayrıca bu insanlar, hasta olmaları yetmezmiş gibi, bulaşıcı hastalıkları topluma fitne fücur gibi yaygınlaştıran “olgu”lar olarak da etiketlenmişlerdir. Oysa aslında “kaynak olgu”lar, bulaşıcı hastalıkların gerçek nedenlerinin gizlenmesine yarayan “günah keçileri”dir. Günah keçisi, yüzleşme korkusundan çıkar Bir bütün olarak toplum ve tıp kurumu “günah keçisi” üretim merkezidir. Asurlular döneminde hastalıklar için o toplumun günahkârları, 14’üncü yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran Kara Veba içinse Yahudi ve kadınlar günah keçisi ilan edildi. Hatta geçmişte Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin, Mars, Satürn ve Jüpiter’in karşılaşmaları sonucu vebanın ortaya çıktığını ileri sürdüğünü ve gezegenleri günah keçisi ilan ettiğini biliyoruz (C. Champbell, “Günah Keçisi”, Ayrıntı Yayınları). Peki, neden “günah keçisi” üretme ihtiyacı duyarız? Şeytanla başlayan, “Yahudi”, “kadın”, “ca dı”, “tüberkülozlu hasta”, “HIV’li çalışan”, “pis Kürt”, “dinsiz Alevi”, “affedersiniz Ermeni”, “ahlâksız lezbiyen” gibi kavramlarla devam eden bu sürecin kökeninde; insan haklarını yerle bir eden faaliyetler için utanmak ve bu utanç nedeniyle kendi sorumluluğumuzu üstlenmek yerine bu yüzleşmeden kaçma isteği ve aczi yatıyor. Ama bu konuda bir karar vermek zorundayız: Tanrının, devletin, babanın ve elbette tıp iktidarının bize vaat ettiği cenneti çalan “öteki” mi? Yoksa aslında dünya hiç de cennetlik bir yer olmadı mı? Acaba Tanrı, devlet, baba ve tıp iktidarı, kendi muktedirliklerinin sürmesi için bir cennet yalanını mı söylediler ve hâlâ söylüyorlar?.. ‘Öteki’, her kötülüğün sebebi Tarih boyunca egemenin, reisin, kralın ya da herhangi bir muktedirin yaşanan bir sorun için herhangi bir “günah keçisi” yaratmayıp kendi sorumluluğunu üstlendiğine hiç şahit olduk mu? Aksine muktedir, daima, sorunun nedenini kendi üzerinden atmak için bilinçli olarak bir grubu “günah keçisi” ilan eder. Garip ama tüm gücü elinde bulundurmasına rağmen, “öteki”nin Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi bile, geçmişte Mars, Satürn ve Jüpiter’in karşılaşmaları sonucu vebanın ortaya çıktığını ileri sürmüş ve gezegenleri günah keçisi ilan etmişti. çok güçlü olduğunu, hainlik yaptığını, istikrar ve düzeni bozduğunu, kendisinin önlem almaya çalıştığını ancak mevcut koşullar altında önlemlerin yetmediğini, olağanüstü önlemlerin gerektiğini, yoksa toplum olarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınacağını anlatır. Mikrobunu ötekine bulaştıran “kaynak olgu” yalanında da, rüşvet ve yolsuzlukla kasasını dolduran siyasetçi gerçeğinde de aynı retorik var: “Öteki”, her suçun ve her kötülüğün sebebidir. Tarih boyunca Tanrı, devlet, baba ve tıp muktedirlerinin üstlenebileceği en büyük sorumluluk, onların da tıpkı Adem ve Havva gibi “şeytanın vesvesesi”ne kanıp aldanmış olmasıdır. Artık kabul etmeliyiz ki; “şeytanın vesvevesi” değildir bilgi denilen o yasak meyveyi bize yediren... Aksine ne iyi ki insanı insan yapan duygulardan olan merak ve karşı durulmaz arzudur bizi o yasaklanmış ağacın başına getiren. Ve artık görmeliyiz ki “kaynak olgu”lar değildir hastalıkları yaygınlaştıran... Aksine ne kötü ki biraz mikrop, çokça neoliberal ekonomi ve insanı posa gibi toplumun dışına savuran “kazanma kültürü”dür zamanımızdaki zamansız ölümleri her daim var eden... Barbaros Şansal Çalıntı zaman Sizin en iyi ihtimalle “hoşgörü” göstererek kapsayabildiğiniz ve dolayısıyla anca bir yücelik çerçevesinde kabul ettiğiniz farklı cinsel yönelimlerini ifade eden, edebilen, bunda ısrarlı olmayı göze alabilen, tabulara, geleneklere, göreneklere bedeniyle, yaşam tarzıyla, sesiyle, sözüyle kafa tutabilen bu insanların 52 haftada sadece bir hafta bir araya gelip görünür olma çabalarının ifadesi olan o onur kelimesi beyninizi ve fikrinizi ve kalbinizi yaralaması gerekirken... Kendi onurunuzu düşünmeniz, kendi onurunuzu yeniden tarif etmeniz için bulunmaz bir fırsatken siz yine bu kelimenin üzerinde durmadan geçersiniz. Bu yıl durun, bu yıl onur kelimesinin üzerinde durun ve düşünün. Şu gay’ler ve lezbiyenler ve travestiler ve size farklı gelen cinsel yönelimlerini gizlemeyenler... En fenası, neden anlamazsınız? Neden kendi doğal hallerini yılda bir hafta inatla gözünüze soka soka sokaklarda yaşamak için ısrar ederler? O bir haftanın dışında kalabalıklar arasında bile kendi kabuğuna saklana saklana yaşamaya itilen ve varlıkları sanki insanın kendine karşı duyduğu saygıyı, şerefi, öz saygıyı, haysiyeti, izzetinefsi zedeleyen bir meseleymiş gibi bellenen bu insanlar, onur derken aslında size ne derler? Ve siz ne anlarsınız? Ne anlamazsınız? En fenası, neden bir türlü anlamazsınız? Hani hepiniz, bu yaşadığınız düzenden şikâyetçisiniz ya... Bunun temel nedenlerinden biri, bu yaşadığınız ve bozulmasın diye büyük bir çaba harcadığınız düzende onur diye bellediğiniz şeyin aslen onur olmaması ve onursuzluk olan yığınla şeyin de onur sayılması. İnanın, hiç boşuna değil... Gay Pride’larda o kalabalığın üstüne basa basa “Dünya yerinden oynar, ibneler özgür olsa!” diye haykırması. ^¡^ Adil ve eşit bir dünya isteğiyle… 26. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftamız kutlu olsun! Yargı kara, vargı sancılı Siz vargılarınızı sangılarınız ile besledikçe yanılgılarınızın yankısı sizi yargılayanlarca pek duyulmaz olur. Birkaç dakika önce, Brüksel’den aktarma yapmak üzere geldiğim Frankfurt Havalimanı’ndan ayrılır ayrılmaz daha tırmanma bitmeden bilgisayarımı açıp bu makaleyi yazmaya koyuldum. Terminalde İstanbul’a gitmek üzere bekleyen yolcuların bazılarının nefret dolu bakışlarına maruz kalarak usulca yanlarından geçip 24 No’lu kapıya nasılsa kazasız belasız ulaşmıştım. Kendi ulusal havayolumuz ile uçmaktan korkar hale gelmem sebepsiz değil ki! Malum, sırtını AKP iktidarına dayamış çılgın Türkler bazen zıvanadan çıkıp organize ve kanunsuz operasyonel şiddete başvurmakta hiçbir mahzur görmezler. Hani Ankara’nın emri ile Kuzey Kıbrıs’tan beni yaka paça atıp, dava açınca da KKTC İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı kanunsuzluğu Yüksek İdare Mahkemesi’nde 15 ayda ancak ispatlamama rağmen özür bile dilemedikleri gibi... Yatırımlarımı, malımı mülkümü çürütürken hiç vicdan azabı çekmedikleri de cabası. ^¡^ Hani 2 Ocak 2017’de Türk Hava Yolları’nın, benim koltuk bilgilerimi devletin Anadolu Ajansı ile yayımlayarak uçaktaki 200 yolcunun da hayatını hiçe saydığı geceyi; hani 10 polisin gözaltına alır gibi yapıp sonra Çelebi AŞ’nin de ortağı olduğu TGS çalışanlarına yem olarak atıp beni Uluslararası Atatürk Havalimanı apronunda linç etttirmeye kalkması gibi! Sonra, güya kurtarıp karanlık otoparka çekip tehditle şikâyetçi olmayacağıma dair kâğıt imzalatması gibi. Sahte delil ile tutuklanıp Silivri’de hücreye atılmam gibi. Hücrede infaz mamurlarının antisemitik ve homofobik sözlü şiddetine maruz kalmam gibi. İstanbul Valisi Vasip Şahin’in havalimanı polislerine soruşturma izni vermemesi, DHMİ müdiresi Funda Ocak adlı şahsa soruşturma ne oldu diye sorduğumda ise beni engellemesi gibi. Bir buçuk yıl geçmesine rağmen, saldırganların teşhis ve tespitleri yapılmış olmasına rağmen, üstelik 4 kez savcı değiştiği halde hâlâ lincin faillerinin davasının mahkemeye gelmemesi gibi... ^¡^ İşte o gün bizim uçuşumuz Larnaka olduğundan Alman Lufthansa uçağındaki tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yolcu bendim. Bulutların arasından süzülerek mavi gökyüzünde yol almaya başladık. Havadayken camdan baktığımızda yeryüzü daha küçülür ya hani, işte o zaman ben de kendimi daha güvende hissederim. Satıhta tehlike olduğundan değil, semada düşüncelerime pek dokunulamadığından... Sangılar ile yönetilen toplumların vargıları beni ilgilendirmiyor. Yargısında yangın olmayan topraklarda ise özgürlük nefs ediliyor. 16 yılda gelinen noktaya bakın! Aklınızı başınıza alın. Yoksa sadece zamanınızı değil, yaşam hakkınızı da çalmaya hazırlanıyorlar!.. Sülfür Ensemble ilk EP’si ile dijital platformlarda Haftanın ‘Yeraltı veteranları’ndan mini albüm albümü Türkiye “underground” camiasında uzun zamandır duymadığımız, ancak bir hayli ihtiyacımız olan sesleri bizlere dinleten Sülfür Ensemble’ın ilk EP’si dijital platformlarda satışa sunuldu. Vokalde Erdem Çapar, basta Burak Özgüney, davulda Emre Şahin ve gitarda Levent Ersoy’dan oluşan Sülfür Ensemble, kendi hattında dolaşan dinleyicileri ile kendine has bir kitle yaratmıştı. Bunda grup elemanlarının geçmişte çaldıkları gruplardan tanınmalarının avantajı da var. UÇK, Radical Noise, Nitro ve Antisilence gruplarından tanıdığımız ekibin böyle bir ‘CV’ye sahip olmasından dolayı bunun müziğe yansıması da haliyle kaliteli oluyor. Bu mini al Sülfür Ensemble bümde çıtayı biraz daha yükseğe çıkaran grup her ne kadar iddialı olmadıklarını ifade etmiş olsa da yaptıkları müzik tam tersini söylüyor. “Doom’n’roll” olarak tanımladıkları müzikleriyle ortaya çıkan EP’de biri Türkçe dört şarkı var. Vokal hariç canlı kaydedilen albümde farklı konulara dokunuşları bulmak mümkün. Gru bun 20 Mayıs’ta Ringo Jet’le birlikte Peyote’de verdiği konserin geri dönüşlerinin bir hayli olumlu olduğunu da söyleyelim. Kendi yolunda en çok konuşulan gruplardan biri olan Sülfür Ensemble’ın albümlerinin yakında müzik marketlerde yerini alacağının haberini vererek sizi “sert adamlar”ın bu albümüyle baş başa bırakalım. [email protected] BURAK SOYER C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle