Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 7 KASIM 2010 / SAYI 1285 Ölene kadar tek başına ATAOL BEHRAMOĞLU Ağırlaştırılmış müebbet mahkumları ölene kadar tek kişilik hücrede tutuluyor. Siyasi mahkumlarsa şartlar daha da ağırlaşıyor. 15 günde bir aileleriyle yüz yüze, on günde bir telefonda konuşma hakları var. Sonrası dört duvar; fiziksel ve ruhsal hastalıklar, intihar teşebbüsleri... İdam kalktı, ancak “asılmayıp beslenenler” için işkence devam ediyor. Küçük dev kadın Yukarıdaki sözü kendim üretip ilk kullanan olmak isterdim. Öyle olamayacağını tahmin ederek internete girdiğimde tahminimin doğru çıktığını gördüm. Örneğin, İdil Biret’i tanımlamak için kullanılmış. Bence Edith Piaf’a da çok yakışır. Fakat bu yazıda ben, onu sevgili arkadaşım ve kuşakdaşım, çılgın ve ele avuca sığmaz, tanımlanması hiç de kolay olmayan Işıl Özgentürk için kullanacağım… *** Işıl’la tanışıklığımız 1960’lara uzanıyor. Hepimiz yeni bir Türkiye için bir yerlerde bir şeyler yapıyorduk. Umut dolu bir genç kuşağın birer parçasıydık. Biz Ankara’da “Dönüşüm” dergisini çıkarıyorduk. Işıl İstanbul’da “sokak tiyatrosu” etkinliğinin belki de en genç elemanıydı. 60’lı yıllar su gibi akıp geçti. Umutlar 1970’lere varamadan dağılıp parçalandı. 1980’de ölümcül yara aldı. Sonra yaşamakta olduğumuz şu belki her zamankinden daha kara günler gelip çattı. Neden her zamankinden daha kara? Çünkü kim dost kim düşman belirsizleşti. At iziyle it izi birbirine karıştı. Ölen öldü kalan sağlardan kimisi düşmanla özdeşleşti. Ama kimisi de daha bir güzelleşip çelikleşti. İşte benim küçük dev kadın dediğim Işıl Özgentürk bu güzelleşip çelikleşenlerdendir. *** İnternette adını tıkladığımda karşıma çıkan tablodan utandım. Bu küçük dev kadının, senaryosunu yazdığı kaç filmi izledim, kaç öykü kitabını, kaç romanını okudum? Yaptıklarıyla karşılaştırılırsa, ne yazık ki çok azını… Bende en çok iz bırakan kitabı “Yokuşu Tırmanır Hayat” olmuş… Senaryosunu yazdığı filmlerden ise belki de en son izlediklerimden biri olduğu için, en çok “Balalayka”dan etkilendiğimi anımsıyorum... Fakat Işıl’ın yaratıcılık listesi çok uzun. Ve bu ele avuca sığamayan küçük dev kadın, sadece yazmakla da yetinenlerden değil… *** Öykü, senaryo, film atölyeleri… Ve girdiği her işin altından başarıyla kalkan, yorulmak nedir bilmediği gibi bulaşıcı yaşama sevincini bulunduğu her ortama aşılayan, bizim gibiler için yaşanması kaçınılmaz nice sıkıntıya karşın neşesini yitirmeyen, volkanik güzel kadın… Bir dönemde de Türkiye Yazarlar Sendikası sorumluluğunu birlikte omuzladığımız eylem arkadaşım. Hem hanımefendi, hem külhani. İşte böyle bir küçük dev kadın. Önümde en son, “Herkes Film YapabilirIşıl Özgentürk Film Atölyesi”nin, “Dürbünüme İstanbul” projesi ürünü, dumanı henüz üstünde on kısa film var. Birbirinden güzel ve bazıları benim için şimdiden unutulmazlaşan İstanbullu filmler… Sevgili Işıl, güzel arkadaşım. Belki herkes film yapabilir; öykü, roman, şiir, oyun, senaryo yazabilir… Ama çok az kimse 60’lı yıllardan bu günlere içinden geçtiğimiz anafordan, senin kadar tertemiz, dupduru, adın gibi ışıl ışıl kalarak, alçakgönüllüğünü yitirmeksizin, doğru bildiğini dobraca yazıp söylemekten çekinmeksizin, daha yaşanılası bir dünyaya inancını pekiştirerek, daha da güzelleşip çelikleşerek gelmeyi başarabilir. G ataolb@cumhuriyet.com.tr ESRA AÇIKGÖZ ki metreye beş metrelik bir oda. Konuşsan dört duvarda kendi sesin yankılanıyor. Bağırsan yine sen, gülsen, ağlasan yine sen. İnsansız, yalnız, yoksun, temassız... Size birazdan okuyacağım mektubun sahibi işte böyle bir ortamda yaşıyor. O, F Tiplerinde ağırlaştırılmış müebbet cezası almış mahkumlardan biri. Adı lazım değil, yaşadığı zindan da. Sadece ona kulak verin. Bunu yapabilir misiniz? “12 yıldır hapisteyim, 10 yıldır F Tipi'ndeyim ve bunun son dört yılı tek kişilik hücrede geçti, geçiyor da... Ölünceye kadar tek tutulacağım” böyle başlıyor mektup. Abartıyor mu? Belki de haklısınız, son dört yılda hücresinden aile ve avukat ziyareti için ortalama iki ayda bir defa çıkmış ne de olsa! Hem, yemek, mektup getiren görevlilerle bir iki kelimeyi geçmeyen konuşmalar da yapmış... Daha ne olsun! “Hiçbir hastalığım yoktu, şimdi hipertansiyonum, reflüyüm... Yaşama sevincimi yitirdiğim zamanlar da oldu ne yazık ki. Yaşadığım fiziksel ve psikolojik sıkıntılar sonucunda iki bileğimi de kestim ve niyetim ölmekti... Yarım saat boyunca iki litre kan İ kaybettim, tesadüfen ölmedim ve bileklerime çok sayıda dikiş atılarak yine kendi kanıma bulanmış hücreme geri getirildim”. Şimdi mektuplarla hayata tutunmaya, kitaplarla dışarıyı dolanmaya, radyodaki insan sesiyle yetinmeye çalışıyor. Çünkü ağırlaştırılmış müebbet cezası var; “ölünceye kadar tek tutulacak”... Çağdaş Hukukçular Derneği bu cezayla ilgili AİHM’e başvurmayı planlıyor. Biz de dernek avukatlarından Barkın Timtik ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllü psikoloğu Türkcan Baykal’la konuştuk. Önce söz Timtik’te. Ağırlaştırılmış müebbet denildiğinde yasal olarak ne anlamamız gerekiyor? İdam cezasına mahkum edecekken idam cezasının kaldırılmasıyla tek defada öldürmek yerine her gün azar azar öldürmek... Yasalara göre; eğer siyasi hükümlüyse ölünceye dek tek kişilik hücrede, bir saatlik havalandırma, disiplin cezası yoksa 15 günde bir 10 dakika sınırlı sayıdaki en yakınlarıyla telefonda; yine 15 günde bir 1 saati geçmemek üzere bu kişilerle kapalı görüş yapabilir. Daha az insani temas, daha çok yalıtma hedefleniyor. Hapishanelerde disiplin cezalarının “gereksiz yere” marş söylemek, slogan atmak gibi sebeplerle verildiği gözetilirse siyasi hükümlülerin sık sık disiplin cezası aldığı öngörülebilir. Bu, görüş ve telefon haklarının bile alındığı anlamına gelir. Böyle bir kapatma sistemine cezai yaptırım deyip geçmek mümkün mü? Peki bu yasa cezaevlerinde nasıl uygulanıyor? Yasalarda ne kadar katı bir rejim öngörülmüşse idareler titiz biçimde uyguluyor. Oysa 122 insanımızın ölümüne sebep olan tecrit sistemini hafifleten sohbet hakkını tanıyan 45/1 sayılı genelge 22 Ocak 2007’de yayımlandı ancak bugüne kadar hiç uygulanmadı! Bir insana yapılabilecek en büyük zulüm onu insansız bırakmaktır. Koşullu salıverilme hakkı siyasi sebeplerden dolayı ağırlaştırılmış müebbet cezasına hükmedilmiş kişilere uygulanmıyor ve infazın “ölünceye kadar” süreceği öngörülüyor. Disiplin cezası olarak hücre hapis cezası verildiğinde bu hapsin doktor kontrolünde ve 20 günü geçmemek üzere verilmesi yasa koyucunun da hücrede tek başına tutulmanın ne anlama geldiğini iyi bildiğini gösteriyor. Buna rağmen bir insanı nasıl ömür boyu kimseyle temasına izin vermeden tutabilirsiniz? TECRİT İÇİN AİHM’E GİDECEĞİZ Tutulursa ne olur; takip ettiğiniz, incelediğiniz davalardan örnekler vermeniz mümkün mü? Edirne F Tipi Hapishanesi’nde tutulan Ercan Kartal daha ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olmadan önce tutukluyken dokuz sene bu koşullarda tutuldu. Bunun yedi yılında hapishanede hiçbir insanla temas ettirilmedi. Müddetnamesinde bir husumetin göstergesi gibi kocaman harflerle “Ölünceye Kadar” ibaresi duruyor. Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan Hasan Tahsin Akgün genç yaşta F Tipi’ne kondu. Ciddi, ağır bir travma ve psikolojik rahatsızlıklar geçirdi. Hastaneye kaldırıldı defalarca. Bu konuyla ilgili neler yapılmasını planlıyorsunuz? Çağdaş Hukukçular Derneği Cezaevi Komisyonu olarak bazen yılda iki defa tutuklu ve hükümlülerle gerek bire bir temas kurarak, gerekse mektuplar ve disiplin cezası kararları üzerinden hapishanelerin mevcut durumuna ilişkin tespitler yapıyor, bunu basınla, ilgili kişi ve kurumlarla paylaşıyoruz. Hapishanelerde tutuklu ve hükümlüler bu infaz biçimine karşı çıkıyor ve çeşitli eylem biçimi hayata geçiriyor; bir saatlik havalandırmada içeri girmemek gibi. Talepleri ise yalnızca özünde tecritin hafifletilmesi, havalandırma saatinin arttırılması, aynı havalandırmayı kullandığı kişilerle bir araya gelmek, kimi hapishanelerde pencerelerin açılmasını engelleyen dolapların kaldırılması. Tabii bunun karşılığı daha fazla hak gaspı, disiplin cezası, dolayısıyla daha fazla tecrit oluyor. Onların maruz kaldıkları işkenceye seslerini yükseltmeleri bizlere de daha fazla neler yapılabilir yönünde hem uyarıcı hem tetikleyici oluyor. F Tipi uygulamalarının, tek kişilik tutulmanın işkence ve kötü muamele yasağının düzenlendiği AİHS'nin 3. maddesinin ihlalini oluşturduğundan bahisle hazırlamakta olduğumuz bir AİHM başvurusu çalışmamız var. Bu durum nasıl düzeltilebilir? Öncelikle mevzuat değişiklikleriyle uygulamada bazı sorunlar aşılabilir. Ama esasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gibi bir yaptırım ceza yasasından çıkarılmalı. G F Tipi uygulamaları mahkumlar üzerinde fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklara neden oluyor. Türkcan Baykal*: Devlet kendi yasalarını ihlal ediyor Ağırlaştırılmış müebbet mahkumlarına yönelik tecrit uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ağırlaştırılmış ölüm cezası; hem ağır ağır uzun süreye yayılmış, hem de daha çok eziyet veren, ızdıraplı bir yok ediş. İdam cezasının kaldırılmasının tartışıldığı süreçte TBMM tutanaklarında devlet yetkililerinin ağzından bu amaç ifade ediliyordu: “Ölüm cezasını kaldıralım ama yerine daha beter, ağır bir ceza koyalım.” Kişiyi aktif biçimde fiziksel olarak yok etmiyorsunuz; ruhsal, sosyal, entelektüel ve politik varlığını yok ediyorsunuz. Geri kalanını zamana bırakıyorsunuz. Böylelikle “uygar” bir ülke oluyorsunuz. Elinizi “idam cezası”yla kirletmiyorsunuz. Tecritin mahkumlar üzerindeki etkisi nedir? İnsan biyolojik, psikolojik, sosyal, fiziksel, entelektüel, duyusal ihtiyaçları olan bir varlık ve sağlıklılık durumunu koruyabilmesi; varlığını, bütünlüğünü sürdürebilmesi için bu alanlardaki ihtiyaçlarını minimum düzeyde de olsa karşılayabilmeli. Cezaevlerindeki tecrit bunlara ilişkin yoksunluk yaratıyor. Mesela? Benlik bütünlüğü ve işlevlerinde bozulma, kendilik algısında, kendiliğe ilişkin sınırlarda zedelenmeler. Duygu durum değişiklikleri, sorunları; depresyon, içe kapanma, tekrarlayan intihar düşünceleri, teşebbüsleri… Ciddi anksiyete, gerginlik sorunları, gevşeyememe, engellenemeyen kaygı ve korkular; yerinde duramama, derin sıkıntı; gerginliğe bağlı bedensel sorunlar… Uyku bozuklukları, iştah/yeme sorunları, konsantrasyon ve hafızada bozulma, entelektüel yetilerde azalma, saldırganlık dürtülerinde artış, irrasyonel öfke, öfke patlamaları; kendine zarar verme, sosyal beceri ve işlevlerde yıkım, duyusal uyaranlara karşı aşırı yanıtlar, gerçeklik algısında bozulmalar… Takıntılar, kuşkuculuk, kronik yorgunluk, halsizlik, baş ağrısı, yaygın vücut ağrıları, bağışıklık sisteminde bozukluklar, sindirim sistemi sorunları, tansiyon yüksekliği, çarpıntı, solunum güçlüğü… Neler yapılması gerekiyor? Ceza infaz sisteminden izolasyon ve çevresel uyaran kısıtlılığı gibi uygulamalar tümüyle çıkarılmalı. Devletin yasalara dayalı olarak özgürlüğünden alıkonmuş insanları koruma yükümlülüğü var. Dolayısıyla bu infaz pratiği devletin kendi yükümlülüğünün açıkça ihlali. G *Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllü psikoloğu C M Y B C MY B