22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 2 HAZİRAN 2013 / SAYI 1419 Kürtlerle destanlarımız bile aynı “Akil Adamlar” heyetine seçilen isimler arasında en çok onun ismi üzerinden polemik yapıldı. Önce Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında onu hedef alması, arkasından, hemen arkasından rahatsızlanıp hastaneye kaldırılması ve görevli olduğu Karadeniz bölgesindeki toplantılardan affını istemesi ve görev bölgesini değiştirmesi, tartışmaları alevlendirdi. Orhan Gencebay’la randevumuz aslında “Akil Adamlar Heyeti”ne seçildiği günün ertesindeydi. Ancak bu süreçte gerek rahatsızlığı gerekse konuşmaya pek heveskâr olmayışı nedeniyle ertelenmişti. Geçen günlerdeki buluşmamızda kendisini hayli rahatlamış gördük. Gergin bir “Orhan Baba” ile karşılaşacağımızı düşünmüştük. Ama tersine, bu süreçte yaşadıklarına espriyle yaklaşacak kadar dingindi. Sohbet kendiliğinden başladı. Bizim iflah olmaz bir türküsever olduğumuzu öğrenince de konu bu yönde gelişti. Halk müziği ile başlayan sohbet sonra tarih ve siyasete aktı. Keşke müziğe başladığı yıllardaki gibi Halk Müziği’ne katkılarını sürdürseydi diyecek olduk. Aslında Halk Müziği’nden kopmadığını, bunu da yeni yaptığı iki senfonik eseri dinleterek kanıtlamaya çalıştı. Bence muhteşem olmuş. Hit bir parça olacak bu. Teşekkür ediyorum. Israrla şunu söylüyorum. Türk Halk Müziğinin TRT’den onay almış eseri 6 bin küsur. Koskoca Türk milletinin Anadolu’nun binlerce yıllık derinliği olan bir kültürde 6 bin eser olur mu? Milyonlarca olması lazım. TRT repertuvarına seçilen bu 6 bin eser birilerinin tercihi. Halkın tercihi değil bana göre. Halk arasında yaşayan eser sayısı bunun çok üstünde. Ne üretiliyorsa toplanması lazım. Hatta bir müzik bankası olması lazım devletin. Kim olursa olsun, ne olursa olsun orda bunlar miras diye korunmalı. Yıllarca TRT’de görev yapan tutucu zihniyet, şimdi de konservatuvarda aynı zihniyeti devam ettirdiği sürece Türk Halk Müziği gereği gibi değerlendirilemez. TRT yıllarca halk arasında söylenegelmiş bazı türküleri ya da türkü formatında eserleri repertuvara almaya yanaşmadı. Ama bu eserler halk arasında dilden dile bugüne ulaştı. Yalnız tabii türkü formatında beste yapanlar bunu yapıyorsa gerçeğini de yazmalı. Yahut da bunlardan esinlenerek yeni eserler üretmeli. Ben şimdi esinlenerek bu besteleri yapıyorum. Kültürümüzün içindeki duyguyu farklı bir yorumla işliyorum. Bunlar bir zenginliktir bunları yapmamız lazım. Ama tutucu çevreler bu yeni ürünlere de karşı çıkıyorlar. Bir kere anla, hemen karşı çıkma. Artık kağnı arabası dönemi bitti. Şu anda füzeler var, İnternet var. Turnalar yok artık. Halk müziği ölecek mi turnalar yok diye. Halk müziği o ekol diye tanımladığımız değerlerinin içinden biz yararlanarak yeni ürünler yapacağız. Bunlara saygı duyun, bırakın üretelim. Yeter ki müzikalitesi iyi olsun. Daha hiç ele alınmamış olan ezgiler bundan sonraki dönemlerde, yeni nesiller tarafından bu şekilde ele alınmak durumunda. Bu şekilde hem korunabilir hem de geliştirilebilir. Muhteşem bir malzeme. Müslüm Gürses’in son dönemlerinde okuduğu türküler var. Ağzına o kadar da Barışın sağlanmasının önkoşulunun “kırıcı dil” kullanmaktan sakınmak olduğunu söyleyen Gencebay, aynı toprağı vatan belleyen iki halkın kültürünün de ortak olduğuna vurgu yaparak “Destanlarımız bile aynı. Ergenekon Destanı ile Demirci Kawa destanı bile aynı. Ergenekon’daki Demirci ile Demirci Kawa bile aynı öykü. Biz neden ayrışacağız ki” diyor. geçer. Halbuki hepsi Türktü. Zamanlama olarak bakıldığında ırk gibi görünse de bir kültür varmış. O kültürü yaşatanlar başka bir ırktan da olsa “Türküz” demişlerdir. Etrüskler Avrupa tarihini başlatan bir millettir. Dört bin yıl önce İtalya’da Toskana’da kabile devleti kurmuşlardır. O dönem Avrupa’da feodalite dönemi bile başlamamıştır. Latinlerin de kökenleri Türktür. Roma’yı da bunlar kurmuşlardır. Roma’yı yakanlar da Türk olmasın sakın? Yok yakanlar Türkler değil. Türkler savaşçı doğru; birçok devlet kurmuşlardır. Tarihçi Neuman’a göre, Türkleri tarihten çıkart tarih kalmaz. Türk’ü yakan, yıkan Turancı bir millet olarak düşünmeyin. Bu topraklarda bir sürü etnik grup var. Bu topraklar Türkün de, Kürdün de, Çerkezin de Arabın da, lazın da ortak vatanı. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de dil, din, cins ayrımı yapılmamış. Ama bunu ne kadar uygulamışız. Eşitlik ilkesini uygulamada eksikliğimiz, hatalarımız, ihmalimiz olmuş. Ve isim olarak Türkiye denmiş. Niye denmiş. Bunu müzikle anlatmak isterim. Türk Sanat müziğine “alla turca” denmiş. Bunun anlamı Müslüman Türk tarzı demektir. Bunu Batılılar koymuş. Hıristiyan batı kültürünü ayırmak için de “alla frenk” demişlerdir. Sonra Ala franga denmiştir. Osmanlı döneminden kalma bir deyim. Oysa Osmanlı da Türkten başka etnik gruplar da var. Ama Batılı “ala turca” demiş. Osmanlı bile kendisine “Türk” dememiş ama Batılılar onları Türk olarak tanımlamış. Türk ismini biz koymamışız ki... Akil Adamlar grubundaki arkadaşlarınız sizin bu görüşlerinize ne diyor? Bize “Sizi kanaat önderi olarak akil adam seçtik” dendiğinde tabii ben hümanist biri olarak “ülkem için ne yapmam gerekiyorsa tabii ki yapmaya hazırım” dedim. Bunu herhangi bir yurttaşımıza teklif etselerdi o da benzer şekilde yaklaşırdı meseleye. Bu kadar konuşuldu başka bir şey söylenmedi. Madem ki biz akiliz o zaman ne söyleyeceğimizi de kendimiz bulacağız. Devlet Bahçeli’ye kırıldınız mı? Devlet Bey, beni ilk hedef alan konuşmasını yaptığında hastaneye gittim. Tansiyonum 24’tü. Nabzım acayipti. Fakat MHP’den bir arkadaşımı aradım. “Devlet Bey niye bu kadar kırıcı konuşuyor” dedim. Üzüldüğümü söyledim, “bu kötü sözler yerine iyi sözler söylense puanı daha artar” dedim. Hemşerilerinizle aranızda bir sorun oldu mu? Hayır ne olabilir ki? Benim toprağımın insanı beni bilir. Beni elli yıldan beri tanıyan Samsunlular nasıl benim hakkımda yanlış düşünürler diye asıl ben gönül koydum. Beni bilmiyorlar mı da beni üzüyorlar. l MİYASE İLKNUR yakışmış ki, insan keşke daha önce türkü okusaymış diyor. Aslında o da Halk Müzikçi aslında. Hepimiz köken olarak ordan geliyoruz da ama daha zenginleştirmek adına da araştırıp, yeni yorumlar ortaya koyuyorum. Mesela bazı eserler yaptım. “Diriliş” diye bir eser var. Altı buçuk dakikalık senfonik bir eser. Bu eserde anatmak istediğim bu kültürün Orta Asya’dan Anadolu’ya gelişinin evrelerini anlatamaya çalıştım. Orta Asya’dan çıkan ilk halini domra denen Kazak müziğinin enstrümanı ile anlatmaya çalıştım. Pentatonik bir kalıp bu. Aynı tem, tekrarında senfonik oluyor. O da uygarlık. Ve batıya doğru yürüyor. O yürüyüşü hissettiriyoruz. Kafkaslar’a geliyor. Kafkasya’da biraz kaldıktan sonra bütün hızıyla Batıya yöneliyor. Hem bilgiyle hem de akıncı ordusuyla yürüyor. Onlar orada uğraşırken aşağıdan İslamiyet’le birleşen Türkler Anadolu’ya giriyorlar. Selçuklu’yu anlatan Mevlana’nın motifinden sonra Osmanlı geliyor. Osmanlının renkleri var. Osmanlı çökmek üzereyken aynı kültürün içinden yeni bir şey doğuyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak “ben varım ve onun devamıyım” diye çıkıyor ortaya. Finalde şu yazacak: Asıl adım insandır. Benim anlatmak istediğim bu mesaj. Aslında bu müzik Türklerin Ergenekon’dan çıkışını ve Anadolu’ya gelişini evreler halinde karşılaştıkları kültürlerle kaynaşmasını anlatıyor. Akil adamlığı kabul ettiğiniz için önce Türk hassasiyetinin hedefi haline geldiniz. Bu Ergenekon çıkışını anlatan müzikle de Kürt hassasiyetinin hedefi haline gelmeyin sakın. İnanın ben kendi bildiğimi okuyacağım için kimsenin ne diyeceği umurumda şöyle değil. Ben ne yaptığımın bilincindeyim. Sonuçta ben siyasi bir kimlik değilim. Siyasetle de hiç işim olmaz. Kürtlerden tepki gelirse, bu kez “Demirci Kawa”yı mı yapacaksınız? Ama bakın bir şey söyleyeyim mi? Ergenekon Destanı ile Demirci Kawa aynı hikâyedir. Yüzde yüz aynı hikâyedir. Bilmiyorlar. Şerefname’deki Demirci Kawa, bizim Ergenekon Destanı’ndanki demircidir. Aynı kültürün mirasçılarıyız sonuçta. Neden ayrışacağız ki. Meseleye, iklimbilimci gözüyle mi, tarihçi gözüyle mi, antropolog gözüyle mi bakacağız, yoksa astrofizikçi gözüyle mi bakacağız. Bütün mesele insan odaklı bakmak. Hepimiz başlangıçta aynıydık, sonra milletlere, dillere ve dinlere göre bölündük. Bu eserin son bölümüne, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkışına “yeniden doğuş” adını veriyorsunuz. Ama bir kesime göre artık TC. İşlevini tamamladı. Yaşadığımız süreç “yeniden batış” olarak değerlendiriliyor. Ne dersiniz? Bunlar yanlış şeyler. Türk adı binlerce yıl öncesinden gelir. Bu adı da kendilerine Batılılar vermiştir. Türkler kendilerine Türk dememiş kurduğu devletin adını kullanmıştır. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, İskitler, Sakalar demişlerdir. Troya da bir Türk devleti olarak Ancak deliler böyle müzik yapar DENİZ ÜLKÜTEKİN A nkara’da başlayan bir müzik hikâyesinin kilometre taşı, Softa’nın Hunili Ayin isimli albümü. Punk ve Garage soundlarını kendine has ritimlerle bir araya getiren bir müzik topluluğu olarak İstanbul’a Roxy Müzik Günleri’nde gösterdikleri başarıyla adım atmışlar. Single, bir de klip derken, canlı performanslarıyla İstanbul müzik sahnesinin aranan gruplarından biri haline gelmişler. Geriye de tek albüm kalmış, onu da kısa süre önce piyasaya sürdüler. Peyote Müzik etiketiyle çıkan Hunili Ayin, Softa’nın 2007’den beri ortaya koyduğu birikimin sonucu. Ece Özey, Furkan Güleray, Cumhur Kadıoğlu ve Anıl Atik’ten oluşan Softa’nın hikâyesini solist Ece Özey’den dinledik. Öncelikle gruptan bahsedebilir misiniz? Nasıl kuruldu? Neler yaptınız? Grup 2007’de kuruldu. Rahattık hep, yavaş yavaş öğrencilik hayatının içinde müzikle yoğrulup gidildi. Öğrencilikler bitti, hâlâ bir yere yetişmeye çalışmıyoruz. Çıkan her şeyi, yaptığımız müziği sevebilecek kişilerle paylaşmaya çalışarak geçiyor seneler. Bu arada bir “single”ımız, bir de klibimiz vardı. Büyüklü küçüklü konserler vererek geçti zaman. Şimdi de, çok önceden yaptıklarımızı herkesle paylaşabildiğimiz bir albümümüz var seneler sonunda Albümünüz neden bu kadar gecikti? Beklediğinize değdi mi? Beklediğimize inşallah değecek, henüz bilmiyoruz tabii. Fakat en azından artık elimizle tutabildiğimiz bir albümümüz var ve bu kadarıyla bile, “değdi” diyebiliriz. Gecikmesinin sebebi de aslında her genç müzisyenin başına gelen klasik problemler. Şarkılarımız 2007’den beri hazırdı. Albüm haline getirebilmek için gereken stüdyo, kayıt süreci, mix, mastering, plak şirketi ortaya. Hem çok yüksek enerjili, hem de biraz ruhani... Her yerde punk grubu olarak anılıyorsunuz. Bu tür müzik tarzlarına çok takılıyor musunuz bilmiyorum ama siz kendinizi hangi tarza yakın buluyorsunuz? Şarkıların ritimleri klasik punk’tan farklı... Evet aslında müzikal açıdan tam da bir punk grubu olduğumuz söylenemez, ama tavır daha çok bu yakıştırmayı belirledi sanırım. Özellikle sahne performansımız. Bir İstanbul müzik sahnesinin hızlı grubu Softa nihayet ilk albümünü yayımladı. Nihayet dememizin sebebi daha albümü yayımlamadan çok sayıda hayran edinmiş olmaları. İlk albümlerinin ismi de Hunili Ayin. Neden mi? Cevabını Ece Özey’den dinleyelim. prosedürleri. İki yıl önce kaydedilmiş bir albümle ancak bugünleri görebildik. İsmi neden Hunili Ayin? Aslında gerçekten yaşanmış bir gecenin fotoğrafından yola çıkıldı. Ortamızda bir huni var, kırmızı ışık, hem çok sempatik bir fotoğraf, hem bir ayin yapıyor gibi görünüyoruz, hem de deliye benziyoruz. Anca deli birileri öyle ayin yapar... Albüm de öyle, deliler bir araya gelip ayin yapmak istese fon müziği bu albüm olabilir, bence tabii... Eğer biz biraz deliysek, hunileri serip ortalığa ayin yapmak istersek bu müziği çıkartabiliyoruz de tabii müzikteki agresif ve gürültülü tutum. Punk da dinledik, sevdik tabii, yadsınamaz. Acid punk diye uydurmuştuk o yüzden bir zamanlar müziğimizin adını. UFO şarkısı nereden çıktı? Öyle, Furkan’ın bestesi UFO’lu mufolu bir şeyler çağrıştırınca beş dakikada çıktı. Kalemi alınca da o sözler çıktı ortaya. Delikanlı uzaylılar falan. Keşke, bari UFO alsa götürse de tebdili mekân olsa en azından. Daha çok konser performanslarınızla anılıyorsunuz. Böyle anılınca stüdyoya girip albüm yapmak zor mu? Aslında evet, zor. Tek yapmaya çalıştığımız şey de zaten, sahnedeki enerjiyi biraz olsun albüme yansıtabilmekti. Elimizden geldiğince yapmaya çalıştık, naçizane. Mümkün olduğu kadar az oynanmış, ne çaldıysak onu bıraktığımız bir albüm yayımladık. Sahnede çıkaramadığımız sesler albümde de yok. Sahne kadar gerçek olamasa da, sahne kadar dürüst bir albüm oldu. MUCK dizisinde yer almışsınız. Dizilerde oynayan punk rock grubu solisti bulmak bugünlerde biraz zor. Hikâyesi Fotoğraf: BENAN ERDOĞAN nedir? İleriye dönük bir oyunculuk planınız var mı? Aslında dizi de Softa sayesinde oldu. Dizide punkrock grubu solisti oynatmak istediler, sahnede izleyince dizide de oynayabileceğime güvenmişler ve öyle bir teklifle geldiler. Müzikli bir diziydi MUCK da. Oyunculuk bir plan gibi değil, ama yapmaktan çok keyif aldığım bir iş. Tekrar yapmak isterim. Oyunculuğu geliştirmenin sahne özgüvenini de çok olumlu etkileyebileceğini düşünüyorum. Birbirini çok iyi yönde besleyebilecek iki güzel meslek bence. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle