Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 24 TEMMUZ 2011 / SAYI 1322 Nefret değil, hayat kazansın diye: Evdoksia Hediye ESRA AÇIKGÖZ Anadolu’da çetelerin cirit atttığı, zorunlu göçün yaşandığı yılları anlatıyor bu kitap. “EvdoksiaHediye”, dokuzunda Rum, 12’sinde Müslüman olan bir kızın hikâyesi. Onun hayatını bize tarihçi torunu smail Keskin taşıyor. Ne bir nefret anlatısı bu, ne de övgü. Sadece savaşın masumlara kıymadan yapılamayacağını hatırlatıyor, hayatın kıymetini daha iyi anlamamız için. Okuyun... sığınmak. Ancak yol uzun, çetin ve kanlı. Şiddetin, vahşetin izleri okunuyor geçtikleri yerlerden. Yakılmış evler. Çürümüş insan kokusu. Cesetler; kadınlar, yaşlı adamlar, çocuklar, hatta bebekler... kinci gecenin sonunda yakılıp, yıkılmış bir köye saklanıyorlar. Sonradan aklına girip ona oğlunu öldürtecek yaşlı kadın ve tecavüze uğramış, ruhları çoktan ölmüş iki genç kadınla da o köyde tanışıyor. Kadınlardan biri, küçük kızı rini’yi yerlerini belli edecek korkusuyla yaşlı kadın boğduğundan beri suskun, donuk. rini, barış demek oysa, ama barış artık yaşamıyor! Geceyi bekleyecekler, karanlığa sığınmaktan başka şansları yok kaçabilmek için. Gece onları, silah seslerinin, çığlıkların yükseldiği bir köye getirdiğinde, köy girişindeki bir ocağa sığınıyorlar. Ancak sıcak Haris’i uyandırıyor. Çığlık çığlığa Haris. Ne yapsalar susmuyor. Yaşlı kadın “Susmuyorsa boğ” diyor, “Boğamazsan bana ver, ben boğayım. Kurtulacak kızını düşün. Hepimiz ölsek daha mı iyi?” Sıkıştığı kapandan nasıl kurtulacak bilmiyor Atina, gözleri Evdoksia’da. Çıkıyor ocaktan. Uzaklaşan bebek çığlığı kesiliyor. Öldü Haris... Silah sesleri sustuğunda kaçıyor Evdoksia. Çalıların arasında, ağzında bir parça çaputla yatan kardeşini tırnaklarını kanata kanata kazdığı çukura gömüyor. Uyuyakalıp da sabah nal seslerine kalktığında atlılara yaklaşıyor. Korkmuyor artık. Belki de yaşlı birinin bile yaşamaması gerekecek kadar büyük acıyı, vahşeti sığdırdığı için küçük bedenine, zaten yeterince yaşadığını hissediyor. Annesine kardeşini öldürten korkunun gözlerine bakmak istiyor. Ancak karşısındaki çeteciler değil, düzenli orduya katılmayan çetecileri dağıtanlar. Biri, Kuyruksuz Mehmet, öbek öbek saçlarıyla kargaşada dolanan küçük kıza yaklaşıyor: “Adın ne?” “Evdoksia”. Evdoksia’yı Müslüman bir aileye evlatlık yapan işte bu tanışma. Karısının bir kız çocuğu istediğini anlatıyor Kuyruksuz Mehmet ve soruyor: “Bizim kızımız olur musun?” Evdoksia annesini de almaları şartıyla kabul ediyor. Yeni annesi Nefise, onu ve annesini doyuruyor, iyileştiriyor. Belki de her bakışı yarasını kanattığı için Evdoksia uzak duruyor Atina’dan. Zaten o artık Evdoksia da değil, çünkü durumlar karışık, Anadolu topraklarında kalan son azınlıklar da devlet tarafından toplanıp Yunanistan’a yollanıyor, tabii hayatta kalmayı başarabilirlerse... O yüzden yeni bir isim buluyor Kuyruksuz Mehmet; Hediye. O, onlara savaşın hediyesi çünkü. 12 yaşında Müslümanlığı seçiyor Hediye. Atina, Vasil’i bulmak, rini’nin akıbetini öğrenmek için Yunanistan’a geçmeye karar veriyor, Vasil’le dönerse Evdoksia onu affeder sanıyor. Oysa bu Evdoksia için ikinci bir terk ediliş. Yıllar sonra, Vasil onu bulduğunda, onları reddediyor Hediye. Eskisi kadar kırgın değil, ancak hayatını bırakıp gitmek istemiyor. rini mi? Yunanistan’a yollanmak için tanıdıklara sığınan Rumlar kapı kapı toplanırken, rini’yi emanet alan Türk de korkuya kapılıp, teslim ediyor onu. Bir daha haber alınamıyor... Bir film senaryosu değil bu, gerçek bir hayat hikâyesinin buraya sığdırabildiğimiz kadarı. Onu, hayykitap’tan çıkan “HediyeEvdoksia” kitabıyla tarihçi torunu smail Keskin Evdoksia da Yunanistan’a gidiyor. Ne taşıyor bize. Yedi yıl boyunca, zaman? Atina’daki arşiv belgelerinden Babası öldüğünde... Annesini almak Selanik’teki muhacir evlerine, Geyve’nin zorunda kalıyor. Yunanistan’a, 12 yaşında haritadan silinmiş köylerine kadar iz ayrıldığı annesine, akrabalarına, 35 sürerek hazırlamış kitabı. Tarafsız, yaşında, beş çocuklu, Müslüman bir kadın nefretsiz bir anlatı. O yüzden Evdoksiaolarak gidiyor. Ancak sanki hep Hediye’nin torunu smail Keskin’e kulak onlarlaymış gibi karşılanıyor. Çünkü verin... insanlar başlarına neler geldiğini biliyor, Anneannenin hikâyesini ilk ne anlıyor. Atina da Hediye ile Türkiye’ye zaman dinledin? dönüyor ve adını Emine yaparak, Müslüman Tam bir tarih hatırlamıyorum, küçük ölüyor, işin garibi. Ancak onun yaştan itibaren bildiğim bir hikâye bu. Müslümanlığının samimiyetini konuşmak lk ağızdan, anneannenden benim işim değil. dinleyebildin mi? Kaçtığın, çocuklarını kaybettiğin ülkeye Maalesef. Annebabam epey dönmek... Zorlanmıştır herhalde? büyük, bense son çocuklarıyım. O Yunanistan’daki akrabaları korkutuyorlar, yüzden birinci kuşaktan sadece “Türkler keser seni” diye. Geldikten sonra da Hediye’nin kocasını gördüm. Ancak korkuyla yaşamış, eskiden bekçiler düdük hikâyeyi herkesten öyle çok dinledim ki, öttürür ya, onu duyduğunda “Beni almaya Evdoksia hep anlatmış, belki de onu geldiler” diye ağlayarak uyanırmış. Zaten hayatta tutan, iyileştiren de buydu, parkinson hastası, bir iki yıl yaşıyor. hikâyeyi yaymak... Evdoksia’nın Hediye olduktan sonraki Ne hissediyordun dinlediğinde? yaşamı nasıl geçiyor? Tam içine doğduğunuz için başta 20’sine doğru evleniyor. Beş çocuğu anlamlandırmıyorsunuz. Anneannenin oluyor. Annem en küçükleri. Rum olduğunu biliyorsun, ancak Rum Onlar kitabı nasıl karşıladı? ne bilmiyorsun. Türk ne demek Olumluydu. Sadece dayım, farkında değilsin. Bunlar ergenlikten anneannemin annesiyle sevginefret sonra kazanılan bilgiler. Sadece aile ilişkisi içinde olabileceğini ve tarihinde hep bir farklılık olduğunu anneannesinin dayısını öldürme hissediyordum. durumunu kabullenemedi. G Ya yetiştirilişinde? ki dedem de çeteci. Birilerini D okuz yaşında bir Rum kızı Evdoksia. Korkmuyor. Neler olabileceğini bilmiyor ki korksun. Çeteler diyorlar, kadınların karnını deşiyor, çocukları kesiyor. Gözüne hiçbir görüntü düşmüyor. Göçten bahsediyorlar. Anlamıyor. ki kardeşi, annebabasıyla şimdiye kadarki güvenli hayatında değil savaşı, şiddeti bile tanımıyor. Ama öğrenecek; çünkü tarih 18771925 arasını gösteriyor. Hani şu, Anadolu’da yaşanan, kiminin tehcir, kiminin katliam, kiminin zorunlu göç dediği zamanları. Bir anneye çocuğunu öldürten, çocukların tecavüze uğradığı, kuyularda insanların boğulduğu zamanları... Dokuz yaşında bir kız çocuğu bir ömre sığdırılamayacak kadar çok acıyı, üç yılda yaşıyor ve bir ömür boyu taşıyor. Her şey babası Vasil’in ailesini korumak için bir çete kurmasıyla başlıyor. Zengin Vasil, varlıklı. Ancak rüzgâr sert Anadolu’da. Erkeklerin yarısı ordudaysa, diğer yarısı çetelere katılıyor. Kalanlar ellerindekini korumanın, göçle gelenlerse mal edinmenin telaşında. Türkler, Ermeniler, Çerkezler, Rumlar... Bu kargaşa arasında bir kızını, rini’yi dost bildiği bir Müslüman aileye bırakıyor Vasil. Karısı Atina ve kızı Evdoksia ile oğlu Haris’i de Eşme’ye götürüyor, daha smail Keskin emniyetli diye. Oysa emniyet diye bir şey yok artık Anadolu’da, ama o bilmiyor. Kendi de çetecilerin gazabına uğramamak için kayboluyor ortadan. Korkuyor Atina. Evdoksia “iyi inanç” demek ya, Atina da inancına sığınıyor, dualar ediyor günlerce. Ancak gün geçtikçe silah sesleri Eşme’ye yaklaşıyor. Bir bohçaya yiyecek, iç cepliğine parasını doldurup yola düşüyor. Tedirgin. Daha önce bir köyden diğerine yaya gitmemişken, iki çocukla, kilometrelerce yol yürüyecek, üstelik çetelere gözükmeden. Telaşı onu daha yola çıkmadan vuruyor, Haris’i salıncağında unuttuğunu Evdoksia hatırlatmasa, boğulduğu düşüncelerle kim bilir daha ne kadar yürüyecek. Kızgın Evdoksia, kardeşini güvenip de annesine veremiyor bir daha. Küçücük bir kız çocuğu, ayağına batan taşlar, takılan dikenler arasında on aylık bir bebek taşıyarak yürüyor gün boyu. Her yanı yara, kan, toz, toprak... Hâlâ neden kaçtıklarını bilmiyor üstelik. Evdoksia neler olduğunu ne kadar anlamak istiyorsa, Atina da insanın gaddarlığına dair hiçbir şeyi bilmemeyi o kadar çok istiyor. Bildikçe daha da artıyor korkusu, çünkü. Tek planı, Taraklı’daki Müslüman dostlarına Atina ile Vasil... Evdoksia’nın Hediye ve de Müslüman olmasında en büyük etki, Müslüman annesi Nefise’ye sevgisiydi (sol alt)... Evdoksia, Atina’da akrabalarıyla (sağ alt)... Anneannem Vasil’le dönmüyor, ama sürekli mektuplaşıyorlar. Bir kere daha çocuk yapmayı deniyorlar, ancak ölüyor. Bir daha da olmuyor. Onlar da fakir olan komşularının çocuğuna bakıyorlar. Vasil, 1950’lerde yine Türkiye’ye, Evdoksia’nın yanına geliyor. Bu sırada Yunanistan’da yaşadıkları ayrı bir kitap konusu, kinci Dünya Savaşı’nda Hitler’den kurtuluyor, iç savaşı atlatıyor. Neyse... Vasil 60’ların sonuna doğru ölüyor, anneannemi de yasal varis atıyor. Yunanistan’daki malını ona bırakıyor. Dayılarım mal meseleleri yüzünden Yunanistan’a gidip geldi. Boğaziçi’nde çok iyi bir Yunan arkadaşım olunca, ben de 2005’te Selanik’e onu ziyarete gittim. Gitmişken Vasil’in yaşadığı yerleri görmek istedim. Yeni bilgilere ulaştım. Beni en çok duygulandıran, anneanneme Vasil’den yollanan postakartları üzerinden 2010’da, Atina’nın erkek kardeşinin torunlarını bulmamdı. Soyadımız farklı da olsa, Yunanistan’da dördüncü kuşak kuzenlerim var. rini’nin ismini onlardan öğrendim, bizimkiler bilmiyordu. Yedi yıldır peşinde olduğunuz bir hikâyenin ayrıntılarını öğrenmek... Piyango çıksa ancak bu kadar sevinirdim. Kitapta yoğun uğraştığım tarih, edebiyat ve müziği harmanladım. Ninni ve mani formlarını kullandım. Rum müziği derlemeleri de yaptığımdan, satılma amaçlı olmasa da etnomüzikolog arkadaşım Çiğdem Aslan’la hem Rumca hem de kitapta olan ninnilerden parçalar hazırlayıp internete koyduk. G EVDOKS A YUNAN STAN’DA, AT NA TÜRK YE’DE 30 YIL SONRA ÖĞREN LEN KUZENLER... öldürmüşler yani. Ancak ben hiç kavgacı yetiştirilmedim. Kavga etsem dayak yerim karşımdakini düşünmekten, belki de kaderin bir cilvesi, aşırı empati durumu oluştu... Peki kendini nasıl tanımlıyorsun? Sert tanımlamaları, kulp yemeyi sevmiyorum. Biri beni “bir şey” olduğum için sevmesin ya da nefret etmesin. lle de bir şey demeliysem; Melezim... Anneannem Evdoksia ya da Hediye Adapazarı Gevye’den, Osmanlı vatandaşı. Annesi de babası da, iyi Türkçe biliyor. Hatta Rumcayı Tanzimat sonrasında anadilde eğitimle öğreniyor. Dolayısıyla kültürel bir fark yok. Tarihçi olmanda bu aile geçmişinin payı vardır, kuşkusuz. Muhtemelen... Sadece Evdoksia’nın hikâyesi değil, babamın halası da Yunan ordusu Bursa’ya girdiğinde öldürülüp, kafası kesilerek köyde dolaştırılıyor. Ancak ne bu anlatı Yunanlılara, ne Evdoksia’nın hikâyesi Türklere karşı nefret uyandıracak şekilde anlatıldı. Tarihe hep çok meraklıydım. Boğaziçi’nde tarih okumaya başlamamla, Türk Yunan yakınlaşması eşzamanlı gerçekleşti. 2004’te TürkYunan Gençlik Topluluğu’na katıldım. Kuzey Batı Anadolu’da 19. yüzyılda yaşananlar üzerine çalışıyorum. Erivan’da, Atina’da, Selanik’te, stanbul’da çok hikâye dinledim, ama hâlâ taraftarlık oluşturacak bir şeye inatla karşı çıkıyorum. Zaten bu hikâyeyi de, hayat için bir işlevi olabileceğine inanınca romanlaştırmaya karar verdim, savaş ve çatışma karşıtı bir araç olarak kullanma isteğimdi ağır basan. Hâlâ içinden çıkılamayan azınlık sorunlarının, yoğun şiddet ve çatışmanın olduğu bir ülkede yaşadığımız düşünülünce, kitap bir aile hikâyesi olmaktan çıkıyor, sarılmamış yaralara da dokunuyor zaten. Evet, roman sadece Rum, Ermeni gayrimüslimlerle de ilgili değil, bence asıl üzerine basılan iki nokta var; Anadolu’ya göç ve çeteler. Yerli Türkler ile göçmen Türkler, yerli Rumlarla göçmen Rum ya da Ermeniler arasında yerli Türklerle yerli Rumlar, Ermeniler arasındaki çatışmadan çok daha büyüğü yaşanıyor. Orada daha fazla iktidar savaşı, yeni gelen ne alacak, yerli elinde ne tutacak çatışması var. Bu hikâyede seni en çok etkileyen ne oldu? Dokuz yaşında bu kadar çok şey başına gelmiş, üç yılda insanın bir ömürde kaldıramayacağı travmalar geçirmiş birinin inatla hayata tutunması ve çevresindekilere nefretten çok hayat anlatısıyla hikâyesini aktarması. Hikâyeyi bana anlattıran da bu. Türkiye’de, hayatta kalmayı başarmış olanlar asimile edilmiş, bir suskunluğa gömülmüşler. Ancak Evdoksia susmamış... Son dönemde yoğun şekilde, savaş evlatlıklarını aşırı anlamaya çalışıp, onları kişiselliksizleştirme uygulaması var. Öyle mağdurlaştırılıyor ki bu insanlar, bir süre sonra kişiselliksizleştiriliyor, bütün seçimleri savaş anlatısı altında eritilip, boynu bükük, hayatla alakasız, kişiliğinin kıymeti olmayan bir kimlik veriliyor. Romanda bundan uzak durdum. Asimile olmuşlar, dediğinizde onlara bir gömlek giydiriyor ve renksizleştiriyorsunuz. Mesela, Hediye’nin kişiliği çok sağlam. 12’sinde bir çocuğun gerçek annebabasını reddetme durumu var ortada. Asimilasyonu görmezden gelmek bir sistem aracı olduğu gibi, her şeyi asimilasyon olarak görmek de bir sistem aracı. Birinde sadist, diğerinde mazoşist bir durum var. kisi de hayatı dışarıda bırakıyor. Kendinizin birebir dahil olmadığı bir acı hakkında vicdan azabı duymamalısınız. Evet, ama bir çocuk annebabasını seçmek zorunda bırakılıyor, ona o kaderi yaşatanları nerede göreceğiz? Üstelik hâlâ pek çok sorunun çözülemediği, insanların bu kadar vurdumduymaz olduğu bir ülkede herkesin biraz “suçluluk” çekmesi gerekmiyor mu? Hikâyelerine acıma değil de, kulağınızı biraz daha yaklaştırırsanız, bu insanların haksızlıkları nasıl bağıra bağıra ortaya koyduklarını görürsünüz. Ben anlatıları gölgeleyecek, onları homojenleştirecek mağduriyet anlatılarına karşıyım. Nietzsche, “kendisizleştirilme”den bahseder. Evdoksia da hikâyesinin travması yüzünden kendisiz bırakılabilir. Hayatı çıkarılırsa geriye sadece bir acı hayaleti kalır. Bu da sadece şiddeti, ölümü, içi boş romantizmi besler. Bir süre sonra ölü pornosuna dönüşür. Hem, bu kadar çok ölümün, vahşetin yaşandığı bir hikâyede sistematik bir vicdan muhasebesi yapabileceğimizi zannetmek, mastürbasyonla çocuk sahibi olunabileceğini düşünmektir. Ben bu kitapla; cesurca çağırdığınız savaş, öyle televizyondan gördüğünüz, kitapta okuduğunuz gibi kokusuz, renksiz değil, romantik hiç değil, canınız yanar, nefret edersiniz, ağlarsınız, o yüzden ölümü romantikleştirmeyin, hayat her şekilde ölümden daha romantik, diyorum. G C MY B C MY B