01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 26 HAZ RAN 2011 / SAYI 1318 ZÜLAL KALKANDELEN Kapitalizme Bakış(1) Kapitalizm, 2008’de dünyada yol açtığı büyük krizden sonra uzun süre tartışıldı, hakkında belgeseller çekildi. O güne kadar bu ekonomik sistemi savunanlar arasından bile artık sonunun geldiğini söyleyenler çıktı. Sonra yapılan birtakım düzenlemelerle sanki mesele halledilmiş gibi gösterildi. Oysa kapitalizmin doğasından kaynaklanan sorunlar giderek derinleşirken, milyonlarca insan aç ve çaresiz yaşamaya devam ediyor. Amerika’da solun önde gelen yayın organlarından birisi, ülkenin en eski haftalık politika ve kültür dergisi The Nation, bu sorunu bu haftaki sayısında tartışmaya açtı. Konu hakkında yaratıcı fikirler üretebilecek bir grup aktivist, işadamı ve düşünüre şu soruyu yöneltti: A “Amerikan kapitalizmini daha az yıkıcı ve daha az baskıcı kılıp, insanların mutlu bir hayat sürmesi için duydukları gereksinimlere odaklanacak bir sistem haline getirmek için neyi değiştirirdiniz?” William Greider imzalı yazıda şöyle deniyor: Mevcut iki partili sistemde, partiler sorunlara çözüm bulmaktan uzak. kisi de dar görüşlü bir şekilde ağız dalaşına giriyor ama ekonomik kriz hakkında doğruları ortaya koymuyor. Cumhuriyetçiler, küçük devlet fikrine karşı inanılmaz bir nostalji içinde kaybolmuş. Demokratlar ise, yanlış giden her şeyin düzenlemelerle yola koyulacağı konusunda ısrarlı; ama yıkıcı felaketin asıl nedeninin, düzenlemelerdeki başarısızlık olduğunu görmezden geliyorlar. Bu durumda kontrolsüz kapitalizmin neden olduğu düşen ücretler, artan işsiz sayısı, dış ticaret açığı, dış borç, derinleşen eşitsizlik ve orta sınıfın yok oluşu, vb. sorunlar devam ederse bunlara nasıl çözüm bulunacak? D “Derin bir yapısal bir değişim gerekiyor” diyor dergi. ş dünyasını ve finans sektörünü kuralları değiştirmeye ve karar alımında daha demokratik olmaya zorlayacak, kazanımların daha dürüstçe dağıtılmasını sağlayacak reformlar yapılmalı tespitinde bulunuyor. B “Bunun gereği de, büyük olması şart değilse de güçlü hükümettir” diyerek noktayı koyuyor. Dergideki en ilginç yazılardan birisi hukuk profesörü ve politikacı Jamie Raskin’e ait. “The Rise of Benefit Corporations” adlı makalesinde “fayda şirketleri” diyebileceğimiz yeni bir şirket modelini ve bununla ilgili yasayı anlatıyor. Nisan 2010’da ilk kez Maryland’de, sonra Vermont, New Jersey ve Virginia’da kabul edilen bu yasa, şirketlere kâr ederken aynı anda “toplum ve çevre adına olumlu bir katkı yapma” yolunu açıyor. Örneğin bir dereyi temizlemek, yoksullar için düşük maliyetli ev yapmak, hayvanlar için barınak sağlamak, vb. Benefit Corporation (BC) olmayı kabul eden bir şirket, faaliyetini sürdürürken hissedârlarına gösterdiği saygıyı çalışanlarına, müşterilerine ve çevreye de göstermek durumunda. Bunu denetleyen, içinde ülke çapında 400’den fazla organizasyonun yer aldığı B Lab adlı kâr amacı gütmeyen birlik. Bir şirket kuralları çiğnediği görülürse, BC unvanını kaybediyor. Bir kadın gezgin Plaza de Mayo anneleri. çok tek başıma sokaklarda dolaşmamaya dikkat ettim. Bilgisayarımı ve fotoğraf makinemi korumaya çalıştım. Kaldığım hostellerde bavulumu devamlı kilitli tuttum. Yine de hırsızlıklar oldu. Peru’da belediye tarafında işletilen kaplıcaların kasasına eşyalarımı koydum, ama çantamdan 100 TL kadar çalındı. Yaygara yaptım tabii. Muhteşem spanyolcamla belediyedeki yetkililere, polise durumu anlattım, bütün günüm yandı, ama sonuç sıfır. Ancak bu yolculukta epey bir şey kaybettiğimden artık böyle şeyler için canımı sıkmamayı öğrendim. Kentlerin turistlere gösterilen dışındaki yüzünü ne ölçüde görebiliyorsun, nüfuz edebiliyorsun? Gezinin en eğlenceli, anlamlı yani bu zaten. Mesela pek çok srailli gençle tanışıp tartıştım. Gezginlerin kurduğu benim bildiğim iki gönüllü grup var. Couchserving ve hospitalityclup. Bu gruplara üye olursanız geziniz sırasında sizi misafir edecek kişiler bulabiliyorsunuz. Böylece o kültürü daha yakından tanıma imkânınız oluyor. Siz de imkânınız varsa evinizde gezginleri misafir ediyor, dayanışmaya katılıyorsunuz. Gezide zaman zaman bu sitelerden tanıştığım insanların evlerinde kaldım. Bu da çok keyifliydi. Kitaplarda olmayan lokal yerleri ziyaret etme, o insanların hayatlarını paylaşma, ülkenin durumu hakkında tartışma gibi olanaklarım oldu. Gördüğün, gezdiğin “en” ilginç, etkileyici kentler nereler senin için? Buralarda etkileyici olan neydi? K ü “Kentler” demeyelim de “ülkeler” diyelim istersen. Yemen, Moğolistan ve Myanmar. Yemen kara çarşaflı kadınları, cembiyeli ve Kalaşnikoflu erkekleri, ortaçağdan kalma binaları ile Myanmar inanılmaz tapınakları ve değişik yaşam tarzlı halkıyla, Moğolistan ise uçsuz bucaksız bozkırları ve bu bozkırda yaz kış çadırlarda yaşayan halkıyla gerçekten çok ilginç ve bana göre görülmesi gereken yerler. Gezgin olmak için çok para gerekiyor mu? Eğer fazla lüks merakın yoksa Türkiye’de KÖSE harcayacağın miktarın biraz üzerinde bir para ile çok rahat gezebilirsin. Hele Bolivya, Vietnam gibi ülkelerde çok daha ucuza gezebilirsin. Nobelli Llosa’nın balkon konuşmasına da tanık olmuşsun. Llosa Perulu bir yazar ve Peruluların övünç kaynağı. Ona Bizim Orhan Pamuk’a davrandığımız gibi davranmıyorlar. Llosa Arequipa’ya geldi diye bütün okullar tatil ediliyor. Bandoları ve flamalarıyla onu karşılayıp selamlıyorlar. Bütün yöneticiler ve halk onu sevinçle karşılıyor. Lima’da oturduğu sokağa adını veriyorlar. Sıradaki hayalin ne? Nerelere yol görünüyor? Evet, bir hayalim daha var. Bir yelkenli alıp keyfini çıkarmak. Bunun için de amatör denizcilik sertifikamı aldım. Geriye bir atla üç nal kaldı yani... G Nergiz Savran Ovacık “turist” olmayı bırakıp gezmeye karar verdiğinde kendini neyin beklediğini bilmiyordu. Emin olduğu tek şey, artık sırt çantasıyla kendini yollara vurma hayalini erteleyemeyeceğiydi. Latin Amerika’da tek başına bir ay geçirdi; Arjantinli annelerle slogan attı, Nobel ödüllü Llosa'nın konuşmasını dinledi ve... ergiz Savran Ovacık için pek çok tanımlama cümlesi var; ODTÜ’lü, 68’li, feminist, savaş karşıtı, çevreci... Ve gezgin... Endüstri mühendisi olarak uzun ve aktif bir iş yaşamının ardından emekli olunca kendini tamamen yollara vurdu Savran Ovacık. Bugüne dek 45 ülkeye gitti. Son olarak da üç ay Bolivya, Peru, Şili, Arjantin’i tek başına gezdi. Hostellerde hiç tanımadığı insanlarla kaldı; zaman zaman Koreli, Meksikalı, Hollandalı, Arajantinli, Avusturalyalı yol arkadaşları oldu. Çölleri, kumulları, okyanusları, yüzen adaları, kanyonları, nka tapınaklarını gezdi; sokaklarda dans etti, Buenos Aires’te beyaz başörtülü annelerle beraber slogan attı, geçtiğimiz yıl Nobel edebiyat ödülü alan Mario Vargas Llosa’nın konuşmasını dinledi. Gezi boyunca bir blog oluşturarak ( c http://nergizovacik.blogspot.com) dostları için “canlı yayın” da yaptı. Yollara düşmenin temel nedeni ne? Benim için seyahat etmek farklı kültürleri tanımak ve anlamak demek. Bu arada tabi ki oralarda özel turistik yerleri de geziyorum. Bence hayaller çok önemli. Benim de sırt çantamı alıp altı ay Latin Amerika’yı gezmek yıllardır hayalim olmuştu. Bir gün TÜREY fark ettim ki bu hayalimi gereksiz bir şekilde erteliyorum. Bu fark edişte son zamanlarda kaybettiğim sevdiklerimin etkisi oldu. spanyolca derslerimi tamamlamadan yola çıktım. Peki bir şirket serbestçe kâr odaklı çalışmak varken neden böyle bir yükümlülük altına girsin? BC olunca, müşterilere, çalışanlara ve tüketicilere çalışma etiğiniz hakkında bir mesaj vermiş oluyorsunuz. Raskin’e göre burada anahtar, sorumlu ticaret için artan tüketici talebi. Yasanın şirketler açısından BC olmayı cazip kılan bir özelliği daha var. Hissedârlar, kârı her şeyin üstüne koymadığı gerekçesiyle şirkete dava açamıyor. Bu tehditten kurtulan şirketlerin, kâr maksimizasyonuna odaklanan vahşi modelden uzaklaşacağını düşünüyor Raskin. Tartışmaya değer olsa da, yeni bir model aracılığıyla pazar ekonomisini sürdürmeyi amaçlayan bir yol bu. Haftaya bu konuya yaklaşımına katıldığım bir başka bilim insanının görüşünü değerlendireceğim. www.zulalkalkandelen.com / [email protected] N kinci Yarısı ürkiye’de 2010 nüfus sayımına göre yaşamının ikinci yarısına gelen, yani 3539 yaş aralığında bulunanların sayısı 5.566.117. Nüfusun yüzde 40’ını 35 yaş sonrası oluşturuyor. Avrupa’da bazı ülkelerde ortalama yaş 45’e dayanırken, Türkiye’de 28. Türkiye’de ortalama yaşın 40 olması için yaşam düzeyinin yükselmesi gerekiyor, bunun içinse 2050 yılını beklememiz gerekiyor. Niceliksel veriler ülkenin demografik yapısını anlamak açısından kuşkusuz çok önemli, ama iş niteliksel değerlere geldiğinde tıkanıp kalıyoruz. Yaşam bir sanat gibi, ilmik ilmik dokunuyor, bazen sökesöke, bazen ter dökedöke anlamlar yaratarak geçiyor. Hele kadınsanız, ortalamanın üstünde ve bekâr, kişiliğinizi geliştirmeye, değerlerinizi korumaya özen gösteriyor ve sessiz olmayı bilmiyorsanız, işiniz zor. Ortalama yaşın en iyi yanı zorluklarla başa çıkmayı öğrenmiş olmanız. Doğanın kadına en büyük öğretisi gruplaşma yeteneği sayesinde deneyim paylaşımında bulunur, benim yaptığım gibi Ece Temelkuran’ın kapısını EBRU çalarsınız. Demografik kalıplardan çıkıp, gerçek yaşamı sorgular, özellikle de GÜZEL ikinci yarıda evde pişirilen şu tek kişilik çayların tadını merak edersiniz? “Yeşil çay mı o” diye soruyorum? Hınzır bir çocuk gibi gülümseyerek, “Nefret ederim” diyor, “Bu tek kişilik yaşam kişisel olarak çok tercih ettiğim bir şey değil, biraz kişiliğim, biraz da seçtiğim hayatla ilgili”. Avrupa ölçütlerine göre genç kız, Türkiye için ortalama yaşı geçen Ece (öyle sizlibizli konuşmadan hiç hoşlanmıyor) bu yaş ve evlilik baskısından şikâyetçi. “Nasılsın”ın, “hayatında kim var” ya da “ilişkin nasıl gidiyor” anlamına gelmesine içerliyor. “Bu işler böyle değildi. 90’larda daha öncü, daha devrimci, daha sıra dışı kadınları örnek aldık. Aleksandra Kollontay’ı, Rosa Luksemburg’u… Ondan sonra, bir anda hooop Sex&City!” diyor. Yaşam amacının birinci sırasına erkekleri, estetik zevkleri, eğlenceli ve ışıltılı ne varsa onu koyan ve özgürlüğün neredeyse tek yolunu sekse bağlayan kadınlar! Ece sözleriyle düşüncemi bölüyor “Yalnız kalmak bu toplumlarda mutsuz T olduğunuzun tasdiki haline geldi. Galiba kadınlar, yalnızım, ama mutluyum dedikleri gün işler dengelenecek”. Ece Temelkuran, Cahit Sıtkı’nın ismi lazım değil şiiri ve ortalama ömrün 73 olmasından dolayı dikkat kesildiği bir yaş döngüsünü, kinci Yarısı adını verdiği kitabında didik didik ediyor. “Gençlik de geçer, güzellik de, sonunda iyiyse eğer hikâye kalır. Hikâyeler aslında etlerimiz gevşedikçe güzelleşir” diye yazıyor. Hikâyenin ne olduğunu soruyorum. Önce, kadınların güvence arayışından bahsediyor. Böyle bir yaşamın sığ, hikâyelerle dolu bir ömrün zengin olduğunu vurguluyor. “Kendini daha önce hiç görmediğin koşullarda görmek, oralarda var olabilmek ve bunu bir macera haline dönüştürmek! Benim için yaşamak bu! Aman bir evleneyim, aman bir çocuğum, bir kariyerim olsun, şuyum da olsun, buyum da telaşı! Eee?” Okuyucuya seslenir gibi soruyor: “Diyelim ki oldu, 45 yaşında ne yapacaksın? Çocuk dediğin şey zaten 15 yıl sonra gidiyor! 15 yıl sonra benim kadar yalnız olacaksın sen de! O zaman için bir planın var mı?” 5055 yaşlarını özgürleştirmek, güzelleştirmek biz kadınların elinde değil miydi? Hani büyücüydük, 10 parmağında 10 marifet, fındıkkıran, çetin cevizlerdik? Sırasıyla beynimizin, bahçemizin, cebimizin içini dolduramaz mıydık? Görünüş saplantısından kurtulup, okuyup/okutup, yeteneklerini keşfederek ve korkmadan gitmeyi deneyimleyerek! Ece’nin dediği gibi oturma odalarının kasveti içinde ölmeden, ikiyüzlü kadınlara dönüşmeden, değil annesinin bütün sözlerinden çıkmış, vişneyle votkadan içki yapmasını bilen kadınlar olamaz mıydık? Ece, 5055 yaşların bir kadın için “Muhtemelen hayatla dalga geçmeye başlandığı, artık ne erkeğe, ne birisine ihtiyaç kalmadığı, beklentilerle bağların koparıldığı hoş yaşlar olduğunu” düşünüyor ve “Nuray Mert ile konuş, çok iyi anlatır” diyordu. Düşüncemde yaşam öyküsünün “ece”si olmayı başarmış, samimi bir delikanlıkadından, çetin ceviz “mert” bir kadına giderken, toplumsal rollerin kurgulanışındaki saçmalığa koca bir nanik yapıyorum. Cesaret, ne sadece erkeklere, ne de bu iki kadına özel. Hiç olmazsa ismimizin anlamına yaraşır gibi yaşıyor muyuz, bir ona, bir de durup kinci Yarısı’na bakalım. Çayınızı nasıl alırdınız?G [email protected] YOLDA OLMANIN BÜYÜSÜ... Ne zaman “turist” olmaktan “gezgin” olmaya geçtin? 1999’da fotoğraf evinin düzenlediği Özcan Yurdalan’nın rehberliğinde Sarı otobüsle beş haftalık stanbul Nepal gezimden sonra... Ondan sonra küçük gruplarla kendi gezi programımızı yaparak gezmeye gayret ettim. Tek başıma yaptığım en uzun gezi bu son Latin Amerika gezimdi. “68’li, feminist, savaş karşıtı, çevreci” sıfatlarına bir de i “gezgin”i ekledin. Bu sıfatları taşıyan bir kadın dünyayı gezerken diğer turistlerden, gezginlerden farklı olarak özellikle neleri algılıyor, nerelere takılıyor? Sanırım gezdiğim yerlerde klasik müzeler ve binalardan çok orada bana anlamlı gelen insanlarla ilgilenmek ve zaman geçirmek daha önemli oluyor. Örneğin Buenos Aires’te vaktim sınırlı olmasına rağmen bizim Cumartesi Anneleri’nin ilham kaynağı olan beyaz başörtülü annelerin yani Plaza da Mayo annelerinin gösterisine gitmek ya da piknik davetine katılmak için kalma süreni uzatmak, Neruda’nın evini ziyaret etmek için yolunu değiştirmek, o bölgedeki kadınlara, sosyalistlere dair bilgileri edinmek... Tarih yazan Plaza de Mayo annelerini artık onlara anneanne demek gerekiyor görmek için programımı bir hafta D uzattım. Annelerin “Dikkat dikkat kaybolanların idealleri hâlâ yaşıyor” diye sloganlarının meydana gelen diğer kişilerce M “Meydanın anneleri halk sizi kucaklıyor” diye yanıtlanmasını dinlemek etkileyiciydi. Bazıları torunlarının kollarında yürüyorlar. Annelerle meydanın etrafında dönüp slogan atarken, bir sulu gözlü olarak bol bol ağladım. Bu seyahatte sana en çarpıcı, etkileyici gelen ne oldu? Beni en fazla etkileyenlerden biri bu ülkelerdeki diktatörlerin hemen hepsinin cezalandırılıp yaşlarına bakılmadan hapise atılmış olmaları. kincisi de spanyollar 16. yüzyıldan itibaren Latin Amerika’yı işgal ettiklerinde, yerli halkı zorla hristiyan yapıp, şehir meydanlarına kocaman Kiliseler inşa ediyor, siyah sa ve ana altara nka ve Maya’ların pachamama dedikleri toprak anayı anımsatan Meryem heykelleri koysalarda aradan geçen yıllara rağmen halkın eski gelenek ve ritüellerini unutmayıp sürdürmesi. Yeni bir ofis açarken şahit olduğum seramoni, karnaval şenlikleri gibi La Paz’daki büyücüler çarşısı da bunun en güzel örneği. Yalnız bir kadın olarak seyahat etmek zor değil mi? Güney Amerika gezisinde seni ürküten, tedirgin eden şeyler oldu mu? Bu kadar uzun bir geziyi ilk defa tek başıma yaptım. Benden önce iki kadın arkadaşımın –benden çok genç olsa da benzer geziyi yapmış olmaları beni cesaretlendirdi. Açıkçası yolda tanıştığım arkadaşlarımın yaş ortalaması 25’i geçmedi ama çok iyi dostlar edindim. Pek çok hırsızlık olayı dinlediğimden geceleri C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle