26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 ŞUBAT 2010 / SAYI 1246 9 Adalar’da canlanma dönemi Yıllardır izolasyon sorunuyla boğuşan Adalar, artık gün yüzüne çıkıyor. Açılacak Adalar Müzesi bu girişimin ilk adımı. Devamında yürütülecek projelerle Adalar’a ilgi artacak. ZUHAL AYTOLUN Halim Bulutoğlu. Fotoğraf: Uğur Demir ADNAN BİNYAZAR Okurun okuru... ki hafta önce yazdığım “Bandın ucundaki civciv” başlıklı yazımla derinliğine ilgilenenler oldu. Cumhuriyet okurunun öyle bir yanı var; hem kendini aydınlatıyor, hem yazarı, hem öbür okurları. Ahmet Cemal’in birkaç yıl önce “Öğrencisinin Öğrencisi Olmak” başlıklı bir yazısını okumuştum. Direngen civcivin savaşımına ilişkin kısa filmle ilgili bilgileri internetten indirip bana ileten Cengiz Kara, “okurun okuru olmak” kavramı üzerinde düşünmeye yöneltti beni: “Yazınıza konu olan kısa filmi ben de zevkle izlemiştim. İnsan belleği yanılır elbette, bazı ayrıntılar yanlış kalmış usunuzda. Belki yazınızın geneli açısından önemi yok, ancak o zamanki adlandırmayla Yugoslav filmi Balyoz’un yönetmeni İliç’miş. İlk kez Krakow film festivalinde gösterilmiş film. Filmini görmemiş olsanız da, Onat Kutlar’ın yazısından bilirsiniz “Balyoz”u. Hani “standartlara uygun” civcivlerle, “uygun olmayan”ların ayrıştırıldığı bir döner bant vardır. Nitelikli civcivler özenle seçilir, “niteliksiz” sayılanlar banda bırakılır. Banttan yuvarlandıkları varillere atılır, üzerlerine inen balyozla ezilirler. Aralarında bir siyah civciv de vardır. Bandın akış yönünün tersine koşar inatla. İterler, direnir; atarlar, tutunur. Sonunda onu da varile atmayı başarırlar. Ve balyoz iner. Artık her şeyin bittiği, onun da yenildiği düşünülürken, ezilmiş civcivlerin, kırılmış kabukların arasından bir şeyin kıpırdadığı, atılan o siyah civcivin başını çıkardığı, varilden kurtulup ışığa doğru koşmaya başladığı görülür.” Gerçekten, yanılıyor bellek; “sarı” anımsadığım civcivin siyah oluşu da, varilin üstüne balyoz inişi de gözümden silinmiş. Yanılmakla kalınmıyor, görüntü idealize de ediliyor. Yazarın belleğinin iki gözü var. Okur çoğunluktur; çoğunluk, yüzlerce gözlüdür. Kara, Cumhuriyet okuru sorumluluğuyla çoğunluğun gözü oluyor, aydınlatma görevini yerine getiriyor. Yazdığı ikinci bir iletide de, civcivin direnmesini yorumluyor Kara: “Balyoz’un, daha doğrusu sanat edimlerinin büyüsü, ulaştığı beyinlerde farklı farklı tepkilere yol açması aynı zamanda. Bu kısa film bende, insana ait olmasa da dünyaya ait umut duygusu ve coşku yaratmıştı. Bu yapıtın etkisi bende hâlâ sürüyor. Öte yandan filmin üretildiği coğrafyada sonradan yaşanan ırkçı canilikleri düşündüğümde, budamaya çalışsam da, içimde bir tür umutsuzluk filizlenmiyor değil.” Kara’nın olayı irdelemesi beni de ayrıntıya yönlendirdi. İyi sinema adamı Onat Kutlar’ın “Balyoz” başlıklı yazısını internette yeniden okuyarak, civcivin direniş sahnesinin nasıl çekildiğini öğrendim. Onat Kutlar’ın, “Kara civcivin, bant üzerinde itilerek bırakılınca, geriye doğru koşup kurtulmaya çalışmasını nasıl sağladınız?” sorusunu yanıtlayan Yugoslav yönetmen İliç, olayı şöyle açıklıyor: “Civcivler de sıcaklığa ve sevgiye doğru koşarlar. Kara civciv bandın üstüne gelince, filmde göstermediğimiz kısa bir sürede, onları seçen kadınlardan biri onu sıcak avucunda bir an tutarak okşadı. Sonra onu bıraktığında, hatta eliyle ittiğinde bile, civciv gene de koşup durdu bu dost sandığı avucun sıcaklığına...” G İ A dalar, İstanbul’a çok yakın ama bir o kadar da uzak kimliğiyle aslında bugüne değil, tarihe bakan bir yapıya sahip. Sürgün adası olarak kullanıldığı da bilinir, inziva yeri olarak tercih edildiği de. Tarihi ve yaşanmışlıklarıyla, mimarisi ve kültürel geçmişiyle önemli bir dönemi gösteriyor Adalar. Geçmişte olduğu gibi bugün de aslında izolasyon sorunuyla karşı karşıya. Kış aylarında aksayan ulaşım, tesislerin yetersizliği ve hatta orada yaşayanların ihtiyaçları da kolaylıkla karşılanamıyor. Kış aylarında sokaklar boşalıyor, ada yalnızlaşıyor. Yazın 100 binleri bulsa da, kış aylarında 10 binin altında kalıyor nüfus. Yaşayanların temel ihtiyaçlarından biri olan kültür sanat etkinlikleri ise hak getire. Adalar Vakfı, dernekler ve yerel yönetim son yıllarda bu konuya önemle eğilmiş durumda. Yapılan ve yapılacak projelerle sadece adalara hareket gelmeyecek, böylece Adalar kültür sanat etkinlikleri için özellikle tercih edilen bir noktaya gelecek. Hedef bu. Adalar Vakfı yönetim kurulu üyelerinden Halim Bulutoğlu, Adalar Müzesi’yle başlayarak devam edecek çalışmaları anlattı. Adalar Vakfı, Adalar’a yakışmayan kültür sanat ve eğitim yaşamının dibe vurmuş hali ile çökmeye yüz tutmuş sağlık yaşamını çeşitli kurumlar ve yerel yönetim işbirliğiyle yeniden canlandırmak için kolları sıvadı. Adaevi, Sait Faik evi ve Hüseyin Rahmi Gürpınar eviyle kültür sanat yaşamında varlığını sürdürmeye çalışan Adalar, artık başka gelişmelere de gebe. Adalar Müzesi, şimdilerde üzerine yoğunlaşılan en önemli çalışma. Yaşayan bir kent müzesi olarak tasarlanıyor. 1870’lerde yapılan eski bir taş bina restore edilerek müzeye dönüştürülüyor. Bulutoğlu, “Kentle bütünleşen ve bütünleşmesi gereken bir müzeyi tanımlıyoruz. Çünkü anlatılan, bir kentin ve kentlilerin hikâyesi. Onlarla sözlü tarih çalışması yapılıyor, kaynaklar, ürünler toplanıyor. Şimdiden belki de 500600 kişiyle beraber çalışıyoruz. Bu da müzenin karakterinden gelen tarafı” diyor. Adalar Müzesi, Adalar’ın nasıl oluştuğu fikrinden yola çıkıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyeleriyle Adalar’ın jeolojik yapısı inceleniyor. Bunlar da sadece çizim ve fotoğraf değil, simülasyonlarla canlandırılacak. Ayrıca kimi zaman “Gidin ve görün” levhaları bulunacak müzede. Böylece ada da müzenin bir parçası olarak yer alacak. Adalar’ın depremselliği ise Naci Görür başkanlığında bir ekiple yapılan araştırmalar sonucunda aktarılacak. Tarih öncesi dönem de Adalar Müzesi’nde yer alacak başlıklardan biri. Asıl hikâye ise Bizans dönemiyle başlıyor. İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleriyle yapılan çalışmalarda Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet dönemleri ayrı ayrı aktarılacak. Bu noktada tarihsel anlatı üzerine yoğunlaşılıyor. Ancak asıl ilgi çeken ise tematik bölümler. Bulutoğlu, son 100 yılda nasıl bir göç hareketi yaşandığını, Adalar’da hangi toplulukların yaşadığını, 20. yy’da Cumhuriyet dönemiyle beraber nasıl bir değişimin görüldüğünü aktaracaklarını söylüyor. Diğer yandan Adalar’ın mimari üslubu da dikkat çekenler arasında. Farklı akımlardan etkilenen farklı tarzlar da müze sayesinde görülebilecek. Konaklar, evler, köşkler, dini yapılar ve onların hikâyeleri müzede yer alacak. Bulutoğlu, bir müzenin sadece geçmişe değil geleceğe de mesaj vermesi gerektiğini dile getiriyor: “Nasıl bir geçmişi devraldık ve onu nasıl bir geleceğe taşıyoruz düşüncesi önemli. O yüzden sadece tarihi, mimari, doğal ve kültürel kodların yanı sıra kent ve kentlinin sorunlarına da yer veriyoruz.” Müzede bir de geçici bir bölüm tasarlanıyor. Bu bölümde “Adalarda Günlük Yaşam” başlığı altında son yüzyılda bölgedeki günlük yaşamın seyri anlatılıyor. Plajlar, eğlence yerleri, gelen ve giden insanlar hatta onların giyim tarzı bile görülebilir. Büyük bir arşivin üzerine kurulan Adalar Müzesi, temmuz ayında açılacak. Açıldığı anda bitmiyor çalışma, bu bir başlangıç. İkinci adım ise müzenin hemen yanı başında planlanan sergi ve toplantıların yapılabileceği alan olacak. Sonrasının ise birbirini tetikleyeceğini söylüyor Bulutoğlu. Haziran ayında da TürkYunan dostluk festivali düzenlenecek. Defne TürkYunan Dostluk Derneği ile hedef Gümülcine ve Adalar arasında bir etkileşim sağlayabilmek. Toplantılar ve panellerle beraber müze ve Adalar’la ilgili önemli bir gelişme yaşanacak. Kültür sanat projelerinin Adalar’a taşınmasıyla ilgili 2010 hareketli bir yıl. Asıl meyveler ise 2011’den sonra alınmaya başlanacak.G [email protected] Çocuğun başarısı aileye bağlı... SINIRLI ÖZGÜRLÜK VE İŞBİRLİĞİ FİGEN ATALAY “İnsanlar bir sınıfta oturup, öğrenmek için yaratılmamış. Çocuklar, sokakta, koşturarak daha iyi öğreniyorlar. Bu yüzden de okuldan en çok yarar sağlayanlar, okulu oyun yeri olarak gören çocuklar oluyor’’ diyor İngiliz eğitimci John Abbott. 21. Yüzyıl Öğrenme Girişimi Başkanı John Abbott’ı Antalya’da düzenlenen “Okulda Yenilenme’’ başlıklı sempozyumda dinleme olanağı buldum. Abbott, geleneksel eğitim sisteminin çocukta doğuştan var olan yaratıcılığı öldürdüğünü söylüyor. Abbott, annebabalara önemli uyarılarda bulundu: “18 yaştaki başarı göstergesinin en iyi yolu, çocuğun 5 yaş öncesi ailesi ile olan ilişkisidir. Bu yaş öncesi ailesi tarafından sevilen, dokunulan, desteklenen çocuk daha sonra başarılı oluyor. Çocuğunuzun başarılı olmasını istiyorsanız onu sevin, onunla konuşun ve sevdiği şeyleri yapabilmesi için fırsat verin. Annebabalar çocuğun ilk öğretmenleridir.” Aynı sempozyumda Belçika ve Hollanda’dan gelen akademisyen ve okul müdürleri, ülkelerinde uygulanan farklı eğitim modellerini anlattılar. Belçika’da bulunan “Devler Evi” adlı ilköğretim okulunun kurucusu ve müdürü Wim Da Baets, “her çocuk başarılı olduğu alanda desteklenmeli. Başarı için bu şart” dedi. Baets’e göre, çocuğun dansa ilgisi varsa, bu yönde desteklenmeli, önü açılmalı, fırsatlar yaratılmalı, örneğin edebiyat dersinde dansla ilgili yazmalı, okumalı. Çocuklara öğretmenlik yapmak yerine rehberlik edilmeli. G H ollanda’daki Dalton Okulu müdür yardımcısı ve kimya öğretmeni W. Frederik Schmale, Dalton Eğitim Planı’nı anlattı. ABD’de, Massachusetts’in Dalton kasabasında, ilkokul öğretmeni Helen Parkhurst tarafından geliştirilen Dalton Eğitim Planı’nın üç ilkesi bulunuyor. Sınırlandırılmış Özgürlük: Özgürlük sınırlandırılıyor çünkü “disiplinsiz bir öğrenci özgür biri değildir’’. Öğrenci sorumluluklarını bilmeli, kendi seçimlerini yaparken, başkalarının haklarına da saygı duymalı. Bağımsızlık: Öğrenciler, gerektiğinde öğretmene danışarak, bağımsız düşünüyor, bağımsız hareket ediyor ve bağımsız çalışıyorlar. İşbirliği: Öğrenciler başkalarına saygı duymalılar, kendi sınıfları ve yaşıtlarıyla işbirliği yapmalılar. Böylece yetişkin olduklarında başka insanlarla işbirliği içinde çalışabilirler. BİLGİ TRANSFERİ YERİNE KOÇLUK D alton okullarında dersler, öğrencinin kapasitesine göre başlatılıyor. Koridorların da birer öğrenme/çalışma mekânı olarak kullanıldığı bu okullarda “Dalton saatleri” var. Haftada ortalama 6 olan “Dalton saatleri”nde öğrenciler, ne yapmak istiyorlarsa onu seçiyorlar. Bu seçim her gün yapılıyor. Öğrenciler, ders planlamasını kendileri yapıyorlar, ders başarılarını da mümkün olduğu kadar kendileri kontrol ediyorlar. Bu okullarda öğretmenler, bilgi transferinden çok öğrencilere koçluk ve rehberlik yapıyorlar. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle