Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 N SAN 2011 / SAYI 1309 11 SELÇUK EREZ Dış siyaset aşamalarımız P rof. Tevfik Remzi Kazancıgil, “Eskiden çatal bıçak kullananları, umuru efrenciyyeye vâkıf (yani Fransız usullerini biliyor) diye Paris’e büyükelçi yollarlardı!” derdi. Aslında biz Fransa’ya da, başka ülkelere de kalıcı elçi yollamaya 18. yüzyılın sonunda, yani çok geç başladık. Yabancılar eskiden beri stanbul’da kalıcı elçi bulundurdukları halde biz neden böyle yapmışız? Çünkü o zamanki büyüklerimiz “Fransız, ngiliz vb. keferesinden öğreneceğimiz bir şey yoktur!” derlermiş de ondan. “Çöküş devri” diye andığımız devrin padişahları da ancak tahta başka birisi geçtiğinde yabancılara bunu duyurmak için heyet yollamakla yetinirlerdi. Rahmetli Büyükelçi Settar ksel’den dinlemiştim: 1757’de Üçüncü Osman’ın tahta çıktığının duyurulması için Şehdi Osman Efendi Rusya’ya yollanmış. Osman Efendi, heyetiyle Petersburg’a vardığında kendilerine yer gösterilmiş ve Kraliçe tarafından kabullerinde uygulanılacak protokol konusunda bilgi verilmiş. Kraliçe’ye doğru iki adım atacak, reverans yapacaksınız.. Ben kadın önünde eğilmem! Saray Nazırı, gidip bunu anlatınca Kraliçe Elizabet, “Aman eğilmesin, sadece iki adım atsın, getirdiği belgeyi versin yeter!” demiş. Haber, iletilince Osman Efendi, “Ben fermanı, kadın eline vermem!” diye tutturmuş. Kraliçe, Nazır’a, “Öyleyse sana versin de gitsin!” demiş. Tören saatinde Nazır, koşa koşa gelmiş, Kraliçe’ye, “Durun, durun, salona gelmeyin!” demiş. “Neden?” “Hepsi bahçeye indiler!”. “Git bak ne olmuş?” Bakmış, dönmüş. “Namaz saatı gelmişmiş!” Biz bunları Osman Efendi’nin padişaha verdiği rapordan öğrenmekteyiz... Osman Efendi bu resmi raporunda Rus Saray Nazırından “Veledi zina” olarak bahsetmektedir... Cumhuriyet devrinde biz Avrupa çapında, onların usul ve taktiklerini iyi bilen diplomatlar yetiştirdik ama bunlar maalesef Osman Efendi zamanındaki temsilcilerimiz gibi kefereyi öyle duman eden takımdan değillerdi. Bugün hamdolsun bu, “kefere karşısında ezilmeme” geleneğimizi sürdüren büyüklerimiz var ve memleketimiz konusunda Fransız olan yabancıların ağızlarının payını bir güzel vererek saygınlığımızın Avrupa Konseyi’nde de, yeryüzünün her yerinde de katlanarak artmasına vesile olmaktadırlar, G selcukerez@gmail.com Sarkis Baharoğlu Ermeni fotoğrafçıların gözünden stanbul ZUHAL AYTOLUN rmeni fotoğrafçıların bu coğrafyadaki etkisi çok fazla bilinmez. Şimdilerde en bilineni Ara Güler olsa da, daha gerilere gittiğimizde stüdyolarıyla bir döneme damga vurmuş isimlerle karşılaşırız. Abdullah Biraderler, Pascal Sebah, Mihran ranyan, Aşil Samancı ve Boğos Tarkulyan... Beyoğlu’ndaki Üç Horan Ermeni Kilisesi’nde açılan ve 8 Mayıs’a dek görülebilecek sergi de, bu anlamda hem bilinmeyenleri yansıtıyor, hem de farklı bir gözle stanbul’u anlatıyor. Sergide 37’si 19. yy’a ait 150’ye yakın fotoğraf yer alıyor. Günümüz kuşağını yansıtan fotoğraflarda Ani Çelik Arevyan, Garbis Özatay, Garo Miloşyan, Manuel Çıtak, Sarkis Baharoğlu, Silva Bingaz, Vasgen Değirmentaş ve Yaşar Saraçoğlu imzalarını görüyoruz. Serginin küratörü Engin Özendes’le “Kez Gı Sirem stanbul / Seni Seviyorum stanbul” sergisini konuşmak üzere buluşuyoruz kilisede. Zaten farklı bir ruhu olan bu mekândaki sergide hem metinler hem de fotoğrafların desteğiyle farklı bir dünyaya dahil oluyoruz. Özendes, uzun yıllar bu konuda araştırmalar yapmış, hatta bu anlamdaki ilk çalışmalara imza atmış. O yüzden de özellikle tarihte bilinmeyenleri anlatarak başlıyor söze. Sonrasında da Ermeni fotoğrafçıların objektifindeki stanbul'u tasvir ediyor. Ermeni fotoğrafçıların, fotoğraf tarihimizdeki yeri nedir? Sizi, bu sergiyi yapmaya iten ne oldu? Ermeni fotoğrafçıların bu coğrafyanın fotoğraf tarihinde yoğun çalıştıklarını ben de yaklaşık 30 yıl önce araştırmalarıma başladığım zaman gördüm. lk yazdığım kitap, Osmanlı mparatorluğu’nda fotoğraf için yaptığım araştırmalar beni hep bir Ermeni ismine götürdü. O zaman da Osmanlı haritasını önüme koyarak, kimler nerede çalışıyor diye araştırdım. Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı’da çok sayıda vilayette, çok sayıda Ermeni fotoğrafçı çalışmış. Hatta sonrasında onların kendi hikâyelerini de yazdım. Bunlardan biri de Abdullah Biraderler’dir. Bana bu serginin teklifi geldiğinde sayıları ve etkileri fazlaca olan Ermeni fotoğrafçıların çalışmalarının yansıtılması gerektiğini düşündüm. Çünkü geçmişe baktığımızda Osmanlı’nın ilk tanıtımlarının yapılmasından, Cumhuriyet dönemi çalışmalarına dek yurtiçi ve yurtdışında önemli isimleri görüyoruz. E Ara Güler Espirisentır Misafir şair Armudun İyisi Her zaman ayı yiyor Armudun iyisini Gözünü açmayanın Yüzerler derisini İnsanlık mı, o da ne? Çoktan kayboldu Gören yok kendisini Para padişah oldu Bencillik imparator! Anlayın gerisini... Erhan Tığlı Garbis Özatay Engin Özendes Peki ilk dönemlerden başlarsak, nasıl bir ortam olduğunu söyleyebiliriz? Bir tekelleşme söz konusu muydu? Ermenilerin o dönemde fotoğrafçı olmalarını tetikleyen birçok neden vardı. Bunlardan biri de Venedik’teki MuradRaphaelyan Okulu’ydu. Bu coğrafyada yaşayan aileler çocuklarını sanat eğitimi almaları için Venedik’teki bu okula gönderiyorlardı. Oradan dönen Ermeniler de burada stüdyo açıyorlardı. Stüdyolar çoğaldıkça çok fazla olanakları olmayan aileler de çocuklarını meslek edinmeleri için çırak olarak stüdyolara yönlendirdi. Bu nedenle de piyasanın önemli bir bölümünü kapladılar. Özellikle Abdullah Biraderler’in stüdyosunda yetişen pek çok öğrenci, fotoğrafçılığı neredeyse bir Ermeni tekeli haline getirdi. Genellikle stüdyo çekimleri mi baskındı? Stüdyodan sokağa açılım nasıl oldu? Stüdyo çekimleri kolay değildi. Kimya ve fizik bilgisi gerekiyordu. Fotoğraf kâğıdı bile endüstriyel şekilde üretilmiyordu, kendileri yapıyorlardı. Ermeniler de daha çok kimyager, eczacı ve kuyumcu olarak çalıştıkları için bu bilgiye sahipti. Altyapıları da böylece oluştu. Tabii stüdyo çekimlerine genelde aileler gidiyordu. Dış mekân çekimleri de kartpostal olmadığı için turistlere yapılıyordu. O dönemin çarşısı, sosyal yaşamı, satıcıları, tulumbacıları çekilirdi. Oryantalist olan bu düşünce stüdyoların ticari anlamda gelişmesine neden oldu. Sergiyi hangi dönemler altında düzenlemeye özen gösterdiniz? 19. yy. Osmanlı dönemi ve sonrasında Cumhuriyetin ilk kurulduğu yılları görmek mümkün. Yeni bir sistem doğmuştu ve bunu dış dünyaya anlatmak gerekiyordu. Bu anlamda en büyük çalışmayı Othmar Pferschy yapmıştır. Sonrasında tabii Ara Güler çok önemli Beyoğlu’ndaki bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Anadolu’nun neredeyse her yöresini, dağını taşını, insanını Üç Horan Ermeni çekerek bu tanıtım görevini üstleniyor. Kilisesi Naregyan Geçmişten günümüze gelirsek, dönemlere göre daha çok hangi alanlarda bir ağırlık olduğunu Salonu’nda söylemek mümkün? açılan “Kez Gı Birinci dönem, Osmanlı’da daha çok turistik amaçla çekilen fotoğraflar yer alıyor. Bu, tamamen Sirem stanbul / bir çevre dokümanı olarak elimizde. Cumhuriyet’in Seni Seviyorum kurulduğu yıllarda ise bu ülkeyi anlatabilecek her şey fotoğraf karesine taşındı. Bugüne baktığımızda stanbul” sergisi da azımsanmayacak sayıda fotoğrafçı, çağdaş stanbul’un 150 sanat içinde yer alacak çalışmalar yapıyor. Peki 150 yıllık bu fotoğraf tarihini stanbul’la yıllık öyküsünü birleştirirsek, Ermeni fotoğrafçıların gözünden nasıl Ermeni bir stanbul göründüğünü söyleyebiliriz? fotoğrafçıların Bu kenti gerçekten seven ve o sevgi gözüyle bakan bir dizi fotoğraf görüyoruz. Sevgiye, gözünden dostluğa ait ne varsa fotoğraflarda stanbul’la anlatıyor. örtüşüyor. Serginin adı da bu yüzden “Seni Seviyorum stanbul.” G Sahibinin sesi Hayvanlarla gerçek insan arasındaki kayıp halka, çok büyük bir ihtimalle biziz. Fırsat..Fırsat.. Meteoroloji uzmanından, sınırlı miktarda bulut satılıktır. Parçalı bulutlarımız tükenmiştir. Öküz öldü, hatta helvası bile dağıtıldı. İbrahim Ormancı L av sıtori turunç ile kiraz’ın aşkını bilir misin sevgili hep birbirine geç kalırlar.. Mehmet Tuncer Petşop Misafir çizer: Serdar Sayar Özür Yazarımızın yazısını, kafasına göre takıldığından dolayı yayımlayamıyoruz. C M Y B C MY B