02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 THERAPIA ALPER HASANOĞLU Aydın Tonga 29 NİSAN 2018, PAZAR Din bu Pandora’nın kutusu...* Ben tanrıların yalancısıyım, bilmem ... Başlangıçta acı yoktu. İnsanların acı çekmeye başlamaları her şeyi öngören tanrı Prometheus’un, tanrılar tanrısı Zeus’un yasak ettiği ateşi Olimpos’tan çalıp insanlara hediye etmesiyle başladı. Hikâyenin öncesi var elbette. Tanrılar dünyadaki canlıları yaratma görevini Prometheus’a vermişti. “Al şu özellikleri, yarattığın canlılara eşit olarak dağıt ki, aralarında ihtilaf olmasın,” dedi. Prometheus da bu işi kıt akıllı kardeşi Epimetheus’a verdi. Epimetheus öngörebilen değil, aklı başına araba devrildikten sonra gelen garip bir tanrıydı. Hızlı koşmak, uçmak, keskin gözler, güçlü kol ve bacaklar gibi özellikleri bol keseden dağıtınca, sıra insana geldiğinde elinde hiçbir özellik kalmamıştı. Bunun üzerine Prometheus insanlara aklı verdi ki, hayvanların bu üstün özellikleri karşısında yok olup gitmesinler. Zeus’un gazabı İnsanlar ayrıcalıklıydılar, yiyeceklerini nerede bulacaklarını düşünmezler, acıktıklarında zaten hazır olan sofralara tanrılarla birlikte oturur, yer içer, eğlenirlerdi. Yaşlanmak yoktu, hastalanıp acı çekmek yoktu. Ölüm bile tatlı bir uyku gibi gelirdi. Çalışmak mı? Tabii ki gerekmiyordu bu koşullar altında. Aç gözlü Zeus bu bolluğun bir karşılığı olması gerektiğini söyledi bir gün. “İnsanlar bana kurbanlar kesmeli!” dedi. Tanrılar tanrısı Zeus’u pek de sevmeyen kurnaz Prometheus onu kandırmaya karar verdi ve bir boğayı ikiye bölerek Zeus’a, “Seç,” dedi. “Hangisini seçersen insanlar sana bundan sonra o kısmını kurbanın sunaklarda yakarak adayacaklar.” Zeus üstü güzel deriyle kaplanmış olan kısmı seçti ama altında yalnızca kemik ve yağlar vardı. Prometheus’un kurnaz ve alaycı gülümsemesini görünce de kızdı ve ceza olarak insanlardan ateşi aldı ve artık kendileriyle birlikte sofraya oturmalarını yasakladı. Prometheus da boş durmadı ama. Çaldı ateşi ve insanlara teslim etti. Ateş önemliydi. Zanaat de ısınma da aydınlanma da onun sayesindeydi. Bu hırsızlık Zeus’u daha da çok kızdırdı ve insanlara daha büyük bir ceza vermeye karar verdi. Çirkin ve topal ama çok yetenekli zanaatkâr tanrı topal Hephaistos’u çağırdı ve kadın cinsini yaratmasını istedi. Efsane bu ya, o zamana kadar insan denen canlı aslında cinsiyetsizdi ama erkek cinsel organlarına sahipti. Kadından değil, topraktan doğuyordu. Zeus, “Öyle bir şey yarat ki,” dedi, “İnsanın aklı başından gitsin. Cilveleriyle, güzel sözüyle, göz süzmesiyle insanı kandırsın, her istediğini yaptırsın ama yapıp ettiği de yetmesin, mutsuz olsun. Aklını yitirsin, ondan ve onun istediklerinden başka bir şey düşünemez olsun.” Açtı kutuyu gördü kötüyü “Peki,” dedi Hephaistos ama bir düşünce de aldı yetenekli tanrıyı. Bu onu bile aşacak bir istekti. O da tanrıça Afrodit’le Athena’dan yardım istedi. Ortaya çıkan yaratık o kadar güzel, çekici ve karşı konulmazdı ki. Adını tanrıların hediyesi anlamına gelen Pandora koydular. Eline de küçük, süslü bir kutu verdiler. “İnsanların arasında aç, daha önce değil,” diye de tembihlediler. Pandora’yı aklı kıt Epimetheus’a verdi Haphaistos. Başına gelecekleri bilmeden kabul etti hediyesini aklı kıt tanrı ve insanlara bu hediyeyle hava atmaya başladı. Derler ki insanın topraktan değil kadından doğması böyle başladı. Gün geldi insanlarla çevriliyken etrafları bir gün, Epimetheus’un gözü kutuya takıldı ve açmasını istedi Pandora’dan. Biraz nazlandıktan sonra açıverdi kutuyu Pandora. Dünya kararıverdi birden içinden çıkanlarla. Bütün acılar, mutsuzluklar, korkular, acılı hastalıklar yayılıverdi dünyaya. En kötüsü de acı çeke çeke çalışmak cezasıydı. Tek bir şey kalmıştı ki kutuda, kapatıverdi kutuyu Pandora. Umudun çıkmasına izin vermedi, Zeus öyle istediği için. Ve insanlar durmadan çalışmak, acılı, ağrılı hastalıklar çekerek ölmek zorunda oldukları, mutsuzluklar ve korkularla dolu olan ve ne yaparsa yapsın ötekini mutlu edemedikleri bir hayata mahkum oldular. Üstelik herhangi bir şeyin biraz daha iyi olacağını umut edemeden tek bir gün bile... Ben tanrıların yalancısıyım, bilmem... (*Bu mitolojik hikâyenin solcu versiyonu da önümüzdeki haftalarda.) Saltanat dininin zalim askeri İktidarı ‘Allah’ sayan Haccac Elias Canetti, “İnsanın Taşrası” adlı bi kutsayan saltanat dininin bir askeri kitabında dinin iktidarla ilişkisine vur dir. Öyle olmasa “Bir kez gönül yıktın gu yapıp şöyle der: “Tanrı, iktidardır ise bu kıldığın namaz değil, yetmiş iki ve bileğine güvenen onun peygambe millet dahi elin yüzün yumaz değil” ri olur.” diyen Koca Yunus gibi düşünür, onda Bu yazıda din ve iktidar ilişkisinin tarihine kayda değer katkı yapan, adı vücut bulan din inancıyla irşat olurdu. nı o tarihe kanlı harflerle yazdıran Haccac b.Yusuf’dan namı diğer “Zalim İktidar zehri Haccac”dan bahsetmeye çalışacağız. Emevilerin nevi şahsına münhasır Zira böyle bir tarihte onun adının anıl halifesi Ömer b.Abdülaziz’in Haccac maması, bir yönüyle geçmişin mazlum öldüğünde şükür secdesine kapandı larının bile ruhunu incitecektir!.. ğı, Hasan Basri’nin “Allah’ım onu or Emevi Devleti’nin önde gelen isim tadan kaldırdığın gibi sünnetini de kal lerinden biridir Haccac. Yirmi yılı aş kın bir süre Hicaz, Yemen, Irak, Mısır Haccac b.Yusuf, Emevi’lerin Hicaz, Yemen, Irak ve Mısır bölgelerinde valilik görevinde pğvglmöeoiuanrburlneciişelkttçuyiuikıiğekrnHar.uasllaHaaenMcrnraıvdcıülaeiekklscetlavü,aütaaz“rlmldeiedihtılraimieinn“kneZdaidşgdıabetröiıla.rniruğ.mFeıy,lÜvaıg”“ilkseunıdağtldeiçtaınel”ıdşikdkubıiaağluenrbı”luuşHinidandcsceaatncla, roınnHzebçaoihncrcinaic,içikiMknteiAdü’dysebailünd6rmualalyanhk’ıubnş.Zactabtsüainı.brnnZıee,nınüybag,bruökceinzeysıyueysrmen’aaidnliıyiaçışnnnatiıinık,rsabsKHoolaakânsatabtcuaıkecrrnaml’adankcarai.dnkkAaayifbçdaadionsnulımanlMlşıaatkehırkeasn da yazdıran bir isimdir. Öyle ki küçük yaşlardan itibaren Kur’an öğrenmesi, akabinde öğretmesi, valiliği döneminde Kur’an’ın “harekelendirilmesi”, bastırdığı paralar üzerine Kur’an’dan ayetler yazdırması, Kur’an Mushaflarını incelete atamamış, o zehri soludukça öfke nöbeti geçirmiştir. Çünkü iktidar bir defa kuruldu mu, da Haccac’dan başkası değildir. Ha keza, onun ilk kuşatmasının Medine (Harre) kuşatması olduğunu, bu kuşatmada Medine’nin üç gün yağmalandığını, aralarında 80 sahabe ve 700 Kur’an hafızı ile birlikte binlerce kişinin de katledildiğini hatırlar rek hata bulunanları tespit ettirmesi ve doğru Mushafları farklı çevrelere göndermesi onun “dine bağlılığını” gösteren onlarca örneklerden sahibini bile kölesi haline getirebilen bir afyondur. sak Haccac’ın asıl dininin “iktidar” olduğu gerçeğiyle karşılaşmış oluruz. Çünkü onun dininde korkudan, eziyetten ve işkenceden başka bir dır” dediği ifade edilmektedir. Mezabulunmuştur. rı tahrip edilmesin diye ücra bir yere defnedilen Haccac böylesine “ibretlik” bir Müslüman devlet adamıdır işte. Öte yandan posta teşkilatını kuran, bayındırlık faaliyetleriyle göze çarpan ve dahi bir şehir imar eden Haccac, aynı zamanda çok iyi de bir hatiptir. Bir taraftan iktidarın ona bahşettiği zenginliği geri çeviren diğer taraftan yine iktidar olanakları ile kimi öncü çalışmalara imza atan Haccac, bütün bunlara rağmen iktidar zehrini içinden atamamış, o zehri soludukça adeta kan kusmuş, öfke nöbeti geçirmiştir. Sonrası, ona hem “korkudan” hem sağlanan “imtiyazlardan” hem “dini görünümünden” dolayı biat eden binler, on binlerdir. Çünkü iktidar bir defa kuruldu mu, sahibini bile kölesi haline getirebilen bir afyondur. Unutmamalı ki, Haccac üzerindeki din kıyafeti ni hiç çıkarmıyordu, belki onu giyerken oldukça da birkaçıdır. şey yoktur; çünkü onun dininin bay samimiydi. Fakat şu var ki, giyilen kıyafet onu do rağı kana bulanmış bir kılıçtır. Ve onun için muha kuyan elden ve onu vakte hazırlayan demden ba Saltanat dininin askeri faza edilmesi gereken din, saltanatla, sarayla özdeşlemiş, Emevi hanedanlığıdır. ğımsız değildir. Haccac’da aslında iktidarı koruyan, kumaşı zırhtan örülü bir din kıyafeti giyiyordu Fakat onun “dindarlığı”, gaddarlığının önü Bu sebepten o, yaptırdığı camiler kadar zindan ve belki o bile bunun farkında değildi; tıpkı bugün ne geçememiş, tam da bu nedenden, binlerce larıyla bilinen, zindanları da iktidarının mabedi gi milyonlarca insanın da farkında olmadığı gibi. Hilafet kavgalarına araçtı hep inanç İslam’ın şartı iktidar mı? TAYFUN ATAY İslam’ın başlı başına bir iktidar gösterisi haline gelmesinin başlangıcı “ümmet”tir. Ümmet (tek bir Allah’a inananlar topluluğu) siyasi örgütlenme biçimi olarak kabile parçalanmışlıklarını aşan bir bağlılık olarak yeni iktidar kurulumuna zemin oluşturdu. “Allah”, Cahiliye dönemi Araplarının teolojisinde de var; kabilelere özel tanrılar (putlar) üzerinde en üsttanrı olarak... İslam peygamberi, onu “üsttanrı” değil tek tanrı kılıp “tek bir Allah”a inananlar topluluğuna dayalı devlet var edecek mücadeleyi başlattı. Sosyoekonomik altyapı buna hazırdı. Kabile çokluğundan devlet tekliğine geçilirken, haliyle tanrı çokluğundan da tanrı tekliğine gelindi. İşte ümmet, bu inancın dışavurumunu yönetsel bir örgütlenme esasınca gerçekleştiren topluluğu tanımlar. İnancın iktidarla bütünleşmesidir ümmet. Sonrası tufan! İnancın iktidar tarafından silinip süpürüldüğü aşamaya halifelikle gelinir. Hem de peygamberin cansız bedeni toprağa verilmemişken. İktidar oyunu, imanı siler İslam öncesi kabile bağlılıkları (“asabiye”), İslam’ın onların üstüne oturttuğu ümmet bağlılığı (“İnananlar kardeştir”) içinden sökün eder: Kim halife olacaktır? “Sizinkiler”den mi, “bizimkiler”den mi olacaktır?! Mekkelilerden mi, Medinelilerden mi? Peygamberin de soy aldığı Haşimoğullarından mı, yoksa Kureyş’in en güçlü kabilesi ama eski rejimin de iktidar odağı Ümeyyeoğullarından mı? Yoksa daha da iç bir halka olarak, Peygamberin “ev halkı” yani “ehli beyt”ten mi?.. Ama hayır, onlar Peygamber’in na’şı ile meşgul olduklarından bu “iktidar oyunu”na ayıracak zaman ve enerjiden henüz yoksundur!.. En enerjik figür, Kureyş’in güçlü isimi Ebu Bekir’dir ve politik olduğu kadar ekonomik güdümlemelerle de “iktidarla raks” ona nasip olur. Misal, bir kabile Ebu Bekir’e şöyle biat ettirilir: “Eslemoğulları Medine’ye geldiler. O kadar kalabalıktılar ki Medine sokakları daraldı. Eslem boyu, Medine’ye kumaş ve azık almak için gelmişti. Onlara, Resulullâh’ın halifesi EbuBekr’e bey’at edin, ondan sonra biz size dileklerinizi verelim dediler ve bu suretle onların bey’atini [bağlılık ve itaatini] sağladılar” (Abdülbaki Gölpınarlı, “Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik”, 1979, s. 63). Görüldüğü gibi burada inancın, imanın, İslam’ın esamisi okunmamaktadır. Okunan, “İktidar”dır. Sonrası daha vahim. Ümeyyeoğullarından Osman’ın halifeliğiyle “eski rejim”in İslam kisvesi altında sökün etme işaretleri belirir. Ardından AliMuaviye çekişmesi ve Peygamber’in hem amcaoğlu hem damadı, yani “ehli beyt”in göz bebeği yerine Peygamber’in baş düşmanı Ebu Süfyan’ın oğlunun halife olması... Uhud Savaşı’nda Peygamber’in amcası Hamza’yı öldürterek ciğerini çıkartıp çiğneyen Hind binti Utbe’nin oğlu Muaviye’nin halife olması!.. Böylece başlayan Emeviler dönemi... Peygamber’in “tek Allah” diye diye mücadele ettiği Ümeyyeoğulları’nın liderinin oğludur artık halife ve iktidar, İslam’ı “derinden” teslim almıştır. Öyle ki Ebu Süfyan’la Hind’in oğlu Muaviye şunu der: “Yer Allah’ındır; ben de Allah’ın halifesiyim. Dolayısıyla ben Allah’ın malından ne alırsam, artık o mal benimdir” (akt. İ. Süreyya Sırma, “Hilafetten Saltanata Emeviler Dönemi”, 1995, s. 3435). Dikkat edin, Muaviye, Peygamber’i “baypas” etmekte! “Halifeyi Resulullah” olduğunu söylemiyor, “Halifetullah” olduğunu söylüyor. Haccac zalimdi de Zubeyr melek mi? Artık İslam da, Kur’an da, Allah da “iktidar yolu”nda araçtır. Aydın Tonga yukarıdaki ya zısında bu durumu Emevi valisi Haccac’ın zalimliği üzerinden tartışırken Haccac’ın Abdullah b. Zübeyr’in isyanını nasıl bastırdığı örneğini veriyor. Doğru, ama sormalı: Haccac zalimdi de, Zübeyr melek miydi?.. Hayır tabii ki. O da Muaviye’nin oğlu Yezid’in ölümünden sonra beliren boşlukta Mekke’de halifelik iddiasıyla ortaya çıktığında zemzem odasına hapsettiği “ehli beyt”ten (Peygamber sülalesinden) 24 kişiye bakın nasıl sesleniyor: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, ya bana biat edersiniz ya da sizleri ateşte yakarım” (İ. S. Sırma, aynı kitap, s. 62). İşte böyle... Yani al birini vur ötekine!.. Tonga yazısına Canetti ile başlamış; “Tanrı, iktidardır ve bileğine güvenen onun peygamberi olur” alıntısıyla... Biz de iktidarın birileri tarafından ele geçirilip sahiplenilecek bir yetkinlik olmayıp aksine tek tek bireyleri aşarak kuşatan mahiyette toplumsal gerçekliğin en temel ilkesi ve insan ilişkilerinin her yanına nüfuz etmiş bir şebeke olduğunu ileri sürmüş Michel Foucault ile bitirelim. Foucault’ya göre, iktidar her yerdedir, insanı “yapar” ve hakikati “üretir”. “İktidar”dır asıl tanrı diyor yani o da... Daha açık deyişle, Tanrı’nın iktidarından değil, “İktidar”ın tanrısallığından dem vuruyor!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle