Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 Nİsan 2018, PAZAR SAYFA 7 Diyalog ÇAĞNUR ÖZTÜRK Sundance ödüllü Kelebekler’in üç başrolü: Tuğçe Altuğ, Bartu Küçükçağlayan, Tolga Tekin Üç kelebek, kendi kozalarında Tuğçe Altuğ (Suzan), Tolga Tekin (Cemal) ve Bartu Küçükçağlayan (Kenan); Sundance Film Festivali’nden ödül alan Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği Kelebekler filminde bizi, üç kardeşin geçmişi, travmaları, aile olma çabaları ve vicdanları arasında sıkışmışlıklarını sonuna kadar hissettirerek hayran bırakıyorlar. Türk sineması açısından çok önemli gördüğüm Kelebekler, ritmi ve dengesi dozunda, nefis bir kara komedi örneği. Sinema iyi ki var dedirten türden... Filmin üç kardeşiyle bir araya gelip, bol kahkahalı bir söyleşi gerçekleştirdik. ? Nasıl kardeşlersiniz ki siz böyle? Nasıl böylesine iyi kardeş oldunuz? Tolga Tekin: Abi olarak ben başlayayım. Bence en büyük avantajımız, birbirimizi hiç tanımıyor olmamız. O kadar güzel bir prova dönemi geçirdik ki sete çıkmadan. O süreçte hem birbirimizi tanımış olduk hem oynadığımız karakterleri tanımış olduk, karakterler arasındaki ilişkileri de... Kenan’la Suzan başka, Cemal’le Suzan başka, Cemal’le Kenan başka... Galiba filmin yarısını biz o prova döneminde çözdük. Mesela prova bittikten sonra, metroya biniyorduk. Konuşuyorduk, muhabbet ediyorduk... Bartu Küçükçağlayan: Gene orada da abi kardeş gibi devam ediyorduk. T.T.: Bunun da faydası oldu. Bunlar olmadan sete çıksaydık, çok farklı bir şey çıkabilirdi ortaya... B.K.: Kendi rolünü oynamak zorundasın, bir de kendi rolünün başkalarıyla iletişime geçtiği anları. Normal hayatta da öyledir, amcana karşı başka bir sen vardır, ilkokul öğretmenine karşı başka bir sen vardır, sevgiline karşı başka bir sen vardır. Bu filmde sanırım bunlar çok güzel çıktı. Benim Suzan’la aramdaki ilişkiye siz farklı bir şeyler hissedebiliyorsunuz, o bağı, itişmeyi... Onu gördükçe biz daha çok kardeş oluyoruz galiba. Sadece kendi rolümüze odaklansak bu kadar iyi olmazdı sanırım. Tuğçe Altuğ: Birbirimize de çok odaklandık prova sürecinde. Bir de evet, provadan çıktıktan sonra da sanki o kardeşlik hissi devam etti. B.K.: Bende hâlâ o his devam ediyor. Tolga’ya ben abi diyorum. T.T.: Bende de var, hâlâ devam ediyor. Kardeşlerim onlar benim. böyle garip güzel bir şey oldu, kimyamız çok tuttu. B.K.: Umarım çabuk atlatırız. Ömrüm boyunca böyle yaşayamam. (gülüyorlar) ? Suzan sorunları olan en küçük kardeş, her şeyden habersiz... T.T.: Evet onların arasındaki didişmeden, çatışmadan habersiz. Onların bildikleri şeyleri ben bilmiyorum. Anlamaya çalışıyorum... B.K.: Tuğçe’nin ilk filmi olduğu için, onun o heyecanı onu hep küçük kardeş gibi hissettiriyordu. Çok hoşuma gidiyordu. Nasıl olacak acaba, şunu yapabilecek miyiz, güzel olacak mı gibi heyecanları oluyordu. Biz Tolga’yla aramızda yapabilir miyiz diye konuşmuyorduk... ? İkinizin de daha önceden filmleri olduğu için Tuğçe haklı heyecanlı olmakta ama... T.T.: Hatta biz Bartu’yla Seren Yüce’nin iki farklı filminde yer aldık, böyle de bir tesadüf oldu... O, Çoğunluk’ta ben Rüzgarda Salınan Nilüfer’de. ? Evet ikiniz de ödül aldınız o filmlerle... B.K.: Tuğçe de Kelebekler’le alacak umarım. T.T.: İnşallah... T.A.: Abilerim ödül almamı istiyor. (gülüyorlar) ? Peki, Tolga doğaçlama yapmanıza izin verdi mi? Nasıl bir yönetmendi? T.T.: Aslında Tolga repliklerine çok dokunulmasını istemeyen bir yönetmen. Bunu özellikle belirtiyor. Birebir değiştirmeyin, benim kafamda o durumu yaratacak olan o repliktir, diyor. Ara ara bunu yapmamıza müsaade etti de, çok istemiyordu. B.K.: Ben değiştirdim vallahi. Biraz serserilik yaptığımı söyleyebilirim. Türkiye’de yeni vizyona giren, Tolga Karaçelik’in Sundance Film Festivali’nden ödülle dönmüş Kelebekler filminde Tuğçe Altuğ (Suzan), Bartu Küçükçağlayan (Kenan) Tolga Tekin (Cemal) ve üç kardeşi canlandırıyor. ? Bartu zaten Kenan kardeşlerin en agresif olanı, en kabullenmeyeni... T.T.: o yüzden Tolga ona biraz torpil geçti... B.K.: Doğaçlamalar da çok işe yaradı filmde, keyifliydi. Bizim Tolga ile olan sahnelerimizde vardı en fazla. T.T.: Mesela Suzan’ın bir sahnesi var, arada Cemal’le Kenan’ın bir atışmasını izliyoruz, o atışmayı Tolga yazmamış, onu siz kendiniz halledin dedi ve çok da zorlanmadık aslında. Tık tık ilerledi. T.A.: Bence de çok güzel oldu ritmi o sahnenin. Tolga ve Bartu ile çalıştığım için acayip mutluyum. Tolga Tekin, Çağnur Öztürk, Tuğçe Altuğ ve Bartu Küçükçağlayan (soldan sağa). ‘Hepsinin birvicdan hikâyesi var...’ ? Film bir yüzleşme filmi. İçimizde tuttuklarımız, korkarak kaçtıklarımız içimizi büyütüyor aslında değil mi? T.T.: Vicdanınla bir yüzleşme var... Cemal’in derdi hep kaçmak olmuş ve hep kaçmaktan da bıkmış. Babasından gelen o telefon, onun için bir kurtarış, kurtarma umudu oluyor. Kardeşiyle tekrar bir araya gelip küçükken yaşadıkları o travmayla hâlâ vicdanında hesaplaşma durumu var. Kaçıyor kaçıyor ama artık yeter diyor. Kardeşleriyle bir araya geldikten sonra da, aslında bütün kardeşlerde var. O travmayı açık bir şekilde cümleye döküyor artık çünkü, buna siz de alışın, barışık olun bununla demek istiyor kardeşlerine. T.A.: Bir de yönetmenimiz Tolga’nın şöyle bir sözü var. Hepsinin maskeleri var, maskeleriyle geziyorlar. T.T.: Cemal aralarında en büyük abi ama aslında en çocuk, en olgunluktan uzak olan da Cemal. Kararsız, güvensiz olan Cemal. En olgunları da Suzan. T.A.: Evet, en açık, yüzleşmeye hazır. Gelişmeye, büyümeye en hazır Suzan. Aslında hepsi çocuk gibi. T.T.: Hepsinin bir vicdan hikâyesi var... ‘Üçü de ayrı deli, kendi içinde ayrı birer arıza’ ? Tolga, “Ben kadın ya da erkek karakter yazmıyorum, insanı anlatıyorum.” diyor ama filmografisine bakınca da ilk defa böyle ağırlıklı, derin ve güzel bir kadın karakter yazmış... T.A.: Evet gerçekten çok güzel yazılmış bir karakter Suzan. T.T.: Üçü de ayrı bir deli, kendi içinde ayrı bir arıza. Köye gittiklerinde köyde kendilerinden daha ayrı bir deli insanlarla karşılaşmaları da bence filmin en enteresan yerlerinden. Orada, o köyde akıllanıyorlar bence, onları görünce. ? Sundance nasıldı Tuğçe, ödül almak neler hissettirdi? Dünyanın en iyi bağımsız film festivallerinden biri Sundance. Çok güzeldi tabii ki, tepkiler de çok iyiydi. Seyirci filmi çok aldı hissetti, birkaç gösterime girme fırsatı bulduk orada. Çok sevdiler, bu da filmin ne kadar yerel öğeler taşısa da aslında çok evrensel bir dili ve hissi olduğunu gösteriyor bence. ? Ben Kelebekler’i sinemamız açısından kritik bir noktada, dönüm noktası gibi görüyorum. Hem Sundance’te ödül alıyor hem kendi ülkesinde vizyona erken girip, o gişe filmi sanat filmi ayrımını yıkmak isteyip izleyicisiyle buluşmak için can atıyor. T.T.: Tolga için her zaman en önemli olan; seyircinin sevmesi, bu filmden keyif alması. ? Ülkedeki tiyatro iklimini nasıl buluyorsunuz? B.K.: Taksim’de açık durum... Gidip Taksim’de etrafınıza 360 derece bir bakarsanız, aslında her şeyi söylüyor. T..A: Bu ülkede aslında çok iyi oyuncular var, çok iyi ekipler var, çok iyi oyunlar da çıkıyor. Daha pozitif bakıp, bir şeyler yapmaya üretmeye devam etmek doğru olan... B.K.: Baskılar var evet ama bunlar her çağda her dönemde insanların başına gelen şeyler. O yüzden bizim bunlarla ilgili şikayet etmektense, kendi aramızda konuşup durmaktansa, ürettiğimiz şeylerle bunlara karşı yakışıklı bir şekilde durabiliriz. T.T.: Aslında en çok anlatılması gereken ve anlaşılmadığı için en çok üzüldüğüm şey şu: Sanat eleştirir. Sanat her zaman eleştirir, her zaman muhaliftir. Misyonu budur, muhalif olmaktır. Bir yandan tiyatro için bir şeyler yapmalıyız ama bu kadar çok konservatuvarın, tiyatro okulunun çoğalması da çok doğru gelmiyor bana. Bu biraz nitelik sorunu yaratıyor. Nefretin yayılması kolay bir refleks ? Film dışında, en son içinde yer aldığınız projelerden bahseder misiniz? T.A.: Evet ben şu an Berlin Zamanı diye bir oyunda oynuyorum. Bir de Puhu TV’de yayınlanacak olan Dip dizisi var. Çok özenli bir dizi oldu. İnternet işi olduğu için de senaristlerimizin daha özgür yazdığı bir dizi. Heyecanlıyım, henüz yayın tarihi belli değil. T.T.: Vatanım Sensin’de iki bölüm Mehmet Akif Ersoy olarak yer aldım, çok güzel ve farklı oldu benim için. Onun dışında “Radyoyu Hümayun” oyunumuz devam ediyor. Onun turneleri başlayacak... B.K.: Ben de Jet Sosyete’de oynuyorum. Bartu Küçükçağlayan 1983 oyunculuk ve müzik çalışmalarım devam ediyor, keyfim yerinde şu an. ? Jet Sosyete nasıl gidiyor senin için şu an? Tepkiler nasıl? İlk çıktığında diziyi sevenler çok bir şey yazmıyor ama sevmeyenler onu değişik bir şekilde dışarı çıkarma ihtiyacı hissediyordu. Nefretin yayılması, günümüzde daha kolay bir refleks haline geldi. İlk bölümden sonra böyle şeyler oldu, şu an bölümler ilerledikçe kötü bir şey bulurken zorlanmaya başladık. Şimdi pek bulamıyoruz. Şimdi bu biraz moda gibi de oldu. Oyunculuk bir iş, bir meslek, bazen bunu unutuyoruz. Biraz bunu demek istiyorsun galiba Tolga. T.T.: Evet kesinlikle. B.T.: Biz burada yine abi, kardeş ve ortanca olarak devam ediyoruz gibi. (gülüyorlar) ? Filmin fragmanında tavuk var, afişte tavuk var. Ama adı Kelebekler... Siz kelebekler metaforunu filmin bütününde nasıl yorumluyorsunuz? T.T.: Kelebek en naif hayvanlardan biri değil mi? Çok naif. 3 karakterin de aslında ne kadar naif olduğunu da görüyoruz. 3 kelebek onlar gerçekten, kendi kozalarında. B.K.: Ben, kendi içimizde öldürmemiz gereken şeyler olarak değişik bir yerden yorumlayabilirim. Bir dökülme anı gibi. T.A.: Ben biraz filmin başındaki masalla bütünleştiriyorum. Sonda da anlam kazanıyor. Bülent VARDAR Bsınıfı dövüş filmi: Misilleme Yakın çekim Misilleme (Kickboxer: Retaliation), sinemanın popüler kültür ürünü olarak defalarca ürettiği dövüş filmlerinden “Kickboxer” serisinin yeni bir halkası. Dimitri Logethetis’in yönettiği filmin başrollerinde Alain Moussi, Christopher Lambert, efsane ağır siklet boks şampiyonu Mike Tyson ve bu serinin ilk filminde “Kurt Sloane”, daha sonra ise “Master Durand” olarak yer almış JeanClaude Van Damme oynuyorlar. MMA (Mixed Martial Arts) yani “Karma Dövüşler Sanatı” şampiyonu olan Kurt Sloane, önceki dövüşünde Tayland’da bu “spor”un tekelini elinde tutan mafya lideri Thomas Moore’un adamı Poe’yu gayri resmi bir karşılaşmada öldürür. Kendisine diş bileyen Thomas Moore, onu Tayland’a kaçırarak adam öldürmekle itham eder. Kurt’un tek kurtuluş yolu Moore’un ölüm makinesi 180 kiloluk dev adam Mongkut’u yenmektir. Normal koşullarda bu sporun içinde boks, güreş, Jiu Jitsu, Muay Thai Kick Box, judo, tekvando gibi dövüş Dimitri Logethetis’in yönettiği Misilleme’de efsane boks şampiyonu Mike Tyson ve JeanClaude Van Damme da rol alıyor. ve savunma sanatları varken, mafyanın kontrolündeki gayrı resmi dövüşlerde kesici aletler de dövüşe dâhildir. Briggs (Tyson) ve Durand (Van Dam me) onu bu zorlu dövüş için hazırlar. Başarılı dramalar olarak dövüşü (boks) merkez alan filmler içinde Rocky ve özellikle Ruging Bull (Azgın Boğa), sinema sanatına mal olmuş örneklerdir. Ancak dövüş filmleri söz konusu olduğunda şüphesiz akla ilk gelen isim Çin asıllı efsane Bruce Lee’dir. Sinema sanatı, kimi yönetmenler tarafından çeşitli öykü anlatımlarını kullanarak şiddeti kutsama ritüeline de dönüştürüldü. Hatta ana akım ile “art house” arasında geçişken ürünler üreten Quentin Tarantino, şiddeti estetize ederek görüntü sanatının emrine sunar. Misilleme gibi filmlerin çoğu ise B sınıfı (düşük bütçeli, kendi seyircisi olan) film kapsamında yer alır. Şunu da belirtmek gerekir ki sinemanın bir öykü anlatma sanatı olması ve Misilleme gibi özellikle kurgusuyla dikkat çeken filmlerin, öykülerini sinema sanatının olanaklarını iyi kullanarak anlatmaları, onları masum kılmıyor. Şiddetten beslenen dünyamız bölgesel savaşlardan kurtulamazken, spor adı altında şiddet içeren unsurlara ortalama insanın tutkunluğu, insanlığın gidişatı hakkında umutsuzluk yaratıyor. C MY B