26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 KASIM 2010 / SAYI 1285 7 Filmlerimin yüzü gülsün istiyorum Altın Portakal’dan ödülle dönen bir filmin yönetmeni Ali İlhan. Üstelik de ilk filmiydi bu. Hayat hikâyesi kendi deyişiyle biraz da “Tarantino’ya benziyor”. Çizer olmak isterken DVD satmış, kısa film çekmiş ve sonunda İtalya’ya yerleşmeye karar vermiş. Şimdi kendi filmlerini çekiyor. ZUHAL AYTOLUN Clementin bizim kuşağın travmasıdır A li İlhan, ilk uzun metrajı “Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak” ile son günlerde adından söz ettiren yönetmenlerden. Altın Portakal Film Festivali’nden de iki ödülle döndü filmi. Yıllar önce oğlunu da arkasında bırakarak kendisini terk eden kocasından sonra hiçbir erkeği kapısından sokmayan kadının hikâyesini anlatıyor. Başrolde Claudia Cardinale’yi izliyoruz. Yağmurlu bir gecede, yanlış anlaşılma ile evine gelen Türk öğrenci Ekin’e kapısını açmasıyla değişen hayatlara odaklanıyor. Zaten mottosu da “Herkes ve her şey değişebilir”. Film ocak ayında izleyiciyle buluşacak. Ancak filmin hikâyesi gibi, senaristi ve yönetmeni Ali İlhan’ın yaşamı da ilginç noktalarda değişime uğramış. Gençlik yıllarında babası gibi çizer olmaya özenmiş, başarısız olmuş. Sonra kısa filmlerini çekmeye ve yayınlamaya başlamış. Pek çok işe girip çıkmış, hatta DVD film kiralayan bir mağaza dahi açmış. O süreçte çok film izlemiş, çok biriktirmiş. “Alaylı bir sinemacıyım ancak ben farklı okullardan mezun oldum” diyor İlhan. Gün gelmiş İtalya'ya sürüklemiş onu rüzgâr. Artık orada yaşıyor, ilk uzun metrajından aldığı cesaretle yeni projeler üretiyor. İşte anlattıkları. İlk sinema filminizde neden bu hikâyeyi anlatmak üzere yola çıktınız? Neydi biriktirdikleriniz? Daha önce çok kısa film çektim ve kendi uzun metrajımı çekebilmek için bekliyordum. Tabii ki her beni etkileyen ve hayatımdan geçen şeyin sinema olabileceğine çoğu kişinin aksine inanmıyorum. O yüzden de doğru anı ve hikâyeyi bekledim. Bir İtalya yolculuğum sırasında Sinyora Enrica adlı bir kadınla tanıştım, öğle yemeği yedik ve fotoğraf çekildik. Bir zaman sonra fotoğraflara bakarken ikimizin de kadeh kaldırdığı o fotoğrafı gördüm. 10 dakika boyunca fotoğrafa baktım sessizce ve aramızda bir iletişim doğdu. O an aklıma şu isim geldi: “Sinyora Enrica’yla İtalyan Olmak”. Aradığım ilhamı bulmuştum. Kadının hikâyesi mi sizi etkiledi? Kadının böyle bir hikâyesi yok. Sadece fotoğraftan esinlenerek bir hikâyenin temellerini oluşturdum. Peki neyi hatırlatıyor film? Sizce filmin cümlesi nedir? İnsanların aynı dili konuşmasa da iletişim kurabileceklerini ve birbirlerini değiştirip dönüştürebileceklerini düşünüyorum. Zaten yurtdışında da Türkleri çok yanlış tanıyorlar. İlk gittiğimde Türkçe bir şeyler söylememi isterlerdi. Konuştuğumda da “Arapça'ya hiç benzemiyor” derlerdi. Bizi peçeli ve Arapça konuşan insanlar sanıyorlar. Bizim Avrupai tarafımızı ya da etnik kimliğimizi görmüyorlar. Bu anlamda film de özünde prens olan bir kurbağanın hikâyesini anlatıyor. Ya da aslında kuğu olduğundan haberi olmayan çirkin ördek yavruları olduğumuzu gösteriyor diyebilirim. Anlatımda nasıl bir yolu tercih ettiniz bu anlamda? Hem İtalyan hem de Türk motifleri mi koydunuz? Aslında tek derdim hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını göstermek. Asıl slogan, “Herkes ve her şey değişebilir”. Hepimizin içinde prens var. Kimimiz farkında, kimimiz değil. Hepimiz prensesin öpücüğünü bekliyoruz. Beklememek gerek! Peki sizin yaşam hikâyeniz nasıl şekillendi? İtalya’ya neden gittiniz? İstanbul’u bırakıp başka bir yerde hayatımı sürdürmeyi istiyordum. Ancak İtalya’nın tohumları Hayat Güzel filminin çekildiği yerde İrlandalı şarkıcı bir kızla tanışmamla atıldı. İtalyan sinemasına da ayrı bir sempatim var. Ama öyle bir tohum ekilmiş ki, tası tarağı toplayıp, radikal bir kararla oraya yerleşmemi sağladı. Oraya büyülenmek için gittim. Sinema maceranız nasıl başladı? İstanbul’dayken ne iş yapıyordunuz? Babam bir çizerdi. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk kukla filmini yapmış olan Mehmet Ökkeş İlhan. Ben de babam gibi çizebileceğimi düşündüm. En büyük hayal kırıklığını çizemediğimi gördüğümde yaşadım. Denedim, defalarca yineldim, sonra vazgeçtim. 2003 yılında ilk kısa filmimi çektim. Ulusal ve uluslararası festivallerde gördüğü ilgi bana cesaret verdi. Sonrasında da “www.benimsinemam.com”u açtım. Orada da kısa film çekip, yayınladık. Bir de DVD film kiraladığınız bir dönem olmuş. O da benim için bir gelişim süreciydi. Tarantino’nun hikâyesine benziyor biraz da. O da kaset kiralayan, çok sayıda film izleyen biriymiş zamanında. Ben de çok film izledim. İnsanların kiraladığı filmleri takip ediyor, neyi beğenip neyi beğenmediklerini gözlemliyordum. Alaylı bir sinemacıyım ama tüm bunlar benim okulum oldu. G İtalyan sinemasının yeni yıldızı İtalyan sinemasının genç oyuncularından Lavinia Longhi. Ama şimdiden ülkesinde geleceğin Ornella Mutti’si olarak anılıyor. Altın Portakal’da yarışan Ali İlhan’ın yönettiği “Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak” adlı film nedeniyle bir süredir Türkiye’de ALPER Lavinia. Film sayesinde TURGUT çocukluğundan beri kurduğu İstanbul’a gelme hayalinin gerçekleştiğini söylüyor. İki yıl önce Monica Bellucci ile “Sanguepazzo” adlı filmde, lezbiyen sevişme sahnesinde karşılıklı oynayan Lavinia, en iyi kadın oyuncu dalında Altın Portakal’a uzanan Claudia Cardinale ile aynı filmde yer almaktan son derece memnun. Röportaj biterken, “Hiç Türkçe bir kelime öğrendiniz mi?” diye soruyoruz, bize, Sezen Aksu’nun “Gidiyorum Bütün Aşklar Yüreğimde” şarkısını söylüyor. Bugüne dek kaç filmde rol aldınız? Her şeyi kısaca anlatmak kolay değil. Bugüne kadar altı sinema filminde rol aldım. Mesela Sanguepazzo gerçekten önemli bir çalışmaydı, Monica Belluci gibi büyük bir isimle çalışmak ise onur vericiydi ama şimdi düşününce o tarihte oldukça deneyimsiz olduğumu görüyorum. O filmdeki sevişme sahnesinden çok bahsedildi. Sevişme sahneleri sizi zorluyor mu? Konu cesaret değil, oyuncu olarak her türlü sahneye zaten varım. Sevişme sahnelerini çok sevdiğim söylenemez ancak rol neyi gerektiriyorsa onu yaparım. “Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak” ise benim kendimi daha rahat, hazır ve başarılı hissettiğim bir film oldu. Senaryoyu okuduğum için tüm sahneleri biliyordum ama yine de sevişme sahnelerinde çok çıplak kalmak istemediğim konusunda yönetmenle pazarlık yaptım. Bu yüzden sevişme sahnesinde yakın çekim yapıldı, beni sadece sırtımdan gördüler. Çekim sırasında sette sadece yönetmenimiz Ali İlhan, Claudia Cardinale, İsmail ve ben vardık. Buna karşın sinemada o sahneyi ilk defa görünce utandım. Yeni bir ortam ve başka bir ülkede olduğum için elbette çekingenliğim vardı, yanlış anlaşılmadığını görünce rahatladım. Filme nasıl dahil oldunuz? Roma’dayken ajansım “Tükiye’den bir film için oyuncu arıyorlar” diyerek beni bilgilendirdi. Onlar, menajerimle görüştüler ve yönetmen showreel’imi izledi. Sonra bana senaryoyu yolladılar ve gerçekten çok hoşuma gitti. Yapımcıyla konuştuğum zaman “İstanbul’a gelmek ve çalışmak istiyorum” dedim. Sinyora Enrica sayesinde çocukluğumdan beri hayalini kurduğum İstanbul’a gelme isteğim gerçekleşti. Asya’ya hep ilgi duydum, belki de yarı İtalyan, yarı Karadağlı olduğum için... İtalyanca bilmiyor. Ama kamera karşısında o bariyerlerin hepsi kalkıyor. Çünkü gözlerimize bakınca ne yapmak istediğimizi biliyorduk. Galiba başarılı da olduk. Filmde aynı dili konuşmayan insanların hikâyeleri anlatılırken, gerçekte de bu yaşandı. Klasik bir soru, oyunculuk çocukluk düşünüz müydü? Aynen öyle, çocukluğumda başlayan bir rüyaydı oyunculuk... Hep ilgimi çekti, kuzenim dansçıydı ve beni tiyatroya götürüyordu. Tiyatroda çok mutlu oluyordum. Aslında tiyatroya büyük aşk besliyordum ve bütün kalbimle tiyatroya devam etmek istiyordum. Sonra Milano’ya sinema okumaya gittim. Bir tez yazmam gerekti ve Sergio Leone'yi seçtim. Birdenbire sinema aşkım başladı. Bu aşk beni Claudia Cardinale gibi büyük bir isme kadar götürdü. Birlikte film çektik. Sergio Leone bende sinema aşkını başlattı. Roma’da daha çok imkânlar olduğu için ben de Milano'dan taşındım ve sinema hayatım başladı. İtalya’da oyuncu olmak kolay olmasa gerek... Kesinlikle kolay olmadı ve kimse oyunculuğun kolay olduğunu zannetmesin. Torpilim, tanıdığım yoktu ama üstesinden gelebildim. Çok ufak rollerle başladım ve yavaş yavaş bu dünyaya girmeyi başardım. Türkiye'deki gibi İtalya'da da televizyondan sinemaya geçiş var ama bizde sizin gibi diziler ve dizi çılgınlığı yok. İtalyanlar, daha çok yabancı dizileri izlerler. Türk yönetmeni Ferzan Özpetek, İtalya'da oldukça tanınıyor. Şaşırmayın ancak benim için Ferzan Özpetek’ten daha ziyade Fatih Akın, gerçek bir Türk yönetmen. Ferzan Özpetek’in sineması hakkında bir yorumda bulunmuyorum, yanlış anlaşılmasın, o çok büyük bir yönetmen. Ferzan daha çok İtalyan. Çünkü filmlerini İtalya’da İtalyanca çekiyor. Ben bir Türk yönetmenle çalışacaksam o kişinin Fatih Akın olmasını tercih ederim. “Duvara Karşı” filmini taparcasına seviyorum. Fatih Akın’ın Türklerle çalışması da benim için daha ilgi çekici. Tamam, tamam, her ikisini de ayrı ayrı seviyorum, diyelim. Birol Ünel’i de çok beğeniyorum. Benim için Türk aktörü, odur. Aynı filmde rol aldığım Teoman Kumbaracıbaşı dışında Serra Yılmaz, Sibel Kekilli ve Sezen Aksu’yu da biliyorum. G Lavinia Longhi, Claudia Cardinale’la. C M Y B C MY B Sadece Türkiye’ye gelme hayaliniz gerçekleşmekle kalmadı. Claudia Cardinale gibi bir isimle de birlikte oynadınız... Claudia Cardinale, İtalyan Sineması’nın efsane isimlerinden. Sergio Leone nasıl sinema tarihinin bir parçasıysa Cardinale de öyle. Muhteşem bir tecrübe oldu. Bu film beni büyüttü. Sanki ben de sinema tarihine girmiş gibi oldum. İnanılmaz güzel bir duygu. Böyle bir isimle bu kadar uzun ve derin sahneleri paylaşmak benim için büyük bir şanstı. Türk Sineması’nın genç kuşak aktörlerinden İsmail Hacıoğlu ile karşılıklı oynadınız... İsmail ile hiç diyaloğumuz yok. Çünkü ortada bir lisan bariyeri var. Benim Türkçem ve İngilizcem yok, o da LAVİNİA LONGHİ Sırada nasıl projeleriniz var? Bir aşk filmi yazıyorum. Adı da Cips Kola Özel. Bu filmde 80'lerden besleniyorum. Geçmişe yolculuk yapıp, ergenlik çağımda kadınlarla yaşadığım ilişkilere de bakıyorum. Nedir 80’lerin sizde bıraktığı iz? Her şeyin kirlenmeye başladığı yıllar olarak hatırlıyorum. Eskiden bir samimiyet vardı. İlk bisiklet, ilk renkli televizyon, Parlament Sinema Kuşağı, müzik listeleriyle kasetçide karışık kaset dolduruşlarımız... Şimdilerde çok yüzeysel bir çağda yaşıyoruz. O yılları fazlasıyla özlüyorum. Politik bir dili olacak mı filmin? Bu konudan uzağım. Politik filmler de yapmayacağım. Çünkü sinema, aynı zamanda bir eğlence sanatıdır. İnsanların zengin bir yemek yemişçesine masadan kalkmasını, filmlerimin yüzü gülsün istiyorum. Peki senaryo yazarlığı mı yönetmenlik mi? Yazardan çok yönetmenim. Ben sadece kendi hikâyelerimi anlatmak istiyorum. Bir üçüncü filmim de hazır zaten. Clementin'i çekmek istiyorum. Bence 80 kuşağının arızalı olmasına sebeptir Clementin. Çünkü bizim kuşağa bıraktığı hasar, travma büyük. G ALİ İLHAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle