Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 Nİsan 2018, PAZAR SAYFA 5 Güncel TAYFUN ATAY Herkes için kötü, hain, ahlâksız, eşkıya, çapulcu olan bizim için ‘insan’dır Üniversite manifestosu Diken üstünde Boğaziçi Boğaziçi Üniversitesi’nde “Afrin Lokumu” dağıtılmasını protesto eden öğrencilere yönelik Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İmanlı, milli, yerli gençlik Afrin’le ilgili lokum dağıtıyor, o komünist, vatan haini gençler onların masalarını dağıtmaya yelteniyor. Bu terörist gençlerle her türlü çalışmayı yapıyoruz. Üniversitede okuma hakkını vermeyeceğiz” şeklinde sert çıkış yaptı. Ardından öğrencilere yönelik ev baskınları ve idari soruşturmalar başladı. Bu noktaya nasıl gelindiğine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Tilbe Akan, yaşananları şöyle aktardı: “Afrin lokumuna karşı başlatılan ve şiddetin, gerginliğin olmadığı protesto bir anda şiddet içeren saldırıya çevrildi. Ortada hiçbir şey yokken ‘Okulda terörist istemiyoruz’ diye sloganlar atılan bir boyut kazandı.” Akan, 22 Mart sabah ve öğle saatlerinde yurt ve evlere yapılan baskınlarda 7 öğrencinin gözaltına alındığını, arkadaşlarının serbest bırakılması talebiyle basın açıklaması yaptıkları esnada da yoğun bir şiddetle gözaltına alındıklarını belirtti. Polis aracında yaşadıklarını anlatan Akan, “Bizi ekip otosuna aldılar ve burada yoğun polis şiddeti vardı. Bazı arkadaşların gözünün bağlanıp dövüldüğünü duydum. Karakola götürülmeden araçla gezdirildik. Ardından Sarıyer Emniyet Müdürlüğü önünde bekletildikten sonra serbest bırakıldık” şeklinde konuştu. 22 Mart’ta gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan, ismini vermek istemeyen bir öğrenci, süreci şu sözlerle açıkladı: “19 Mart günü açılan stant aslında üniversiteyi tanıyan, Boğaziçi’ndeki dengeleri bilen birinin provokasyon amacıyla açtığı bir masaydı. Masayı açanlar zaten AKP’nin Boğaziçi’nde arayüz yapılanması olarak kurdurduğu İslam Araştırmaları Kulübü üyesidir. Perşembe sabaha karşı ilk ev baskınları gerçekleşti. Ben de o dalgada alınanlardandım. On kişilik bir özel harekât timi direkt kapıyı kırarak eve girdi. Tutanak tutuldu. Telefon ve bilgisayarıma el konuldu.” Emniyetteki listeler üzerinden, görüntüler incelenmeksizin gözaltıların yapıldığını belirten öğrenci, bir çok kişinin yanlışlıkla gözaltına alındığını da ekledi: “Benimle alınan arkadaşlarımdan biri Boğaziçi öğrencisi bile değil. Yıldız Teknik’te okuyor. Birine benzettikleri için Davutpaşa Kampüsü’nden almışlar. Diğeri de okuldaki gerilimi ayırmaya giden bir öğretim görevlisi.”. İsminin açıklanmasını istemeyen B.Ü. Öğretim Üyesi yaşananlara ilişkin sorularımızı yanıtladı: ? Üniversiteye yönelik bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP'nin üniversitelere yönelik saldırısında OHAL öncesi yayımlanan Barış Bildirisi kırılma noktasıydı. Saldırı hızlanarak arttı. Gelinen noktada tektipleştirilemeyen bir avuç üniversite kaldı, Boğaziçi de bunlardan biri. Uluslararası saygınlığı olan bir üniversite olduğu için çok aleni bir şekilde dokunmak istemiyorlar, birtakım bahaneler yaratarak sindirme yoluna gidiyorlar. Boğaziçi Üniversitesi çoğulcu bir üniversite ortamı yaratabildiği için biat kültürüne ters düşüyor. Son provokasyonların amacı bu engeli ortadan kaldırmak. ? Gerginlik eğitimi nasıl etkiliyor? Üniversite içinde hocalar ve öğrenciler ara sında karşılıklı güven ortamı sayesinde hallo labilecek bir vakanın, merkezi iktidarın işin içine katılması sonucu katmerlenmesi söz ko nusu. Olay bilinçli biçimde büyütüldü. Üni versite sivil polis ve muhbir kaynıyor. Mer kezi iktidardan destek alanlar içerideki öz gürlükçü ortamı bozmaya çalışıyor. Öğrenci ler okula gelmekten korkuyor. Türkiye’nin en parlak öğrencilerinin başına kütüphaneye gir me cüretini gösteren siviller dikildi. AKP bir siyasi parti olarak, üniversitede konuşlanmaya çalışıyor. Sürecin evrildiği yer bu. Doğru bil ginin yerlisi ve millisi olmaz. Doğru bilginin üretilebilmesi için her perspektif değerlendi rilmeli. Baskı bunu engelleme çabasına işaret ediyor. Ancak baskının birleştirici etki yarattı ğı da belirtilmeli. Hocalar ve öğrenciler olarak birbirimizi yeniden bulduk. Demokrasi öğreti sinin ne denli önemli olduğunu yeniden keşfe diyor öğrenciler. GÜRER MUT En son söyleyeceğimizi en başta söyleyerek girelim konuya: Sadece “yerlilikmillilik” noktasında takılıp ondan öteye gitme niyeti olmayanların “üniversite”nin adını ağızlarına almaması gerekir. Çünkü üniversite ile evren (“universe”), aynı köktendir!.. Üniversite sözcüğünün Latince karşılığı “univer sitas”ın kökü olan “universum” (her şeyin hep beraber bir olması) “evren” sözcüğünün de kökü... Evren, kozmosta zamanda ve mekânda mevcut her şey; bir yerle, bir bölgeyle, bir grupla, halkla, milletle sınırlı olmaksızın her şey... Evrenle üniversitenin “kökdaşlığı”, üniversitenin neresi olduğunu fazla söze ihtiyaç bırakmaksızın netleştirir. Üniversite, evrendir. Üniversite, yerli, milli, mahalli değil, evrenseldir. Üniversite, evrensel bilgi, düşünce, eğitim sitesidir. Üniversiteyi eğer bu topraklarla hemhal edecekseniz, ona bu toprakların havasından, suyundan, insanından paye biçecekseniz size “mihrap”, Fikret olabilir ancak... Mektebi Sultanî’de (Galatasaray) ve Robert Kolej’de (Boğaziçi) dersler vermiş, hocaların hocası Tevfik Fikret: “Toprak vatanım, nev’i beşer milletim... İnsan insan olur ancak bunu iz’anla, inandım.” Bu toprağın, coğrafyanın “yerel”inden “evrensel”i kucaklamayı başararak “üniversite”nin ne olduğunu bilen başka birçok “medarı iftihar” bilim, edebiyat, fikir erbabı var bu ülkede... Bazılarını aşağıda anımsayacak, anacağız!.. ‘Soru soran’ zihnin evi Üniversite, “bilgi üretimi”nin, “düşünce üretimi”nin, “insan üretimi”nin (eğitimöğretim) yapıldığı yer. Üniversite, eleştirel/sorgulayıcı aklın işlerliğe sokulduğu yer... Merak eden, kuşku duyan, “soru soran” zihnin evi. Çünkü, Hacettepe Üniversitesi’nde asistanlığa ilk adımımı yanında attığım hocam, Prof. Bozkurt Güvenç’in abide kitabı “İnsan ve Kültür”deki söz başı ifadesiyle: “Bilim, İnsanoğlunun soru sormasıyla başlamıştır, denilebilir. Üzerinde yaşadığımız dünya ve evren üzerine sorulan ‘geçerli’ sorulara verilen ‘güvenilir’ cevaplardan ‘doğa bilimleri’; insanoğlunun kendisiyle ilgili ‘geçerli’ sorulara verdiği ‘güvenilir’ cevaplardan ise ‘sosyalbeşerî bilimler’ doğmuştur.” Üniversite, doğa bilimlerinin, sosyal ve beşeri bilimlerin “vatanı”. Bozkurt Hoca’nın sözlerinden gayet açık olduğu üzere, “soru sormak” için üniversitede olunur. Soru sormaktan korkmamayı öğrenmek için orada olunur. Ancak soru sorarak, sorgulayarak, eleştirerek; hatta gerektiğinde bazı düşünsel, değersel, tutumsal dayatmalara medenice, edeplice, zarifçe karşı çıkmayı bilerek, ancak o zaman gerçek anlamda üniversiteli olunur!.. Üniversite, her şeyin kaygısızca tartışılabileceği yer. Her şeyin övgüden de yergiden de uzak, önyargılar, değer yargıları bir kenara bırakılarak anlama ve açıklama çabasına girişileceği yer... Ve onun içinde tartışmaya gelmez, tartışılması sakıncalı, yasak ya da tabu hiçbir konu, sorun, anlayış, kavrayış, inanç yok. Kuşkuya, soruya, meraka ve anlamaya inancın mekânı üniversite. Bir askerin karşısındaki düşmanı anlamasını; bir polisin suçluyu yakalamaya çalışırken onu suça iten nedenler üzerine kafa yormasını; bir yargıcın (ki adı üzerinde) karşısındaki kişiyi yargılama yerine anlama çabası göstermesini bekleyemezsiniz. Ancak asker için düşman, polis için suçlu, hâkim için zanlı, sokaktaki herkes için kötü, hain, ahlâksız, eşkıya, çapulcu ve başka her şey olanlar, “Universitas” sınırları içindekiler için “insan”dır... Anlamaya, anlaşılmaya muhtaç insan!.. Bir üniversite, hocasıyla öğrencisiyle, nasıl ki depremi lanetlemek gibi bir lüksü olmayıp açıklamak için çaba harcarsa, aynı doğrultuda toplumsal olayları ve sorunları, hatta en uç noktada terörü de lanetlemekten öte onu yaratan nedenleri anlamak ve açıklamak için vardır. Bundan en büyük istifadeyi sağlayacak olan da ülke, toplum, millet ve devlettir. Çünkü bir toplum, ancak üniversiteleri, polis zabıtlarından, ordu karargâhlarından, mahkeme salonlarından, savcı iddianamelerinden farklı olabildiği; eleştirel akla, soru sormaya, insanı anlamaya odaklı kendi farkını ortaya koyabildiği oranda sağlıklıdır. Bölünmez bir ülke toplumlar! Başlangıç noktamıza dönerek tamamlayalım yavaş yavaş: Üniversite, “evrensel”e açılan “dost kapısı”dır. İçerisinde yer alınan mahallî, millî, dinî insanlık halinizin ötesinde, dünyadaki diğer insanlık halleriyle buluştuğunuz, buluşacağınız, buluşmayı hedefleyeceğiniz ortamdır. Bu söylediğimi temellendirme yolunda da Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nden hocam, Prof. Sedat Veyis Örnek’le bağlantılı bir kaynağa müracaat edeyim!.. Sivas’ın Zara ilçesinden çıkmış, ömrünü Anadolu’nun kültürel örüntüsünün bilimsel incelemesine hasretmiş Sedat Veyis Hoca, çok değerli bir insanbilimci ve halkbilimciydi. Onu 1980’de kaybettik. Sedat Veyis hocanın can dostu olan, edebiyatımızın bir başka dev ismi, büyük şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın 1981 yılına tarihlenen “Sedat Veyis Örnek Üstüne” adlı bir şiiri var. O şiirde Dağlarca sadece Hoca’yı anmak ve anlatmakla kalmaz; bilimin ve tabii üniversitenin esasen ne olduğuna ilişkin de en net, en çarpıcı ve en “estetik” değerlendirmeyi önümüze koyar: “Ekmek halay kilim düğün Dört yön bu dedi Anlattı bölünmez bir ülkeymiş Toplumlar Birbirimizi yaşamak Bilim bu dedi Anlattı ilk gece kardeşiymiş Toplumlar” Üniversite, kapıları “Dört yön”e açılan yerdir! Üniversite, toplumların, kültürlerin, farklı/öteki insanlık hallerinin “bölünmez bir ülke” olduğunun idrak edileceği yerdir. Ve Üniversite, “ilk gece kardeşi” toplumların, toplulukların, farklı bölgelerden, diyarlardan, yörelerden insanların “birbirini yaşayacağı” yerdir. Asyalının Avrupalıyı, Doğulunun Batılıyı, Ortadoğulunun Balkanlıyı, İzmirlinin Diyarbakırlıyı, Trabzonlunun Antakyalıyı, Alevi’nin Sünniyi, Sünninin Ezidiyi, Kürt’ün Türk’ü, Türk’ün Ermeniyi, Rumu, Yahudiyi yaşayacağı yer!.. Dağlarca, Sedat Veyis anısına şiirini şöyle bitirmekte: “Evet O Yeryüzünü gördü Sıvas’dan Yeryüzü onunla gördü Sıvas’ı...” İşte sonuç: Üniversite, “yerel”den dem vurulacaksa eğer, olsa olsa kendi yerelinizden yeryüzünü göreceğiniz, yeryüzünü anlayacağınız, yeryüzünü tüm insanievrenselliğiyle kavrayıp kucaklayacağınız yerdir. Ve elbette yeryüzüne de kendi insanlığınızı göstereceğiniz yerdir!.. Bozkurt Güvenç Üniversite nedir? Üniversite bir yüksek öğretim kurumudur ama her yüksek öğretim kurumu üniversite değildir! Günümüz üniversitesi, Güney Avrupa’daki Kilise çatısı altında bir kurum olarak İtalya’da dünyaya geldi. Bu kurumu ötekilerden ayıran başlıca özelliği, “Arte Liberale” (özgür ya da özgürleştiren) bir program uygulamasıydı. Bu program, vahiy veya bilinmeyen başka bir yolla gökten inmemiş; 1055 yılında Bizans’ın Hukuk Mektebi’ne bir “Trivium” (üçler) ve “Quatrivium” (dörtler) denen, toplam yedi derslik bir “felsefe programı” olarak eklenmiştir: Trivium (üç sanat) Quatrivium (dört bilim) Gramer Aritmetik Hitabet Geometri Djyalektik Astronomi (Münazara) Müzik Ostrogorski, Bizans Tarihi, 1986:299 Bu yedi bilim/sanatı öğrenenlerin, iyi eğitilmiş kişiler olarak saygıdeğer bir meslek olan Hukuk’u gereği gibi temsil edeceği kabul edilirmiş. Selçukluların ve Osmanlıların askeri baskısı altındaki hukukçular Bizans’ı kurtaramadılar ama, “felsefe programı” Bizans’tan İtalya’daki ilk üniversitelere geçti. Ancak felsefe, Katolik Kilisesi’nin “Yaratılış inancı” ile uyuşmayınca, Kilise’den ayrılıp Bilim ve Aydınlanma Çağı’nda (1600), bağımsız üniversitelerde “Arts and Sciences” (bilim ve anatlar) olarak yer aldı. Aydın lanma çağında Avrupa’ da kurulan ulusal devletler, eğitim hizmeti olarak kiliselerin görevini üstlendiler. Fakat devletler, kamu kaynaklarıyla besledikleri üniversitelerden siyasal destek isteyince, üniversiteler “özerklik” ilkesine sığındı. Endüstri Devrimi’nde özgür “Humbolt Üniversiteleri” özerk olarak kuruldu. İslamda üniversite “İslam üniversitesi” denince Mısır’daki El Ezher gelir akla. Gerçi, İslami eğitime paralel bilim eğitimi yapıldığı söylenir ama, “Arte liberale” (özgür bilimsanat) ön şart değildir. Tarihi gelişme maalesef Medrese’ye doğru olmuştur. Selçukluların kurduğu Bağdat Nizamiye Medresesi, doğa bilimlerine yer veren bir “Üniversite” idi. Ancak İmam Gazali’nin “Filozofların Tutarsızlığı” (“Tehafütü’lFelasife”) eserinde, “Akıl, imana ters düşemez” kaydı, “İslam üniversitesi”nin sonu oldu. Buna İbn Rüşd’ün İspanya’daki direnmesi başarılı olamadı. Bu sorunu 1468’de öğrenen Fatih Sultan Mehmet, Gazali’nin görüşünü destekleyerek “İslam üniversitesi”ne son verdi (bkz. Halil İnalcık, Osmanlı Devletinin Kuruluşu 13001600.) Özgürlük ve özerklik Türk Demokrasi Hareketi’ne paralel, özerk bir Üniversite kurulması gündeme gelince (1945), kanun tasarısını hazırlayan hukuk danışmanı Ernst Hirsch, akademik özerkliği şöyle açıklamıştı: “Devlet, üniversitesini kurar, destekler ama işi ne işlevine ve yönetimine karışmaz. Sadece, kamu kaynaklarının yerinde ve verimli kullanılmasını denetler. Özerk üniversite, devlet içinde devlet değildir. Özerk olan, kurumun tüzel kişiliğidir, akademisyenler değil.” 1960 Anayasası üniversite özerkliğini benimsedi ama koruyamadı. Kendilerini özerk sanan kimi akademisyenler özerkliği yıprattılar. 12 Eylül lideri “Evren Paşa”, “Ne yani, üniversite profesörlerini muhtar seçer gibi mi seçeceğiz?!” diye yakınıyordu TV ekranlarında. YÖK Başkanı Prof. Doğramacı ise özerkliği şöyle savundu: “Özerk olan benim, Üniversite değil”. ABD’den “Özerklik Yasası”nı isteyen Cumhurbaşkanlığı danışmanı “Bedrettin Demirel Paşa”ya NYÜ rektörü, ders alınacak şu yanıtı vermişti (1980’ler): “ABD üniversiteleri özerktir, ama yasası yoktur. Toplum, üniversitesini kıyasıya eleştirir ama kimsenin müdahalesine izin vermez!” 1950’lerde ABD’yi tek başına yönetmeye kalkan milliyetçi Senatör McCarthy, Harvard Rektörü’nden bazı “Kızılcık” (“reddish”, yani komünist eğilimli olduğu düşünülen) profesörleri atmasını talep edince şu yanıtı almıştı: “Hangi yetkiyle bu talepte bulunuyorsunuz? Eğer Federal Hükümet’in verdiği fonlara güveniyorsanız, ekli çekimi Hazine’ye yatırın ve sesinizi kesin!” McCarthy sustu. Ve bir daha konuşamadı. Unutuldu. AKP iktidarı, belki yüze yakın üniversite kurdu ama, sadece 10’unda araştırma yapılabilir, diyor. Araştırma yapamayan eğitim kurumu Üniversite sayılabilir mi?! C MY B