26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 KASIM 2010 / SAYI 1285 Bir pul ne anlatır? Pullar dünyayı anlatıyor; politikaları, ideolojiyi. 27 Mayıs’ta basılan, yaralı öğrenciyi kurtaran asker pulu ya da 2003’te basılan, Nur cemaatinden İbrahim Hakkı’nın pulu gibi. Şimdi bir belgeselin de konusu oldular. Ümit Topaloğlu’nun belgeseli bize pulları, filatelistlerin hayatlarını gösteriyor. Röportajlar: ESRA AÇIKGÖZ Türkiye’de çok fazla filatelist yok, Avrupa’da daha fazla. Almanya’da iki milyon filateli abonesi var. Türkiye’de bin ya da iki bindir. Belgesel için 35 kişiyle görüştüm, filmde 16’sı var. Filatelistlere dair bir profil çizmek mümkün mü? Neredeyse tamamı erkek, yaş ortalaması 35’ten fazla. Belgeselde sadece bir kadın filatelist var, o da aynı zamanda pul tasarımcısı. Bugün sayısı çok az kalan birkaç pul tüccarı ya da Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu Başkanı gibi bu işin duayeni kişilerle görüştüm. 35 yaş altında pul koleksiyoncusu yok gibi. O kuşaktan birilerini de bulmaya çalıştım. Bugünün filatelistleri arasında büyük işadamları, CEO’lar, iyi kariyer sahibi kişiler de var. Çünkü para eden de bir şey bu. Hatta çok pahalı materyaller Belgeselden kısa kısa... banka kasalarında saklanıyor. Kim olduğunu Türkiye’nin en pahalı pulu, Amele Pasaport pulu. Anadolu Hükümeti’nin pul söylemeseler de “Bir ev basacak parası yok. Ele geçirdikleri Osmanlı pulları üzerine yağ ve soba küllerini parası verdi şu pula” gibi karıştırıp bir damga basıyorlar. Yunanlılar Bilecik’teki büyük postaneyi yakınca bu pek çok hikâye dinledim. pullardan sadece bir tabaka kalıyor. Genelde büyük şehirlerde Osmanlı çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için birçok ülkenin filateli tarihi bu yoğunlaşıyorlar, ancak topraklardan başlıyor. Sakarya, Kayseri gibi Postaneye bir şey verildiğinde girişinde ve varış noktasında üzerine damga küçük şehirlerde de vuruluyor. Bu yüzden sahra postacıları yerleri anlaşılmasın diye hep farklı rotalar varlar. izliyor, orduların güvenliği için. Filatelistlerden biri Kurtuluş Savaşı’nda kaybolan ve Pul toplayıcılığı nasıl akıbeti belli olmayan bir bölüğün yerini bu damgaları izleyerek tespit ediyor. başlıyor, neden insanlar Sana pul koleksiyonumu göstereyim mi? Herkesin diline düşmüş bu geyiğin çıkış pulun peşine düşüyor? noktası bilinmiyor. Kesin olan bir şey var, bu sadece Türkiye’ye özgü bir laf değil; İlk pul İngiltere’de Almanya gibi başka ülkelerde de karşılığı var. basılıyor. Pul olmadan önce mektubun ücretini alıcı ödüyor. Bir genç kız postaneye gidip, asker sevgilisinin kendisine yolladığı mektuba bakıp sonra geri Belli döneme kadar Türkiye’de bu işle daha çok uzatınca, posta müfettişi kızın parasızlıktan mektubu gayrimüslimler uğraşıyor. Galata civarındaki Yüksek Kaldırım alamadığını düşünüyor, ücreti kendisi ödüyor. Mektubu denilen 50 metrelik alanda 5060 pul dükkânı açılıyor. kıza uzattığında “Boşa aldınız” diyor kız, “onun içinde bir Aslında belgesel biraz da bu sokağın hikâyesi, çünkü artık 2şey yok.” Çünkü sevgilisiyle zarflara çizdikleri işaretlerle, 3 filatelist kalmış orada. Onlar da çok zor durumdalar. mektupları almadan haberleşme yöntemi geliştiriyorlar. Konuştuğun filatelistler arasında sizi en çok kim etkiledi, Müfettiş bu olayı görünce posta hizmetleri zarar yapmasın pulun peşinde neleri göze alarak yollara düşmüşler diye mektuplara artık bir kâğıt yapıştırılacağını duyuruyor mesela? ve böylece pul hayatımıza giriyor. İlk olarak da Kraliçe Şişecam’da proje geliştirme müdürü olan Murat Viktorya'nın pulu basılıyor, her kopyanın sağında ve Günsur’la konuşmuştum. Bana dedesinin Osmanlı’da solunda birer harfin olduğu tabakalar şeklinde üretiliyor subayken, savaş sırasında cephenin diğer tarafına geçip bunlar. Her parçaya bir harf düşecek şekilde kesilip damga topladığını anlatmıştı. Dönem dönem PTT’nin yapıştırılıyor. İnsanlar bu 26 harfi tamamlayarak bir çıkardığı özel gün damgaları oluyor. Bu pulların satışına 65tabaka oluşturmak için pulları söküp duvarlarına 70 yaşında bir amca geldi. Kalp ameliyatı olalı daha birkaç yapıştırmaya başlıyor. Bu da filatelistliğin başlangıcı gün olmuş, evden kaçıp Kadıköy’den Sirkeci’ye geliyor, oluyor. sıraya girip bu damgaları almak için. Böylesi bir tutku var Ya Türkiye’ye nasıl geliyor bu tutku? işte... G “Biri pul alır almaz sanki 0 kilometre araba almış gibi heyecanla gösterir. Diğerleri de onun heyecanına uyar.” “Üst kat komşumuzun eşi Avustralya’da oturuyordu. Ona mektup gelince hemen pulunu alırdım.” “Yedi yaşımdaydım pul biriktirmeye başladığımda önce bir hobiydi, sonra aşk oldu.” “Pulda inanılmaz bir iletişim gücü var.” Yönetmen Ümit Topaloğlu’nun çektiği “Bir Filateli Öyküsü” belgeselinden bu sözler. Bir pulun peşine takılıp hayatını yaşayan insanları anlatıyor Topaloğlu. Metin yazarı Bayram Deniz, kurgu Özgür Candan’a ait. 1001 Belgesel Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan belgeseli yönetmeni anlatıyor… Filatelistlerle ilgili belgesel çekme fikri nereden çıktı? Pelin Esmer’in amcası üzerinden koleksiyonerlerin yaşamını, ruh halini anlattığı “Koleksiyoncu” filmi ilginç gelmişti. Koca koca adamlar bir şeylerin peşinden gidiyor, bütün hayatlarını buna göre düzenliyor. Ben de bu adamların peşinden gitmek istedim. Evet ama siz pulun peşinden giden hayatları seçmişsiniz izlemek için. Neden? Pul sanki hayattan çok uzakmış gibi geliyor, oysa tam tersine pul üzerinden o kadar çok şey okumak mümkün ki… Mesela pul devletlerin bağımsızlık sembolüdür; para, pul, bayrak. Devletlerdeki iktidar ve politika değişikliklerini de görebiliyorsunuz pullardan. 27 Mayıs’ta çıkarılan, bir askerin yaralı bir öğrenciye yardım ettiği bir pul var mesela, üzerinde de “kardeş kardeşe vurur mu” yazıyor. 2002’de iktidar değişiyor, 2003’te Nur Cemaati’nin önemli adamlarından Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri diye birinin pulu çıkıyor. Yani iktidarın yüzü nereye dönüyorsa, onla ilgili pul basılıyor. Her pul bir mesaj. Kaç kişiyle görüştünüz? Devlet Tiyatroları’ndaki “Ölüleri Gömün” oyunu savaşların perde arkasını anlatıyor... Ölüler gömülmeyi reddederse aybedecek hiçbir şeyi olmayanlar bir sistem için en tehlikeli olanlardır kuşkusuz. Öyleyse en çok korkulacaklar belki de ölüler; en çok da genç ölenler, hayatın borçlu oldukları... Hele bir de sistemin işlemesi için ölmek zorunda bırakılmışlarsa... Bunlar da nereden mi çıktı? Devlet Tiyatroları’ndaki “Ölüleri Gömün” oyunundan. Irwin Shaw’ın 1936’da yazdığı oyun, savaşta ölen altı askerin kendilerine dayatılan kaderi kabul etmeyerek, yeniden dünyaya dönmelerini, artık kendileri için savaşmalarını anlatıyor. Şakir Gürzumar’ın yönetmenliğini yaptığı oyun, kalabalık bir oyuncu listesine sahip; Musa Uzunlar, Salih Dündar, Civan Canova, Ali Fuat Çimen, Cengiz Daner, Erdal Bilingen, Ekrem Tuna Öztunç, Umut Tabak… Biz de oyunculardan Civan Canova ve Ekrem Tuna Öztunç’la konuştuk... Bu oyunun diğerleri arasında yeri nedir? Civan Canova: Ben oyunda bir yüzbaşıyı canlandırıyorum. Zamanında bilim adamıymış, orduya katılmış. Savaş onu da vahşileştirmiş. Bu gencecik insanların ölmemelerini öneren, savaş karşıtı bir oyun. Yeni çıkılmış savaşın sıcaklığında, iki dünya savaşı arasında yazılmış. Yine de bugüne ve bundan sonraki zamanlara da hitap ediyor. Bu iktidar savaşları, çatışmalar sürdükçe insanlar maalesef ölmeye devam edecek, ölenlerin yerine de kalanlar bu oyunları yazacak. Çünkü ölenlerin ne kendini savunma, ne de bir araya gelip isyan etme şansı var. Bunları biz yapmalıyız. Ekrem Tuna Öztunç: Ben aslında oyunun manifestosunu anlatıyorum. Dirilen ölülerden biriyim. Farklı kültür, ortamlara ait diğer beş cesedi ben yönetiyorum. Biri kadınları seven, uçuk kaçık biri. Diğeri tornacı, biri çiftçi. Ben, içlerinde en çok darbe yemiş kişiyim. Aç kalmışım, hep ayakta kalmak için mücadele etmişim. Bunlar birikip ideolojik bir bilgiye dönüşmüş. O yüzden “Büyük makineleri kullanan insanlara, kürek K “Ölüleri Gömün” oyunundan (solda). Civan Canova (sol altta) ve Ekrem Tuna Öztunç (altta). SELÇUK EREZ Avrupa Mahkemesi haddini aştı! A vrupa İnsan Hakları Mahkemesi yine demokrasimize ve bağımsız yargımıza müdahalede bulundu: 1996 ve 2003’ten bu yana Kocaeli’nde tutuklu bulunan G. Adıyaman ve G. Erman’a Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarına ilişkin maddelerinin ihlal edildiği gerekçesiyle15 bin ve 9 bin Avro tazminat ödenmemize karar verdi. Bu ülkede seçimde oyların çoğunu almış ve bu nedenle istediği her şeyi yapma yetkisini de edinmiş olan bir iktidar varken AİHM, epeyi bir süredir yetki gaspı yaparak burnunu içişlerimize sokmaktadır. AİHM’ye çok meraklıysa gelip burada bir parti kurması önerilmelidir. Seçimde boylarının ölçüsünü alır giderler o zaman! Bizim gerçek demokrasiye kavuşmamızı geciktiren sadece AİHM değildir. Daha birçok engelin de aşılması gerekmektedir. İşte biz bunu sağlamak için yeni bir anayasada değişiklikler paketi hazırladık. Tabii ki sorulara toptan cevap verilmesi gerekecek bu paket, kabul edildiğinde Türkiye, Batı’ya en az on adım daha yaklaşmış olacaktır. Paketteki Öneriler: Madde 6: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” maddesine “Kimse aksini ileri süremez” cümlesinin eklenmesi, milletimizin gerçekten kayıtsız şartsız egemen olmasını kesinlikle sağlayacaktır. Madde 17: Bu maddede yer alan “Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz” hükmüne, “hatta kendisi istese bile” cümlesi eklenerek bazı mazoşistlerin kendilerini bir bahaneyle kolluk güçlerine coplatıp Türkiye’yi, insan haklarına saygısız bir ülke olarak belletmeleri engellenecektir. Madde 27: “Herkes istediği yabancı dili öğrenebilir ve o dilde şarkı söyleyebilir” hükmünün 27. maddeye eklenmesi, eğitim özgürlüğünü pekiştirecektir. Madde 90: Anayasaya, hükümetlerin, “AİHM’ye aday gösterilenler Fransızca ya da İngilizce konuşabilmelidirler” hükmünün “Arapça bilmelidirler”e değiştirilmesi için her yola başvurmakla yükümlü oldukları cümlesi eklenecektir. Ayrıca, “Hükümetlerimiz, AİHM kararlarının ilgili ülke başbakanlarının yazılı mütealası göz önüne alınmadan verilmemesi gerekir kuralının kabulü için çaba gösterecektir” hükmü de yeni pakette yer almaktadır... Anayasa paketine “Başbakan, AİHM’de devletle davacı arasında Ombudsmanlık yapacaktır” hükmü de eklenecek, AİHM ya da bu kuruluşu oluşturmuş mercilerin bunları kabul etmemesi, “casus belli” (yani savaş nedeni) kabul edilecektir. G [email protected] sallayan insanlara, parasızlıktan bebekleri karnı şişerek, kemikleri çürüyerek ölen insanlara, başkasının savaşını savaşmaya giden insanlara anlatacağım var” diyerek, diriliyor. Oyun ilk defa, 2008’de oynayacaktı, ancak olmadı. Yine de Şakir Gürzumar peşini bırakmadı ve bugün karşımızda. Gerçekten cesur bir oyun Devlet Tiyatroları için… C. Canova: Devlet Tiyatroları kimsenin güdümünde değil. Kimse şunu oynayın ya da oynamayın, demiyor. Karar yine bizim karar mekanizmamızdan çıkıyor. Ancak gecikmiş bir oyun, evet. Böyle şeylerin önünün açılması gerekiyor. Belki alışkanlıktan, bir oyun koyalım dendiğinde, eski defterler karıştırılıp, “Hım bu iyiydi, bunu koyalım” deniyor. Oyun yıllar önce, başka bir ülke için yazılsa da, Türkiye’de yaşanan travmalara da birebir uyuyor oyun. C. Canova: Evet, zaten tiyatronun güzelliği de bu, değil mi? Evrensel olması. Dileriz 100 yıl sonra bu mesajları vermeye gerek kalmaz. E. T. Öztunç: Sadece Türkiye’yle değil, dünyanın pek çok yeriyle örtüşüyor. Ortadoğu’daki süreç, Türkiye’de yaşananlar, Uzakdoğu’daki durum... Savaşa hep bahaneler uydurulur. Eskiden komünizm bir tehlikeydi, şimdi radikal İslam tehlike. Sistem kendini var edebilmek için mutlaka bir bahane uydurur. Bir savaş çıkacak ki, silah tüccarları, ilaç firmaları kazanacak, kapitalizm ayakta kalacak. Savaş için hep kullanılan temel argümanlar vardır; şovenizm, milliyetçilik, din... C. Canova: Doğduğumuz andan itibaren hepimize birtakım değerler empoze ediliyor, onlarla şekillendiriliyoruz. Değer yargıları içinde can vermek de var. Sadece bazı güç odakları için ölüyoruz. Bütün insanlığın başka bir düşünce biçimine girmesi lazım. Bize empoze edilenlerin dışına çıkıp neredeyiz, ne yapıyoruz diye sorgulamalıyız. Bu oyun bu yüzden önemli. Savaşsız bir dünya gerçekten mümkün mü? C. Canova: Evet, ama bunun için sistemlerin değişmesi lazım. Bu sistem tamamıyla sömürüye, gücün kayıtsız şartsız üstünlüğüne dayanıyor. Jean Jacques Rousseau’nun, Voltaire’ın, Montesquieu’nun teorileri hayatta yerini bulamıyor. Bu sistemde orta ve alt sınıfın hiç söz hakkı yok. Ülkelerin de kendilerini yönetme hakları yok. Bundan sonra da böyle giderse insanlık kendi kendini yok edecektir. Oyun nasıl tepkiler alıyor? C. Canova: Beğenen de var, beğenmeyen de. Ama ilgi çok. Bütün oyunlar dolu oluyor. İnternette okuduğum eleştirilerde uzun bulan, çok gürültülü diyen var, ama asıl tepkiyi seyirciden alıyoruz tabii. O da çok olumlu. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle