Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 KASIM 2010 / SAYI 1285 5 Amerika’ya yalnızca turist olarak gidiyorum Amerikalı Stuart Kline 27 yıl önce kendi isteğiyle Sinop’taki NATO üssüne asker olarak geldi ama bir daha dönmedi. İlk önce askerlikten atıldı, zaten ordu ona göre değildi. İstanbul’da, Eminönü’nde yediği simidin tadını hiç unutamadı. Her işten biraz yaptı. Kitaplar çevirdi, tercümanlık yaptı, müzik grubunda çaldı, kitap yazdı. Çocukluk sevdası havacılığa minnetini de Türk havacılık tarihinin uzmanı olarak ödedi. Stuart Kline ALİ DENİZ USLU İstanbul umut dolu bir şehir Türkiye maceranız nasıl başladı? Askerde mors ve kripto sınıfındaydım. Bizim ekip sekiz kişilikti. Sınıfı geçince, donanma, mors kod çözücülerini dünyaya dağıtmaya başladı. Japonya, Kore ve Türkiye’yi seçebiliyorduk. Ben Türkiye’yi seçtim ama bunun özel bir nedeni yoktu. Zaten burasıyla ilgili aslında hiç fikrim de yoktu. Yalnızca içimden geldi o kadar. Ben de 1983 yılında Sinop’ta bulunan Amerikan üssüne doğru yola çıktım. İlk Sinop’a mı geçtiniz? Temmuz ayıydı, İstanbul’a indim. Taksim’de bir gece kaldım, ertesi gün Sinop’a Amerikan ordusuna ait çift motorlu küçük bir uçakla uçtum. Nasıldı Sinop’taki günleriniz? Askerliği ve yaptığım işi sevmiyordum. Şifreli metinleri yine şifreliyorduk. Yani bilmediğimiz bir dili başka bir dile çeviriyorduk. Günde sekiz saat çalışıyordum, sıkılmaya başlamıştım. Kaç yaşındaydınız? 20 yaşında, mutsuz ve umutsuzdum. Ne kadar sürdü bu mutsuzluk ve umutsuzluk? 1984 yılında askerlikten men edilip, kovulana kadar. Ne yaptınız da kovuldunuz? Kaşınıyordum, hem de çok. Düzgün bir adam değildim, emirleri dinlemiyordum. Tabii itaatsizlikten suçlandım. Sıklıkla üssün dışında kalmaya çalışıyordum. Mesela otobüse binip Samsun’a gidip, üniversite öğrencileriyle takılıyordum. Hatta Samsunlu bir arkadaşım vardı; ismini hatırlayamıyorum ama kırmızı bir Ford Mustang’i vardı, 1973 model. Beni gezdiriyordu. Samsun’u çok sevmiştim, özel bir yerdi. Şimdi bir fırsat bulsam da gitsem diye çabalıyorum. O dönemde başka şehirlere gitme fırsatınız olmuş muydu? Aralık ayında iki hafta iznim vardı. Tüm arkadaşlarım Amerika’ya döndü. Bense Konya’ya, Mevlana’yı görmeye gittim. Çok etkilendim. Zaten merakım sınırsızdı. Dünyanın her yerinden turist vardı oralarda. Hem biliyor musunuz, ben orada âşık oldum. Ne okuyordu hatırlamıyorum, bir üniversite öğrencisiydi. Sinop’a döndüğümde mektuplaşmaya başladık ama İngilizcesinin yetersiz olduğunu, o yüzden çok üzüldüğünü anlattı ve ilişkiyi bitirdi. 12 yıl sonra öğrendim ki Ankara’da bir üniversitede İngilizce öğretmenliği yapıyormuş. Ben de Türkçe öğrendim. Kadere bak! Bir daha da görüşemedik. İstanbul’a ne zaman döndünüz? İstanbul’a ara ara gidebiliyordum. Hatırlıyorum da 1983 yılında bir simit 10 liraydı. Onun tadını hiç unutmadım. Ordudan ayrılıp Amerika’ya, Los Angeles’a döndüğümde ailemin yanına yerleştim. Ne yapmak istediğimi bilemiyordum. Tek bildiğim orada geleceğimin olmadığıydı. Her işi yaptım, pizza bile dağıttım. Doğru insanlarla arkadaş değildim ve batağa saplanmak üzereydim. Kumar, uyuşturucu derken yoldan iyice çıktım. Yani Amerikan rüyasını yaşadınız? Evet, o rüyanın kâbus olduğunu bilir herkes. Zaten güzel kısmı da ayık kafayla görülmez. Ben de bu girdaptan çıkmak için çok düşünmedim. İstanbul’a gelmek için hemen harekete geçtim. Babamdan ödünç para aldım, hatta çaldım. İlk geldiğimde Çemberlitaş’ta bir pansiyona sığındım. İngilizce kursunda çalışmaya başladım. Hatta oranın patronunu gördüm geçen hafta, tam yirmi yıl sonra... Amerika’ya dönmeyi hiç düşünmediniz ya da orada kapıldığınızı söylediğiniz umutsuzluğa burada hiç kapılmadınız mı? Döndüm ama yalnızca turist olarak. Ayrıca İstanbul’da umutsuz olmak için neden de yok. Burası umutlu bir şehir. Umut dediniz ya o zaman belki de aşkı Konya’dan sonra İstanbul’da bulmuşsunuzdur? Evet, buldum. 1995 yılında da evlendim. Tanıştıktan altı ay sonra, onun doğum gününde evlendik. Her şey güzeldi ama yürütemedik. Çünkü benim hiç düzgün bir işim olmadı, dağınık ve zordum. Kazancım da bölük pörçüktü. Ayrıca tüm paramı müzayedede havacılık sevdama yatırıyordum. Bir oğlum var, ismi Jonathan Meriç, 13 yaşında. Hikâyeniz de çok dağınık ve farklı. Bakın hâlâ havacılık üzerine çalışmalarınıza gelemedik. Nedir sizi havacılığa bu kadar bağlayan? Havacılık sevdam çocukluğumdu. Ailem 1976 yılında beni Pensilvanya’daki 4 Temmuz kutlamalarına yollamıştı. Los Angelas’tan ilk kez uçağa binmiştim, henüz 13 yaşımdaydım. İşte o gün her şey değişti. O zamandan beri havacılıkla ilgili her şeyi biriktiririm. Peki ya Türk havacılık tarihine nasıl sardınız? Çeviri ve tercüme işleriyle uğraşırken burada bu konu üzerine bir yayın olmadığını fark ettim. Dönence Yayıncılık ile Türk Havacılık Kronolojisi’ni hazırlamak için bir buçuk yıl çalıştık. Ama bunu benim aklıma sokan asıl şey 1931 yılında New Yorkİstanbul arasında yapılan ikmalsiz uçuşu öğrenmiş olmamdı. Pek bilinmeyen bir hikâye bu. Nedir aslı? Russell N. Boardman ve John L. Polando isimli iki pilot 1931 yılında rekor kırarak New Yorkİstanbul arasındaki 8065 kilometrelik mesafeyi 49 saatte tamamladı. Dönemin en uzun mesafeli uçuşunu gerçekleştirdi. Pilotların kullandığı dokuz silindirli 300 beygirlik J6 WrightCyclone motorlu Cape Cod marka bir uçaktı. Kalkış ağırlığının üçte ikisi akaryakıt ve motor yağından ibaretti. Ayrıca uçaktaki altı yolcu koltuğunun yerine yakıt deposu konmuştu. Uçak Yeşilköy Havalimanı’na indiğinde yalnızca 1520 litre yakıtları kalmıştı. Bundan heyecan verici bir hikâye olabilir mi? Benim hâlâ tüylerim diken diken oluyor. İşte Türk havacılık tarihini araştırmaya böyle karar verdim. 1911’de kurulan Türk Hava Kuvvetleri’nin bu zamana kadar kullandığı uçakları araştırdım ilk. Pilotların aileleri ve yaşayanlarıyla iletişime geçtim. Hatta Sabiha Gökçen ile tanıştım. Atatürk’ün diğer manevi kızı Ülkü Adatepe ile görüştüm. Ne de olsa Türkiye için bir yabancıydınız. Türk havacılık tarihini araştırırken sıkıntı çektiniz mi? İlk fark ettiğim tüm bunları yalnız yapacağımdı. Yardım da beklemedim, işe koyuldum. Romanya, İngiltere, New York, Teksas, Almanya, İstanbul ve birçok yerde yaşayan, Türk havacılık tarihiyle ilgilenen birçok isimle iletişime geçtim. Elbette hem bir Amerikalı, hem de bir araştırmacı olmadığım için gerekli ilgiyi görmediğimi düşünüyorum. Şimdi de kafamda pek çok proje şekilleniyor. Ataköy Yunus Emre Kültür Sanat Galerisi’nde açtığım, küratörü olduğum havacılık sergisiyle yola devam ediyorum. G tuart Kline tuhaf ve ilginç bir adam. Hikâyeleri o kadar çok ki... Neresine dokunsanız pul olup dağılıyor ve hikâyelere bölünüyor. Meraklı, heyecanlı ve tutkulu. Bu zamana kadar kararlarını hep hızlı vermiş. Belli ki korkmuyor yaşamın ona getireceklerinden. Amerikan rüyasının bir kâbus olduğunun farkında. Zaten artık kendini buralı görüyor. Evinin balkonundan Haliç’i seyredip dostlarıyla rakı içmek ona yetiyor. Çünkü İstanbul onun için umutlu bir şehir. 1976 yılında, henüz 13 yaşında ilk uçağa bindiği günkü heyecanı ise hiç eksilmiyor. Şimdilerde yoluna Ataköy Yunus Emre Kültür Sanat Galerisi’nde küratörü olduğu havacılık sergisiyle devam ediyor. S Türkiye’nin Mustang’i Renault 9’dur Samsun’da Mustang arabalı bir arkadaşım var demiştiniz. Bu araba pek çok insanın rüyası, hele de 1964 modelleri. Ama siz burada 20 yıllık bir Renault 9 kullanıyorsunuz. Herkes olmayanı arıyor demek ki! Türkiye’nin Mustang’i benim için o. Ama Murat 124’lerde Mustang olabilir belki. Hani ne diyor buradakiler “ayağımı yerden kessin yeter”. Ben de aynen böyle düşünüyorum. Hem bu arabalar çok sağlam, benzinini koy sonsuza kadar giderler. İstanbul’da nerelerde yaşadınız ve bu şehirle ilişkiniz nasıl? Cihangir, Arnavutköy, Bulgurlu ve Beylikdüzü’nde yaşadım. Şimdi Beyoğlu’dayım. En çok Beylikdüzü’nde zorlandım çünkü mahalle yoktu, hep site vardı. Her tarafımızı alışveriş merkezleri sarmıştı. İyi gitmeyen bir şeyleri hissediyordum, samimi değildi. Çok yabancıydı. Şimdi evimin balkonundan Haliç’i seyrederken mangal yapıp, dostlarla rakı içmek en büyük keyfim. Burayı bu kadar seviyorsunuz, vatandaşlık başvurusu yaptınız mı? Henüz beceremedim, istiyorum. Eğer başarabilirsem havacılıkla ilgili arşivlere ve bilgi merkezlerine çok daha rahat ulaşacağımı düşünüyorum. Aileniz ne dedi burada kalma kararınıza, görüşüyor musunuz? Altı yıldır gitmedim Amerika’ya. Bir keresinde annem gelmişti. Buna o kadar takılmıyorum çünkü teknoloji bize her türlü iletişim olanağını sağlıyor. Belki onlar da buraya gelir bir gün. G Yunus Nadi (soldan 4.) Junkers uçağıyla Ankara’dan İstanbul’a gitmek üzere... (30 Mayıs 1928) Çıkardığım kitapları ve çalışmalarımı gösterdim. Yüzündeki ifade hiç değişmeden şöyle dedi, “Sen biraz Türkleştin!” “Biraz mı?” diye geçirdim içimden. O dönemde tezgâhtarlık da yaptım. En son Tünel’de bir yayınevindeydim, çeviri işiyle geçimimi sağlıyordum. Tabii çalışma izniniz yoktu, turist vizeniz vardı. Bu ilk başlarda sıkıntı yaratmamıştı ama iki yıl sonra işler bir anda değişti. Sahil yolunda otostop çektim, Ortaköy’e gitmek için. Tophane’de bir delikanlı beni aldı. Arabası Murat 124’dü. Deli gibi kullanıyordu, inmeye fırsat bulamadan önümüzdeki arabanın üstüne çıktı. Benim kafam yarıldı, kan revan içinde Şişli Etfal’de buldum kendimi. Soruşturma, tutanak derken yasal çalışma iznimin olmadığı ortaya çıktı hem yaralı hem de işsiz kaldım. Şansınızı denemediğiniz iş kalmamış. Hatırladığım kadarıyla müzik maceranız da olmuştu. Funk Doctors ile 90’lı yıllarda sahne bile aldınız. İyi piyano çalarım. Zaten çocukluğumdan bana bir tek o ve havacılık sevdam kaldı. Müzisyen Richard Hamer kapı komşumdu, iyi de bir dosttu. 1993 yılında Richard, Filip Sümbülkaya, Demirhan Baylan ile Hayal Kahvesi ve Kemancı’da çalmaya başladık. Müziğe niye devam etmediniz? Bir gece Hayal Kahvesi’nde konser sırasında küçük bir tartışma oldu ve ben konseri bırakıp çıktım. Bir daha da dönemedim. Hayatımdaki en büyük pişmanlıktı o. Sonunda yine işsizdim. Tercüme yapmaya devam ettim, filmler, belgeseller için kitap çevirdim. G C M Y B C MY B