26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 ESRA AÇIKGÖZ Magi, Türkiye’nin uluslararası pazar için İngilizce çekilen ilk filmi. Filmde Hollywood starları Micheal Madsen, Stephen Baldwin, Lucie Pohl, Brianne Davis ve Dragan Micanovic rol alıyor. İki de Türk oyuncu var. Paris’te oyunculuk yapan Emine Meyrem de onlardan biri. Gelin tanışalım... Kültürel zenginlik oyunculukta gizli M agi, Hasan Karacadağ’ın son filmi. Yine bir korkugerilim. Hamile kız kardeşi Marla’nın ani ve esrarengiz ölümüyle ilgili gerçeği araştıran Amerikalı gazeteci Olivia Watson’ın gerilim dolu macerasını anlatıyor. Anadolu, Orta Asya ve Babil kültüründen süzülmüş pek çok bilginin günümüz Türkiyesi’nde peş peşe işlenen cinayetlerle ortaya döküldüğü bir polisiye bu. Ve üstelik Türkiye’nin uluslararası pazar için İngilizce çekilen ilk film projesi. Filmde, Hollywood starları Micheal Madsen, Stephen Baldwin, Lucie Pohl, Brianne Davis ve Dragan Micanovic’e iki Türk oyuncu; Emine Meyrem ve Kenan Ece eşlik ediyor. Biz de Paris’te yaşayan Emine Meyrem’i sizinle tanıştırmak istedik. Türkiye için yeni bir yüzsünüz. Önce sizi tanıyarak başlayabilir miyiz? İlkokulu İstanbul’da okuduktan sonra yurtdışına gittim, ortaokul ve liseyi Roma’da, üniversiteyi Brüksel ve İngiltere’de okudum. Tiyatro her zaman hayatımın önemli bir parçasıydı, amatör gruplarda hem oynadım, hem metin yazdım. Mezun olup bir iş sahibi olduktan birkaç sene sonra oyunculuk tutkum ağır bastı. Her şeyi bırakıp hayatımı tiyatro ve sinemaya adamaya karar verdim. Çok doğru bir karar olduğundan her geçen gün daha da emin oluyorum. Neden; nedir sizi oyunculukta tutan? Sinema ve tiyatro kendimi bildim bileli tutkuyla sevdiğim sanat dalları. Bu tutku bana çocukken aşılandı. Ailem de bu işin içinde olduğu için çocukluğum setlerde, kulislerde, sinema ve tiyatro salonlarında geçti. Annem ve babam İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Bölümü’nü kuran hocalar arasında yer alıyor. Ben İzmir’de İtalyan anaokuluna giderken babam sinema tarihi, annemse sahne dekor ve tasarım dersleri veriyordu. Daha sonra İstanbul’a taşındık ve babam birçok projede oyunculuk, senaryo yazarlığı ve fotografçılık yaptı. Bir dönem gazetelerde eleştirmen olarak görev aldı. Kültür Bakanlığı’nda danışmanlık yaptı. Uzun yıllar önce sinemayı bırakmıştı ve benim bu işlere bulaşmamı da hiçbir zaman istemedi. Ama ben edebiyat okumama rağmen tezimi sinema üzerine yazdım. Lise ve üniversite yıllarımda oyunlar sahneledim ve kısa metraj filmler çektim. Ve günün birinde bu tutku düzenli bir hayat kurma çabasından daha ağır bastı, seçimimi yaptım. Bu seçim de sizi Fransa’ya götürdü, neden? Seçtiğim oyunculuk hocaları ve okulu beni Paris’e çekti. Bu işin eğitimini orada almak için Brüksel’den Paris’e geçiş yaptım. Peki, sektöre nasıl adım atabildiniz? Tiyatro okulunu bitireli yaklaşık iki sene oluyor. O gün bu gündür liseli gençlerle kurduğum bir tiyatro grubuna ders veriyorum, geçen sene onlarla Paris’teki ilk oyunumu sahneledim. Farklı dillerde birçok kısa metraj filmde oynadım. Geçen yaz ise Türkçe yazdığım, yönettiğim ve başrolünü üstlendiğim yaklaşık yarım saatlik bir kısa filmi Ege’de bir köyde çektim. Bu kısa metraj sayesinde Türkiye’de bir oyunculuk ajansının ilgisini çektim. İlk adımlarımı böylece atmış oldum. Fransa’da bir Türk oyuncu olmanın zorlukları neler? Bir oyuncunun milliyetinden çok, konuştuğu dillerin, el verdiği sürece tipolojisinin ve yansıttığı kişiliğin ona rol getirdiğini düşünüyorum. 2012’de Philippe Le Guay’in jüri başkanlığını yaptığı Eicar ödüllendirmesinde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldığım, Luska Khalapyan’ın yönettiği “Il Settimo” adındaki kısa metraj filmde bir İtalyan’ı oynamıştım. Güney Amerikalı, İspanyol, Fransız, Balkan, Yunan ve Lübnanlı karakterler için ses imtihanlarına çağırılıyorum. Fransa’da, özellikle Paris’te tiyatro okulları ve oyuncu sayısı çok yüksek. Her oyuncu için en büyük zorluk bu çoğunluğun içinden sıyrılarak kendi özelliklerini sunabilmek. Kültürel zenginlik rol yelpazesini genişlettiğinden kimliklerimden birinin Türk olmasını zorluktan çok avantaj olarak görüyorum. Gelelim Magi filmine. Magi’de oynayan iki Türk oyuncudan biri de sizsiniz. Bu filme dahil olma hikâyeniz nasıl gelişti? Ajansım Renda Güner beni arayıp Hasan Karacadağ’ın Türkçe ve İngilizce bilen bir kadın oyuncu aradığını, senaryoyu okuduktan sonra beni uygun gördüklerini söyledi ve ses sahnelerini yolladı. Paris’te bu sahneleri çekip yolladıktan birkaç gün sonra kendimi uçakta buldum. Magi’de yer almayı neden istediniz, ne çekti sizi bu rolde? Suzan rolünü okuyunca çok heyecanlandım, onu canlandırmak istedim. Son derece kişilikli, bağımsız, cesur ve güçlü bir genç kadın. Aynı zamanda karakterinde ilginç nüanslar var. Bir oyuncu için güzel bir deneyim olacağını düşündüm ve nitekim öyle oldu. Türkiye’nin uluslararası pazar için İngilizce çekilen ilk film projesi bu. Filmde, Hollywood starları Micheal Madsen, Stephen Baldwin, Lucie Pohl, Brianne Davis ve Dragan Micanovic’le birlikte rol alıyorsunuz. Bu sizin için ne ifade ediyor? İşini ciddiye alan, son derece profesyonel oyuncularla çalışmak büyük bir zevkti. Bu işime daha da coşkuyla sarılmamı sağladı. Film çekimleri nasıl geçti? Çekimler yoğun ve anlamlı geçti, ben şahsen çok zevk aldım ve çok şey öğrendim. Bu işin en heyecanlı yanı da her projeden yeni şeyler öğrenmek, bir adım daha ilerlemek. Hasan Karacadağ son derece açık görüşlü ve esnek bir yönetmen. Oyuncuların yaratıcılığına saygı duyarak onlarla karakterleri hakkında konuşuyor ve ortaya yeni bakış açıları çıkmasını sağlıyor. Bu yaratıcılığı yönetmenle beraber ortaya koyabilmek büyük bir şans. Ama en büyük şansımız son derece işine hâkim, olumlu ve enerji dolu bir ekiple çalışmak oldu. Her biri canla başla çalıştı ve iş ortamını çok verimli kıldılar. Umarım tekrar yollarımız birleşir. Uluslararası bir ekip olması da çalışmamıza ayrı bir renk kattı. Amerikalıların ve Türklerin yanı sıra ekibimizde İtalyan, İspanyol ve Sırp çalışanlar vardı. Herkesin olumlu tavrı sayesinde iletişim hiçbir zaman sorun olmadı. Bir polisiyekorku bu film. Türkiye’de genelde bu türler pek de başarılı olmaz. Sizce filmin yolu açık mı? Yönetmenin sinematografiye verdiği özen sayesinde görüntülerin etkileyici oluşu, bilinçaltına ve kolektif korkularımıza hitap etmesi, oyuncuların doğallığı ve seçkinliği bu filmin başarısını sağlayacaktır. Oyunculuktaki hedefiniz nedir? Her oyuncu gibi ben de tutkuyla canlandırabileceğim, yaratıcılığımı kullanabileceğim ve ilerletebileceğim rollerle karşılaşmak isterim. Hedefim bu sanatı elimden geldiğince dürüstçe ve içtenlikle savunmak, paylaşmak ve sunmak. l metis | siyahbeyaz RUŞEN ÇAKIR • SEMİH SAKALLI Duygu dünyamızın alfabesi Âşık Veysel 100 SORUDA Â ERDOĞAN x GÜLEN SAVAŞI On iki yıla varan AKP iktidarıyla dindarlar merkeze taşındı. Demokrasiye inanan birçok insan bunun bir "normalleşme" ile sonuçlanmasını umut etti. Ancak hemen ardından AKPCemaat savaşının patlak vermesi ve bu savaşla ortaya çıkan hukuksuzluklar, asıl sorunun sistemin merkezinde kimin olduğunda değil, sistemin bizzat kendisinde olduğunu gösterdi. CemaatHükümet savaşı, oyuna dokunmadan sadece oyuncuları değiştirerek Türkiye'nin önünün açılamayacağını net bir şekilde kanıtlamış oldu. ErdoğanGülen savaşında her iki taraf da kendisinin haklı, diğerinin haksız olduğunda ısrarcı. Birbirlerine yönelttikleri eleştiri ve suçlamaların çoğu kulağa fazlasıyla inandırıcı, kendilerini savunmak için geliştirdikleri argümanlar ise bir o kadar inandırıcılıktan uzak geliyor. Sorucevap formundaki bu kitap, bir ittifaktan savaşa evrimleşmiş AKPCemaat ilişkilerinin çeşitli aşamalarına açıklık getirmeyi amaçlıyor. Demokratikleşme, şeffaflaşma ve hukuksallığa bir katkı olarak okunmasını arzu ederiz. şık Veysel; sazıyla, sözüyle Anadolu’nun kimliği ve halka mal olmuş bir insan. Yaşadığı aşk ise, kimsenin dilinden düşmeyen bir hikâye... Hatta bu âşıklık anlayışı yönetmen ve senarist Bilal Babaoğlu’nun duygu dünyasının alfabesi olmuş. “Benim sadık yarim kara topraktır” sözünü anımsatan Bilal Babaoğlu, filmde Âşık Veysel’in torunu Yeliz Şatıroğlu’nun da babannesi Gülizar rolüyle karşımıza çıkacağını söylüyor. Sizde Âşık Veysel’in etkisi ne kadar büyük oldu da böyle bir şey yapmaya karar verdiniz? Aşık Veysel’in temsil ettiği aşk etkili oldu. “Benim sadık yarim kara topraktır” diyen birisidir Aşık Veysel ve eğer bir şey inşa edilecekse topraktan başlanmasını daha doğru buluyorum. Aşık Veysel sazıyla, sözüyle bizim duygu dünyamızın alfabesidir. Bu yüzden tekrardan hatırlatmakta yarar görüyorum. Bir sinemacı olarak, etkilendiğim ve önemsediğim büyük ustamız Metin Erksan’ın da ilk filmi Aşık Veysel olduğu için ustalarımızın yolundan gitmeyi güvenli bir yol olarak buluyorum. Âşık Veysel’in en çok aşık yönü sizi etkilemiş. Sizin bu filmde anlatmak istediğiniz nedir? metis İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul T 212 2454509 F 212 2454519 E [email protected] W metiskitap.com Asıl anlatmak istediğim; Aşık Veysel’in âşıklık anlayışıdır. O da şöyle, kendisini terkedip giden ve hatta hizmetçisiyle aldatarak kaçan eşinin çorabına bile ona hissettirmeden, belli etmeden para koyabilen yani âşık olduğu kişiyi sonsuza kadar hoşgörüyle karşılayan bir aşkı temsil ediyor. Bize aşkı göstermiş, yaşatmış birini tam da bu zamanda hatırlatmaya ihtiyacımız var. Çünkü hemen hemen her gün aşk cinayetleri haberlerini duyuyoruz. Aşk ve cinayet nasıl yan yana olabilir ki? Oysa ki bizim kültürümüzde böyle bir aşıklık da vardı. Âşık Veysel’in torunu, oyuncu Yeliz Şatıroğlu filmde babannesi Gülizar’ı canlandıracak. Rolü ona vermek sizin düşünceniz miydi? Evet, ona bu rolü vermek benim aklıma geldi. Oyuncu arayışındaydım ve Aşık Veysel’in torununun oyuncu olduğunu duyar duymaz çok heyecanlandım. Önemli bir rol ve iyi bir oyuncu olması gerekiyordu. Rol aldığı oyunlarına baktım ve aileden, tanıdığı birisinin karakterini, babannesinin kültürünü temsil etmesinin çok değerli olacağını düşündüm. Teklif ettim, o da memnuniyetle kabul etti. Zaten Yeliz Şatıroğlu da dedesiyle ilgili benzer bir şey yapma arifesinde olduğu bir zamana denk geldi ve güzel oldu. Âşık Veysel’in ailesinden size gelen herhangi bir destek var mı? Onlar bu durumu nasıl karşıladılar? Birçoğuyla tanıştım ve hepsi başından beri çok heyecanlılar. Tabii kendi dedeleri olduğu içinde ayrıca özen gösteriyorlar ve titizler. Aşık Veysel, halka mal olmuş büyük bir halk ozanımız ama bir yandan da birisinin dedesi, atası. O yüzden bu konuda hassasiyetleri var. Daha yapım aşamasındayken bunu onlarla paylaştım, görüşlerini istedim. Küçük oğlu Bahri Bey projemizin danışmanı oldu. Araştırmamız için notlar ve kaynaklar verdiler. Başından beri bizimle çok ilgilendiler ve desteklediler. Büyük bir halk ozanının hayatını sinemaya aktarıyorsunuz. Hiç tereddüte düştünüz mü? Tabii ki. Biz her ne anlatırsak anlatalım netice de kurmaca bir film yapıyoruz. Aşık Veysel deyince, herkesin gözünde canlanan bir imge var ve dünya da bile birçok kişinin duygu dünyasında iz bırakmış birisi. Bu bir belgesel değil. Bu nedenle; herkesin bildiği Aşık Veysel’den çok uzak olmaması gerektiği için hep bir kaygım oldu. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle