01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 29 MAYIS 2011 / SAYI 1314 Herkesin korktuğu şeyi ben yaparım ZUHAL AYTOLUN ahide Gördüm, Adını Feriha Koydum dizisiyle adından söz ettiriyor. Vizyondaki filmi Zefir’den sonra, önümüzdeki süreçte de Ayhan Hanım filmiyle seyirciyle buluşacak. Ben de bu yüzden iki ay önce niyetlendim Gördüm’le röportaj yapmaya. ki ay boyunca da her hafta konuştuk, bir türlü zaman yaratamadı. Çünkü haftanın üç günü Adını Feriha Koydum dizisinin setine, dört günü Eskişehir’de çekimleri süren Levent Semerci’nin çektiği Ayhan Hanım filmine, arada da Akademi 35.5’a koşuyordu. Nasıl bir motivasyonla bu kadar çok şeye yetişebildiğini sordum buluşur buluşmaz. “Sevmek” dedi, “Oyunculuğu çok seviyorum. Asıl oynamazsam düşerim.” Gördüm, daha çok televizyon dizileriyle tanındı. Oysa sinema ve tiyatroda daha büyük emeği olduğu bir gerçek. Duruşu sağlam, dik, hatta kimi zaman da sert göründüğü söylenebilir. Ancak oldukça naif ve çekingen. Röportaja da bir hemşerisi olarak Karşıyakalı olmaktan bahsederek başlamak istedim. Ancak çok da bilmediğimiz bir aile hikâyesi çıktı ortaya. şte anlattıkları... zmir Karşıyakalısınız. Peki Karşıyaka günlerine dair neler hatırlıyorsunuz? Aslında Alsancak doğumluyum. Ortaokuldayken Karşıyaka’ya taşındık. Annem, rahatsızdı, uzun yıllar göremedik onu. Yıllar sonra geri geldi hayatımıza. Karşıyaka’ya geçtiğimiz dönem, onun gelişiyle birlikte daha da güzelleşti. Ama ben her zaman Karşıyakalı görmüşümdür kendimi. Nasıl bir çocukluktu? Sokakta büyüdüm. Babam kamyoncuydu, yakın şehirlere gider gelir buğday taşırdı. Babamı çok az görürdük abimle, bizi de zaten babaannem büyüttü. Babam az konuşan bir adamdı ama sanatçı ruhluydu, sesi çok güzeldi. Her geldiğinde bizi sinemaya götürürdü. Her filmi seyretmişizdir. Yokluk ve zorluk çektiniz mi? Kamyon şoförü çocuğu olmamıza ve eve tek maaş girmesine rağmen biz yokluğu fark etmedik. Çünkü çevremizdeki insanlar da bizim gibiydi. Şimdi yetişen nesile bakıyorum, herkesin bir marka tutkusu var. Oysa biz aile büyüklerimizin ördüğü ceketle kışı geçirir, biri yazlık biri kışlık olmak üzere iki ayakkabıya sahip olurduk sadece. Babaannem ise olağanüstü bir kadındı. Biriktirdiği paralarla yaz tatili geldiğinde bize dergi ve kitap alırdı. Komşuya gittiğimizde de onları okurduk, öyle yaramazlık yapmak, evi kurcalamak yoktu. Babaanne oldukça disiplinli yetiştirmiş sizi o zaman? Disiplinli ve öngörülü bir kadındı. Yetenekli ve zekiydi de. Eşi kendisinden çok büyükmüş, erken ADNAN B NYAZAR Duyarlık Körleşmesi “Duyarlık Körleşmesi”, Emin Özdemir’in bu günlerde Bilgi Yayınları arasında çıkan Yüzler ve Sözcükler adlı kitabındaki bir yazının başlığı. Özdemir, öğrencilere yönelik bir konuşmasını Behçet Necatigil’in “Gizli Sevda” şiirinin “Mesutmuş, kocasını seviyormuş,/Kendilerininmiş evleri./ Bir suçlu gibi ezik./Sana selam söyledi.” dizeleriyle renklendirirken bir öğrenci, arkalardan “Benden de selam söyle, benden de!” diye bağırır. Ardından öğrencilerin bu densiz espriye gülmeleri... Duyarlık körleşmesine bundan iyi örnek gösterilemez. Hem de yalnızca bir kişiye özgü değil, topluluk bağlamında da... Kötü bir olay, içeriksiz anlatı, düzeysizlik, ahlaksızlık, erdemsizlik toplulukça da alkışlandı mı bilin ki orada yalnızca duygu körleşmesinden söz edilemez; ortalığı kişilik çürümesinin iğrenç kokusu da sarmıştır. Toplum içinde gözün, güzelliği görmediği, burnun çürümüşlük kokusu almadığı bilinçsizlik ortamı böylece doğuyor. Özdemir, tanıyı koyuyor: “Körleşmenin, dilsel, düşünsel, düşsel, duygusal gibi bin bir değişik türü var. Benim (...) değindiklerim, dilsizleştirme, beyne korkunun kilidini vurma, sorma, sorgulama gücünü öldürme gibi etkenlerin ürünü...” Kitapların az okunması, düzeyli sanat ürünlerine toplumun kör bakması duyarlık eğitiminden geçmeyişimizin göstergesidir. Bu sütunlarda birkaç hafta önce yazdığım bir yazıda, uğraşı alanı arayan çok kişinin resim yapmaya kalktığı, eline fırçayı alıp tuval boyayanın kendini ressam sandığına değinerek şu yargıya varmıştım: “Sanatta mucize yoktur. Yapılan işe bir ‘yaşam’ adanacak kadar emek verilmiyorsa, elbette ortaya bir şeyler çıkar ama o hiçbir zaman ‘sanat’ olmaz.” Amerika’da sanat eğitimi gören Eda Soylu’nun içerikli iletisi konuya bu yönden ışık tutuyor: “Rhode Island School of Design’da güzel sanatlar okuyan bir üniversite öğrencisiyim. Annemin biriktirip bana yolladığı Cumhuriyet’leri okurken Mustafa Ayaz’la ilgili pazar yazınız ilgimi çekti. Ne yazık ki, dediğiniz gibi, eline fırça alan herkes kendini sanatçı sanıyor. Öyle bir hale geldi ki sanat dünyası, “Contemporary Art” (çağdaş sanat) bahanesine sığınarak, yapılan her şeyin; yere atılan kâğıt parçasının, koltuğun, duvardaki noktanın, saçma sapan, kişiye sanatçı kimliği kazandırmayacak her şeyin benimsendiği bir çağda yaşıyoruz. Laf, ürettikleri işlerle kendilerini yansıtamayanların kaçış sığınağıdır; kimileri, ortaya iyi şeyler koyma zahmetine katlanmak yerine, saatlerce üzerinde uğraştıkları sözde “sanat eseri” hakkında boşuna konuşmaktan sanki haz duyuyor. Kimileri de yaptığı işin bilincine varmadan, kendine ‘ben kimim’ diye sorma gereğini duymadan, okumaya, sanat eserlerini izlemeye vakit ayırmadan, boş konuşmayı yeğliyor. Onlar, sanatsal üretimi kolay bir edim sanarak, sanatın ve sanatçının en büyük gereksinimi olan kültür harmanından uzak yaşıyorlar.” Özdemir, “Körleşme sayrılığına yakalananlar ‘hiçbir ahlaksal değer’ tanımazlar,” diyor, ardından şu soruyu yöneltiyor: “Peki, kurtulur muyuz böylesi bir körleşme illetinden? ‘Gördüğü halde görmeyen körler’ konumundan çıkarabilir miyiz insanımızı?” Biz susalım, sorunun yanıtını Saramago versin: “Neden kör olduk? Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir gün keşfedilebilir. Ne düşündüğümü söylememi ister misiniz? Söyle. Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum. Biz zaten kördük. Gören körler mi? Gördüğü halde görmeyen körler...” Bu tanının özüne varmak mı istiyorsunuz? Okuyun Yüzler ve Sözcükler’i... G [email protected] V olurdum. Hevesimi o dönemden hatırlarım. Ama oyunculuk değil, iktisat okudunuz. Bu altın bilezik miydi sizin için? Oyunculuk için çok cesaret gerekiyordu. Zor günlerdi. Bunu yapacağım diyemezdim, lüks gibi geliyordu. Şimdi, nereden nereye diyor musunuz? Evet. Ama daha çok şu şekilde; evlendikten sonra Ankara Sanat Tiyatrosu’na geçişim, sözü olan devrimci, ilerici bir tiyatroda yer almamdan sonra bir rüzgârla televizyonda ünlü olacağım aklımın ucundan geçmezdi. Nasıl? Televizyon dizilerini hiç mi düşünmemiştiniz? Hiç istememiştim aslında. Altan Erkekli’nin ısrarını kıramayacağım için Bir stanbul Masalı dizisini kabul ettim. Aslında çok utangaç ve çekingen biriyimdir. Annesizliğin verdiği özgüven eksikliği de var. Ama iş sahne ve performans olunca yırtıyorum ortalığı. Televizyona gelince, denedim, sonrası geldi. Kader işte. Şimdilerde oyunculuğunuzun nasıl bir Adını Feriha Koydum, dönemindesiniz? Olgunluk dönemindeyim. Çok olgun Zefir, Ayhan Hanım... hissediyorum kişiliğimi de, oyunculuğumu da. Vahide Gördüm, Kızımın büyümesi de etkiledi tabii, 17 yaşında. bugünlerde setten sete Bunları görünce artık kendime ait heveslerimin, duygularımın aileme dönmeye başladığını fark koşuyor. Bu üretimden ettim. Her türlü dileğimi kızımla paylaşıp fikrini besleniyor ve motive alıyorum. Meslekte de artık yaptığım her şeyin oluyor. Zaten onu, dikkate alındığını fark ediyorum. Diğer yandan da yaş ilerliyor. Türkiye’de televizyonu hep konuşulur ya, belli yaştan sonra hep aynı kahvehanede izlediği roller gelir diye. Bu sistem sizi korkutuyor mu? çocukluk günlerinden Hayır, korkutmuyor. Çünkü ben girdiğimden beri anne oynuyorum. Kimse bana hadi sevgiliyi, bugünlere getiren de hadi kötü kadını oyna demiyor. Ama bundan da çalışkanlığı ve mutsuz değilim. kararlılığı. “Hayal Bu rollerin üzerinize yapıştığını düşünüyor musunuz? etmeyi sevmiyorum, Tiyatroda seyrettiyse hayatta hedeflerim insanlar beni, üzerime vardır. Gideceğim, yapışmadığını görmüşlerdir. O yüzden korkmuyorum. dedim mi de o yola Ayrıca ben yaşlanmayı giderim.” olağan bulduğum gibi, yaşlanmayı da heyecanla bekliyorum. O olgunlukla sevmiyorum ben, hedeflerim vardır hayatta. biriktirdiklerimi gösterebileceğimi Gideceğim, dedim mi giderim, pembe panjurlar düşünüyorum. Bir de zmir’e geri dönme olmaz. Buna yöneldim. Risk almayı severim belki o niyetiniz var. Peki tam da yüzden hayal kurmam. Herkesin korktuğu şeyi ben olgunluk döneminde böyle bir yaparım. Kolay bir karar olmasa gerek o dönem için. dönüşü neden planlıyorsunuz? Çocukluğumuzda televizyonu kahvehanede O, yalnızca stanbul’dan seyrederdik. Sonra da abimle sokakta, televizyonda gitmek üzere yapılan bir plan. gördüklerimizi taklit etme oyunumuz başladı. En stanbul çok yoruyor, üzüyor. başarılı bendim çünkü ya Biraz uzaklaşıp sinema ve tiyatro yönetmen ya başrol yapacağım. G yaşta kaybetmiş. Babam da çok az görmüş zaten, öksüz kalmış. Yunanistan’dan Türkiye’ye göçtüklerinde kolaylıkla iş bulamadığını ve çok yokluk çektiğini anlatır babaannem. Evlere gidip temizlik yaparmış. Hatta bunu ilk kez söylüyorum, ramazanda kadınların bulunduğu yerlerde, taklitler yapar, şarkılar söyler, para kazanırmış. Babaannemin bu cesareti bana her zaman örnek olmuştur. Siz ailenizden hangi özelliklerinizi aldınız? Sanırım hepsinin bir toplamıyım. Annemle babam ezilmiş, öksüz büyümüş insanlar. Sanata ilgileri olmasına rağmen, hayatla savaşırken sanata dair çabaları olamamış. Ben galiba onların öcünü aldım hayattan. Bunu da başararak yaptım. Belki amiyane bir tabir ama, yırtarak yaptım. Bu arada, babaanneniz ve babanız müzikle bu kadar ilgiliyken siz nasıl müziğe değil de oyunculuğa yöneldiniz? çimde hep oyunculuk vardı. Hayal etmeyi OYNAMAZSAM MUTLU OLAMAM Ailenizden çokca konuştuk, konu hep oraya geldi. Ailenizin hikâyesini yazmayı düşünür müsünüz? Evet, ben de farkındayım. Her söylemimde ailem var. Bu, galiba vakitsiz kaybetmenin ve yalnız kalmanın, kimsesizliğin getirdiği bir şey. Belki yazarım hikâyemizi ama hangi birini öne çıkarabilirim, nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Nedir hayata dair kendinize düstur edindiğiniz cümle? Çocukluğumdan beri hep söylediğim bir şey var: Düşsen de ayağa kalk, üstünü başını temizle ve yoluna devam et. Geriye dönmelerin pek bir yararını görmedim çünkü. Hedefimi seçerek o yolda yürürüm. Hiçbir şeyden korkmam. Risk almak bana yarıyor. Peki bir yanda okul, diğer yanda dizi seti, şehir dışında film çekimleri... Bu yoğunluğa nasıl yetişebiliyorsunuz? Çünkü ben bu işi çok seviyorum. En ufak rolü bile köpürtmeye, çoğaltmaya çalışan biriyim. Eğer oynamazsam mutlu olamam. Şimdilerde bana emanet edilmiş roller var, hakkını vermeliyim. Durursam düşerim, böyle olunca hastalık da düşünmüyorum, yaşlanmıyorum da. G C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle