Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 3 N SAN 2011 / SAYI 1306 Bir marka: Parkalinç Parkalinç işinizle ilgili nasıl bir çalışma yaptınız? Bütün çalışmalarımda “bir şey yapacaksan öznesine git” tavrı var. Ters Yön Şirketi’ni kurup parkalinçi marka olarak piyasaya sürmek için ciddi olarak şirket yöneticileri, pazarlamacı ve reklamcılarla çalıştım. Dört ay sürdü. Pazar araştırması yaplıldı. “Transseksüel, Dersimli, Alevi, Kürt, Cumartesi Anneleri gibi tüm aktivist özellikleri hedef kitle olarak yorumlasak ve üretim öncesi mekanizma içine soksak nasıl olur” diye düşündük. Bir tarafta insani bir sürü öznellik, diğer tarafta bunun nasıl metalaşabileceğini tartışan bir güruh. Bunun nerede çatışabileceğini nerede uyuşabileceğini görmekti amaç. “We Will Win” işi 2008’de başlamıştı, geçen yıl Taipei’ye döndüğünüzde nasıl bir çalışma yaptınız? Kendi yaptığım işleri sorgulamaya başlamıştım. Geçen yıl teklif küratörlerden geldi. Ben de kendi işim üzerinden bir şey yapmak istiyordum. Bir anket fikri oluştu. lk başta genel sanat fikrini soruyorum. Sanat eleştirel olmalı mı, siyasal gruplarla işbirliği yapmalı mı gibi sorular. Sonra işi gösteriyorum. ş üstünden ilk bölümle bağlantılı sorular soruyorum. Böyle bir anketle kendi işimi test ettim. G ZÜLAL KALKANDELEN Bomba çok pilotlu uçaktan atılırsa I rak Savaşı sırasında Amerika’da B tartışılan bir soru vardı: “Bir bomba pilotsuz uçaktan atılırsa, o bombanın etkisiyle sona eren hayatlardan daha mı az sorumlu olunur?” Amerikalı askerlerden bir kısmının, üzerinde uçtukları yabancı topraklara bıraktıkları bombaların yarattığı ölümlerin etkisiyle psikolojik bozukluk yaşadığı söyleniyordu. Bazı uzmanlar çözüm olarak pilotsuz uçakları savununca bu soru tartışılmıştı. Kanımca o soruya verilecek en iyi B yanıt da yine bir soruydu: “Bomba yüklü uçaklar kendi kendine mi harekete geçiyor? Hareketi sağlayan düğmeye kim basıyor?” *** Libya’ya düzenlenen uluslararası operasyon, aklıma bu tartışmayı getirdi. Bugünlerde Amerika’da iki görüş hâkim. Birisi diyor ki Obama, Bush’tan farklıdır; çünkü Bush, uluslararası toplumu ve hukuku dikkate almadan, herkese meydan okuyarak, tam bir kovboy politikası izledi. Obama ise, Libya’ya düzenlenen askeri müdahalenin başını çekse de, bunu bir uluslararası koalisyona mal etmeyi ve sonunda bir NATO operasyonuna çevirmeyi başardı. Diğer görüşe göreyse, Bush’un temsil ettiği neocon’lar ile Obama’nın temsil ettiği liberal müdahaleciler arasında tek fark, Obama’nın uluslararası toplumla işbirliği yapması. Ancak sonuç olarak, Obama’ya Beyaz Saray’da akıl veren liberal müdahaleciler de, Amerikan emperyalizminin çıkarları söz konusu olduğunda, sahip olduğu devasa askeri güçle istediği yere müdahale edebileceğini düşünüyor. *** şte tam bu noktada ben soruyorum: Emperyalist bir müdahaleyi kabul edilebilir kılan şey, uluslararası onay mıdır? Çeşitli ülkeler de kendi çıkarlarını düşünerek o müdahaleye ortak olursa, yani çok sayıda karar verici olursa, ana pilotun kimliği ve asıl amacı gizlenebilir mi? Bunlar haklı sorulardır. Sekiz yıl geriye gidecek olursak, Bush’un Irak’ı işgal için gerekçe gösterdiği argümanların aynısını bugün Obama’nın kullandığını görüyoruz. I Ne demişti Bush? “Irak’ta kitle imha silahları var!” Sonra baktılar ki olmadığı anlaşıldı; hemen yeni bir senaryo K yazdı. “Kendi halkına karşı zalimce davranan bir diktatörden kurtulmak zorundayız” dedi; “Bölgenin istikrarı B açısından bu yapılmalı” dedi. Aynılarını Obama da söyledi. Onun ilk aşamada kullanacağı kitle imha silahları bahanesi yoktu ama o da dedi E ki: “Eğer kontrol altına alınmazsa, Kaddafi’nin kendi halkına karşı zulüm uygulayacağına inanmak için her türlü nedenimiz var.” *** Şimdi birileri çıkmış, Libya’daki B operasyona destek verirken “Ben diktatörleri sevmem. Onun için bu müdahale doğrudur” diyor. Biz de hiç sevmeyiz. Kuşkusuz demokrasiden ve özgürlükten yana olan herkes, çok uzun yıllardır süren bu baskıcı yönetimlerin sona ermesinden yana. Ama uluslararası toplum bu tür müdahaleyi bir yöntem olarak benimserse, yarın öbür gün ülkenizde bir kargaşa çıktığında bombaların tepenize inmeyeceğinden emin olabilir misiniz? Saddam ve Kaddafi gibi diktatörleri koltuğundan etmek için halklarını bombalamaya gerek yok. Önce onlara silah satmaktan, karşılıklı ticaret yapmaktan vazgeçin! Ayrıca kimse kendisini kandırmasın; Batılı devletler Libya’ya kendi emperyal çıkarları için, petrol paylaşımı için müdahale etti. Bunun Irak işgalinden farkı ne? Gelecek günler ne gösterecek göreceğiz; bakalım Libya’daki pastadan kim en çok payı kapacak? G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com Burak Delier. Fotoğraf: VEDAT ARIK Fırlamalıktan uzak bir sergi DEN Z ÜLKÜTEK N “Kendinden memnun, kolayca metalaşabilen anarşist jestlerde bulunmaktansa, sanat üzerine deneysel araştırmalar yürütmenin daha anlamlı ve yıkıcı olabileceğinin ayırdına varıyorum.” Burak Delier’in Galeri Outlet’de 23 Nisan’a kadar görülebilecek sergisinin ismi. Çağdaş sanatta fırlamalık, yaratıcılık ve başka sıfatlarla tanımlanacak çekiciliğin kapitalizm tarafından çarkın içine sokulmasını sorguluyor. Bu yüzden “leb demeden leblebiyi” anlatan ruh halinden uzak bir ismi var. Üçe böldüğü sergi alanına Outlet çalışanlarının ofisini de katmış. Sanat ve iş dünyası arasındaki ayrımın belirsizleşmesinin bir canlandırması bu. Alt katta Parkalinç tasarımını bir ürün olarak piyasaya sürme hikâyesi belgesel olarak sunulmuş. Üs kattaysa 2008’de Taipei Bienali için yaptığı “We Will Win” işinin geri dönüşüyle ilgili bir anket çalışması yer alıyor. ş dünyası ve sanat arasında nasıl bir paralellik kurdunuz? lk başta yeni iş dünyasının önemli kısmında ağırlıklı olan şeyler; kendisine söyleneni yapan standart bir işçi olmaktan öte tamamen kendi kişiliğini işin içine yansıtan biri olmak. şçi tanımı değişiyor. şin duygusal emeğe doğru gitmesi Batı toplumuna özgü gözükse de biz burada da bunu yaşıyoruz. Kurulan mantık şu; günümüzde şirketlerin ve sermayenin sanatla bu kadar ilgilenmesinin sebebi sırf kendisine simgesel sermaye devşirmek ve sponsorlukla hayır işleyip bunu tekrar maddi sermaye olarak kendine döndürmek değil. Aslında sanatçıların çalışma biçimleri kapitalizm için çok ilham verici nitelikte. Bana kalırsa çarpıcı olan fark şu; eskiden fordist Kurumlar için sanata verilen önem sadece bir hayır işinden mi ibaret? Yoksa ilham aldıkları, öykündükleri birtakım şeyler de var mı? Yanıtı Burak Delier’in Galeri Outlet’teki sergisi veriyor... “Parkalinç” çalışması. estetize edilip egzotikleştirilmiş bir şey. Benzer bir sürü tavır da üretim modlarının bu tarafa ilerlemesiyle boşa çıkıyor. Zizek “haz al” diyor ya. Bu emri duymak en büyük hadım aslında. Artık haz alamazsın çünkü “haz al” diyen biri var. hlal etmen mümkün değil. Geldiğimiz noktada da sistem sanata “eleştir” diyor. Bunu dediğin andan itibaren çoğu siyasal tavrın sonuca ulaşması mümkün değil. Sanatın sorgulamasına yönelik nasıl bir değişim var? Mesela benim yaptığım bir adım geri çekilip “nasıl bir alandayız, nasıl üretiyoruz”a bakmak. çten bir bakış. Yaratıcılıktan uzak durmak da geri durmakla mı alakalı? Aynen öyle. Bütün niyetim buydu. “Havalı bir şey yapmak” karşısında daha ağır, fazla zaman geçireceğin bir sergi tasarladım. G iş zaman bölümlenmesinde, çalışma ve boş zaman ayrılmıştı. Postfordizm sonrası bu ayrımı kaybettik. Boş zaman işe, iş boş zamana yayıldı. Gördüğümüz biraz da karikatürize kısmı. Aslında beni ilgilendiren işte neyi kullandığın. şe alınırken, alınan şey ne? şi doğru düzgün yapan birisini değil kendini iyi pazarlayan birini alıyorlar. ş tanımı değiştiği için kendini satıyorsun. Bu etkileşimin sanata geri dönüşü nasıl oldu? Gördüğüm kadarıyla bir kriz durumu ortaya çıkıyor. Postfordizmle iş dünyasının sanattaki değerleri kendisine çekmesinde, reklamcılık moda gibi sektörlerin büyük sektörler haline gelmesi etken. Zarar şu oluyor. Sanat dünyasına ayağını basarak geliştirebileceğin bazı eleştirel tavırlar boşa çıkmaya başlıyor. lk aklıma gelen, fabrikadaki mekanik işe göre el işinin bir tavır olduğu söylenebilirdi. Ancak artık tamamen C M Y B C MY B