01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 21 AĞUSTOS 2011 / SAYI 1326 Topkapı Sarayı Müzesi Silah Seksiyonu uzun aradan sonra yeni revizesiyle açılıyor. Balkon saksılarıyla süslenen, poşeti açılmamış yangın tüpleriyle bezenen ve kalorifer borularıyla taçlandırılan nostaljik müzeyi özleyeceğiz! Marangozlar tarafından yapılmış, ortalarında nal kadar kilitlere sahip raflarıyla, eserle izleyici arasında tarihsel bir bütünlük yerine izleyiciye potansiyel suçlu hissettiren eski müze artık “tarih” oldu. AL DEN Z USLU zleyici bu kez potansiyel suçlu değil! nasıl gelişti? 2007 yılında Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Bölümü ile ilgili olarak stanbul Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü mimarlarından Hasan Fırat Diker bize ulaşarak, bu bölüm için bir şeyler yapıp yapamayacağımızı, birtakım ihtiyaçların olduğunu ve bunları karşılayıp karşılayamayacağımızı sordu. Biz de Mukaddes Emanetler Bölümü için pek çok proje geliştirdik. Proje kamuoyu ve idareciler tarafından beğenilince Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü’nün ikinci bir iş yapma rezervi oluştu. O sırada Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu’nun bütün duvarları rutubet içerisindeydi ve restorasyonu gerekiyordu. Bu restorasyonun ihalesini yürüten müdürlük binanın restorasyonu yapılırken, seksiyonun da tanzim ve teşhiri için bir çalışma yapılması gibi bir perspektife sahipti. Bu perspektif doğrultusunda biz bu seksiyonun teşhir tasarımı ve revize edilmesi işine katıldık. Müzecilik anlayışı son dönemde gelişiyor, ama çocukken gittiğim dönemlerde devlet dairelerinden farksızlardı. Bu anlayışı hâlâ sürdürenler de var. şiniz epey zor olmuş olmalı. Bu anlamda ilk fotoğraf nasıldı? lk işimiz müzedeki plastik saksıları dışarı atmak oldu! Balkon saksısının içerisine konmuş plastik Müzedeki çiçekler vardı, kıyafetler düşünsenize? Silah Faruk Saraç Seksiyonu ve balkon imzalı. saksısı arasında hiçbir anlamsal ilişki yok. Var mı, olabilir mi? Bir de asla bir müzede göremeyeceğiniz plastik, sarkmış, PVC kalorifer boruları vardı padişah kılıçlarının bulunduğu duvarı boydan boya geçen. Bir mızrağın yanında, poşetlere sarılmış bir yangın tüpü, onun yanında bir mızrak daha... Türkiye’de müzecilik, sergilemekten çok “koruma” ve saklamak demek. Kesinlikle öyle! 19. yüzyıl perspektifi izleyiciye bir şey anlatmak değil, eseri izleyiciden korumak derdinde. Marangozlar T opkapı Sarayı Müzesi Silah Seksiyonu bölümü çok uzun aradan sonra yeni revizesiyle halka açılıyor. Seksiyonu Türkiye’de pek çok sergi dizaynı ve organizasyonu yapan “Kült” yaptı, peki “KÜLT”ün derdi nedir, tam olarak ne iş yapar? Kült, kültür endüstrisinin gelişmekte olduğu Türkiye’de yedi yıldır hizmet üretiyor. Farklı disiplinlerde akademik kariyer sahibi isimler ile uluslararası sektörel uzmanların bir araya geldiği bu oluşum, müze tasarımı ve yönetimi yapıyor, uluslararası entelektüel toplantıları Dündar Hizal organize ediyor. Yayımcılıkta da iyiler, ayrıca kültür kurumları için iletişim stratejileri de hazırlıyorlar. Kült’ün derdini anladık, konumuza gelelim. Silah seksiyonunun müzecilikte yeri nedir peki? 1839 yılında Osmanlı Devleti’nde açılan ilk müzenin silah müzesi olduğu göz önüne alınırsa, 2011 yılında faaliyete geçen Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu, ilk ve son adım ilişkisi açısından büyük önem taşıyor. Fethi Ahmet Paşa’nın Aya rini’de açtığı Mecmaı Esliha’dan günümüze müzeciliğin serüveni ve sergileme biçimlerindeki yenilikler bu seksiyonda izlenebilir. Biz de Kült ekibinin başındaki isim, proje yönetmeni Dündar Hizal ile konuştuk. Silah Seksiyonu’nu üç yıl gibi bir sürede yenilediniz. Bu işe nasıl başladınız ve süreç tarafından yapılmış ve ortalarında nal kadar kilit olan, eserle izleyici arasında tarihsel bir bütünlük yerine izleyiciye potansiyel suçlu hissettiren bir durum söz konusuydu. Bunun değişmesini, insanların tarihe dokunabilmesini sağlamak istedik. Yeni düzenlemeyi yaparken bürokrasi sizi ne kadar yordu? Elbette pek çok irili ufaklı sıkıntı yaşadık. Mesela seksiyonun hikâye anlatımının ana aksını oluştururken Osmanlı Devleti’nin hükmettiği coğrafyayı gösteren haritanın yeni bir harita yerine klasik dönemin büyük denizcisi Piri Reis’in az bilinen bir haritasını kullanmak istedik. Topkapı Sarayı’ndaki nüshada bu harita yoktu, stanbul Üniversitesi’ndeki nüshayı istedik. Bize çok düşük çözünürlüklü bir CD verdiler. Haritayı uygulamayı düşündüğümüz alan 3x5 metre ebatında olduğu için işimize yaramadı. Yeniden çekimin ise kütüphanedeki tadilat nedeniyle mümkün olmadığını söylediler. nternet üzerinden araştırmalarımız sırasında Kitabı Bahriye’nin bir nüshasını ABD Baltimore da Walter Art Museum’da bulduk. Yüksek çözünürlük gerektiğinden çekim için izin verip veremeyeceklerini bir mail’le sorunca beş dakika sonra geri dönerek isteğimiz büyüklükte gönderdikleri linkten indirebileceğimizi söylediler. Altı ay boyunca ülkemizde ulaşmaya çalıştığımız haritayı ABD’deki bir müzeden sıfır bürokrasi ile ulaştık. Yeni düzenleme ile kaç eser sergileniyor ve izleyiciyi neler bekliyor? Eskiden de 300 eser sergileniyordu, şu anda da 300 eser var. Ama şimdi eserler bir yığıntı şeklinde değil, ciddi düşünülmüş birtakım kompozisyonlarla bir araya getirildi. Tasnifi yaparken silahların kronolojik gelişimini ve silah tipolojilerini göz önünde bulundurduk. En başta oklar var. Buradaki silahlar, 1300 yıllık bir süreci yansıtıyor. Oklar, kılıçlar, tüfekler, zırhlar, teberler, kalkanlar... Yani seksiyonda, ziyaretçileri içine girebilecekleri bir tarih karşılayacak. Topkapı Sarayı Müzesi’ni gezenler hep eserlerle kendileri arasında bir mesafe hisseder. Bu seksiyonda ise eserle izleyici ile eser arasındaki mesafe neredeyse sıfıra indirilmiş durumda. zleyici tarihe dokunabilecek. Gerek kullandığımız ekranlarla, yarım kubbelerdeki yansıtmalarla ve hologramlarla gerekse tüm bunlara eşlik eden bir ambiyans müziği ile bunu gerçekleştirdik. Seksiyona girdiğinizde sizi bambaşka bir mehteran karşılıyor. Cep telefonu, iPad, internet kullanan günümüz insanı kendisi ile iletişime geçen bir alana girmiş oluyor. Her şey ayrıntılarda gizli. Mesela? Mesela sipahinin zırhı örme zırh ve biz bunu üç ayda ördük. Bunlara dair bilgileri edinmek için Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde minyatürler konusunda uzman Banu Mahir’e gittik. şi sonuca dökerken, kıyafetleri Faruk Saraç dikti. Saraç, Osmanlı kıyafetlerinde kullanılan kumaşlar konusunda bilgi ve birikim sahibi. Bizi daha kolay anlayıp kostümleri daha kolay bir şekilde ortaya koydu. Faruk Saraç’ın diktiği bu kostümleri kimler mi giydi? Giyen kişiler öncelikle uzmanlardan ders aldılar. Hem tüfekendaz (tüfek tutan) yeniçeriler, hem de levent ve sipahiler gerçeği yansıtan bir şekilde, bu silahların dönemin askerlerince nasıl kullanıldığına dair izleyiciye doğru bir fikir verecek. Müzede sergilenen bu bölümün bir de müzik yayını var. Özel müzisyenlerin müzikleri tarihi ruha yoldaşlık ediyor. Pentagram grubunun üyelerinden biri projenin görsel yönetmeni Hakan Utangaç. Böyle bir seksiyonda müziğin katalizör görevi göreceğini ve çok etkili olacağı fikrini ortaya attı. Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü de buna sıcak baktı ve seksiyonda müziğin yer alması konusunda bize destek verdiler. Sonra da Erkan Oğur, Cahit Berkay, Hayko Cepkin, Şebnem Ferah ve Gökhan Kırdar da projeye katıldı. Müzikolog Mehmet Güntekin’in önerisiyle Bezmara topluluğundan çok önemli bir isim Fikret Karakaya ile bir araya gelindi. Bezmara topluluğu, 16. yüzyıl Osmanlı müziğini, o dönemin enstrümanlarıyla çaldığından ve bu konuda çok ciddi bir birikimleri olduğundan onlarla çalıştık. Türkiye’de ve Avrupa’da notalanmış, kaydedilmiş tüm müzik örneklerini de bir araya getirdik. G Elleri Martı Kanatlı Piyanist B odrum’dayım. Eklisia Kilisesi’nin bahçesindeki ağaçlar birer gece hayaleti kesilmiş, dallarıyla kalabalığı yutuyor. Üzerimde denizle göğün laciverte bulandığı romantik bir gece elbisesi, Listz’in 200. doğum yılını kutlamak için toplandık. Kilisenin gök kubbesi altında oturan şanslı azınlığın dinginliğinde, tanrılar panteonunda yerimi aldım. Gülümseyen alkışlar eşliğinde önce lya Utin, sonra Gülsin Onay geliyor. Onay çaldıkça, piyanonun üstünde martılar kanat çırpıyor. Duygularım karma karışık. Zamanını ibadetle geçiren bir dindar, gerçeği arayan bir keşiş gibi dünyadaki bütün ateistlere ulaşmak için yanıp tutuşuyorum. Var EBRU olmanın anlamını bulduğum bu anlık GÜZEL coşku eşliğinde kalemin kâğıda değen hışırtısı olmasa, oracıkta yazmak, yazmak ve yazmak istiyorum. Konser, “Abdülmecit Büyük Marşı” ile son buluyor. Kulisteyim. Gülsin Onay öyle narin ki, ne kadar zorlasam da kendimi kaba bulmaktan alıkoyamıyorum. stanbul’dan getirdiğim samimiyetsiz, şahsiyetsiz duygular belime dolaşık, güneşi örten taş yığınları, yıldızsız gökyüzü, çöp bidonlarından taşan sefalet, acı çeken insanlar ve yangınlardan kendimi sorumlu tutuyorum. Müzik bu geceki gibi, bizi iyileştiremez miydi? “Piyano, ormanın aslanıdır” diyor Onay, “Kontrbas, keman, flüt, obua, korno, trompet, viyolonsel, sanki çok sesli bir orkestra! Konserde yüksek bir yerlere çıkıyorsunuz, her seferinde nasıl tırmandığınızı siz bile anlamıyorsunuz. Oraya gelmek insanüstü bir durum, çalışırken hesaplanamayan, tamamen orada var olan bir eser ortaya çıkıyor. Bunun kadar müthiş bir haz yok, konserde yaratılan olay her seferinde öyle eşsiz ki! Bir daha aynı duyguyu yakalayacağınıza dair hiçbir bir garanti yok”. MÜZ K ONUN ENERJ KAYNAĞI Güzeller güzeli piyanist Gülen Erim ile sanatçı Joachim Reusch’ın kızı olan Gülsin Onay, şefkatli, samimi, duvarları olmayan, incelikli bir sanatçı. Müzik, onun sınırsız enerji kaynağı. Ana Tanrıça kadar verimli, besleyici, iyileştirici. Göttinger Tagblatt piyona eğitimine üç buçuk yaşında başlayan, Üstün Yetenekli Çocuklar Yasası kapsamında, Mithat Fenmen ve A. Adnan Saygun tarafından yetiştirilen ve Paris Konservatuvarı yüksek bölümünden 16 yaşında “Premier Prix du Piano” kazanarak mezun olan bir deha. Biraz Saygun’u anlatmasını rica ediyorum. “Adnan Saygun’un müzik anlayışı, dünya görüşü, çalışma disiplini, bitmek tükenmek bilmeyen müzik enerjisi kariyerim boyunca bana hep ışık tutmuştur. Adeta dini bir vazifeyi yerine getirir gibi huzurla çalışması, öğrencileri için inanılmaz bir çalışma sevgisinin örneğiydi. Hocamız, bu sevgiyi her birimize aşılamayı başarmıştır” diyor ve hocasının şahsına yazdığı bir mektubu okuyor: “Benim için sanatçı, hiçbir maddi endişeye hayatında yer vermeyen ve başkaları tarafından gelecek övgülü sözler ile kendini vanite çukuru batağı içinde boğulmaya bırakmayan ve gücü yettiğince iyiyi, güzeli, gerçeği arayan, ona ulaşmaya çalışarak insan olmanın faziletini duymaya ve duyurmaya ömrünü veren kişidir. Ben, bütün hayatımda bu yolda yürüdüm. Bu söylediğim ideale doğru bir iki eser verebildiysem ne güzel”. Gülsin Onay, hocasının izinde, 2004’ten bu yana danışmanlığını yaptığı Gümüşlük Klasik Müzik Festivali kapsamında Eklisia Yaz Müzik Akademisi’nde (ESMA) genç müzisyenlere ustalık sınıflarında dersler veriyor. Ayrıca beş ayrı projeyi yönetiyor: “Listz sonat, Chopin sonat, Haydn sonat, Schubert sonat ve SchleswigHolstein Festivali'nde (25 Ağustos) Rengim Gökmen’in yöneteceği NDR Radyo Filarmoni Orkestrası ile çalacağı Rahmaninov’un 3. Piyano konçertosu”. Büyülü bir gecenin bitiminde Gümüşlük Kültür ve Sanat Derneği dostlarını, Belediye Başkanı Mehmet Tire’yi, Eren Levendoğlu’nu, sponsorları (Salmakis Resort&SPA) ve tüm sanatçıları ayakta alkışladık. Belirtmeden geçemeyeceğim, ESMA, imkânları olmayan yetenekli öğrencilere burs sağlamak için bizlerin desteğini bekliyor. Geleceğin martı kanatlı sanatçıları için… G [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle