Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 İnsan olmayan her hayvan ölümü hak eder! Sokaklar iki gün sonra yeniden kana bulanacak, çünkü “kurban” bayramı yaklaşıyor. Aslında kurbana da gerek yok, sadece İstanbul’da her gün 1520 bin inek kesiliyor. Dahası da var; kozmetik ürünleri için yapılan vahşi deneylerin, damak tadımız için işkencehaneleri aratmayan çiftliklerde yetiştirilmenin, güzel görünmek için üretilen giysilerin, yalnızlaşmış şehir insanının “sevgi” ihtiyacını giderme zorunluluğunun, sokakların sebepsiz şiddetinin mağduru hep onlar; hayvanlar. Peki neden hayvanları öldürme, onların haklarını elinden alma hakkımız olduğunu düşünüyoruz? Bu bayram da can verin aytap Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat, Kurban Bayramı’ndan önce “Bu bayram can almayın, can verin” diyor. Henüz Kurban Bayramı’nda bağış yapmaya alışkın değiliz, ancak bir hayvanı öldürmek için harcanacak parayla bir çocuğun hayatını kurtarabilir, birkaç çocuğun bilgisayarı olmasını sağlayabilirsiniz. Tabii kurban kesmek bir statü simgesi gibi algılandığından, bu anlayışın yerleşmesi için zamana ve en çok da duyarlılığa ihtiyaç var. Yine de Şenpolat’a göre bir geçiş dönemindeyiz. O süreç sonunda hayvanların öldürülmesine hiç ortak olunmamasından yana, ancak ille de et yenecekse en azından acısız kesime yönelinmesini istiyor. “Bir hayvan kafası kesildikten sonra en az iki üç dakika daha can çekişiyor” diyor, “İsviçre’de, Avusturya’da acısız kesime geçildi, bizde de olsun diye bekliyoruz. Diyanet de destek verdi nihayet buna. Bunlardan sonra kurban kesmek yerine güvenilen bir kuruma bağış yapma konusunda duyarlılık yaratmaya çalışacağız, bu uzun bir zaman alacak. Çocuklar ölüyor, ete değil, ilaca ihtiyacı var onların. O parayla çok şey değiştirebilir, Doğu’ya kalem, kâğıt gönderebilirsiniz”. Daha önce bayramda, LÖSEV’le ortak bir kampanya yapmış Haytap, ilaç ve ameliyata muhtaç çocuklar için para toplamış. Kim, bir çocuğa yardım etmenin, bir hayvanı inanç uğruna da olsa öldürmekten daha “sevap” olduğunu söylemez ki? Yine de sokaklarda yaşanan vahşet devam ediyor. Sokaktaki kesimleri engellemek için İstanbul’da cezai yaptırımlar var, ancak ya Türkiye’nin geri kalanında? Üstelik bu yaptırımlar İstanbul’da bile H hayvanların işkenceyle, çocukların gözü önünde kesilmesini engelleyemiyor. Tabii sorun sadece Kurban Bayramı değil, Şenpolat’ın gösterdiği rakamlar hayvan zulmüne dair büyük tabloyu çok iyi gösteriyor: “Sadece İstanbul’da her gün 15 ile 20 bin arası inek kesiliyor.” Buna Kurban Bayramı ve kaçak kesimleri de ekleyin. Bir ineğin hamilelik süresi insanla aynı. Bir batında sadece tek buzağı doğurabiliyor bir inek. “Bu kadar insanın et yemesi için bir ineğin çektiği cefa çok fazla” diyor Şenpolat, “Bir de yavrusunu elinden alıp, gözünün önünde kesiyorlar, insanlar süslü püslü etleri yerken bu vahşeti görmediği için kolaylarına geliyor. Aslında yapılanlar ne vicdanla, ne merhametle bağdaşıyor.” Haytap’ın hayvanlara zulme karşı cezai yaptırımların ağırlaştırılması için, şu an Meclis’te bekleyen bir yasa önerisi var. Yasa sadece hayvanlara kötü muamelenin kabahatler kanunundan çıkmasından ibaret değil. Şenpolat’ın deyimiyle, “Uçan kuştan hayvanat bahçesindeki zürafaya kadar” hayvan haklarının pek çok faktörünü kapsayan bir yasa bu. “Yurtdışında hayvanlara kötü muamele hapisle cezalandırılıyor. Çünkü bugün kediye işkence yapan yarın toplumun başka bir zayıf halkasına bunu yapabilecek bir potansiyel taşıyordur” diyor Şenpolat. Haklı da. Para cezasıyla kurtulan kötü niyetli insanlara bir şekilde paran varsa istediğini yap, demiş oluyor bu yasa. Hayvan haklarını korumanın yolu, toplumsal duyarlılığı geliştirmekten geçiyor kuşkusuz. Haytap da bunun için uğraşıyor. Şenpolat, “100 yıllık bir gelenek hayvan öldürmek, önce bunu kırmak lazım. Pek çok çözüm varken, hâlâ belediyeler köpek zehirliyor” diyor. G Kürke Hayır Platformu’ndan Ezgi Aktaş ve veteriner Ozan Berberoğlu anlatıyor Üstünüze ölüm giyiyorsunuz Kürk yeniden moda oldu. Peki elimizde rakamlar var mı, yılda kaç hayvan derisi için öldürülüyor? Ozan Berberoğlu: Yıllık 50 milyon olarak tahmin ediliyor. Bunun en az 2 milyonunu kedi ve köpekler oluşturuyor. Kalan kısmı fok, tavşan, rakun, vizon, tilki, kurt, vaşak, sincap, kokarca ve daha birçok memeli türü kapsıyor. Bir kürk manto yapmak için yaklaşık 1215 vaşak, 1520 tilki, 6080 vizon, 30 rakun, 1012 kunduz, 60100 sincap akıl almaz yöntemlerle öldürülüyor. Yine en pahalı kürk ürünlerinden kabul edilen astragan için onlarca Karagül ırkı koyun, anne rahminden alınarak yüzülüyor. Bu katliamda hangi ülkenin ne kadar payı var? O. Berberoğlu: Kürk, giyim sektöründe her zaman yön verici ve pahalı bir ürün olarak algılanıyor. Bu yüzden kürk talebi insanların refah seviyesi ile orantılı olarak artıyor. Bu anlamda Avrupa ve Amerika’da kürk kullanımı oldukça yaygın. Yine buralarda, kürk karşıtı mücadelenin büyüklüğü de talebin büyüklüğünün bir yansıması olarak algılanabilir. Kürkün ev eşyası ve dekorasyon amaçlı kullanımı ise özellikle Çin’de üretilen ürünlerle tüm dünyaya yayılıyor. Tüylü anahtarlıklar, biblolar, yastık kılıfları özellikle ucuz kedi ve köpek kürkü ile şekillendirilmiş olabiliyor. Ezgi Aktaş: Endüstri, ünlü tasarımcılarla el ele vererek değişik kesim ve boyama teknikleriyle eskiden hantal görünen kürkü modern ve arzu edilir bir hale soktu. Bir post gibi görünen paltolar yerine, kürk giysinin bir bölgesinde tamamlayıcı olarak kullanıldı. Bu, insanlarda bir yanılsama yarattı. Amaç insanlara bir zamanlar o kürkün bir canlıya ait olduğunu unutturmak ve kürkü dokunmaktan keyif alınan saten kumaşmışçasına arzu nesnesi haline getirmekti. Bugün belki kimse boynundan tilki kafası sallandırmıyor ama kürk çok farklı yerlerde karşımıza çıkıyor. Bilerek tüketenler bir yana, kürk aldığını fark etmeden satın alanlar da var. Platform olarak kürkün gereksiz ve kanlı yöntemlerle elde edilen bir tüketim maddesi olduğunu anlatmayı, kürkü bilerek ya da bilmeyerek satın alanlara ulaşarak konuya “adil üretim/adil tüketim” kavramları açısından bakmalarını sağlamayı amaçlıyoruz. Ayrıca kürk içerikli ürünler kullanmakta ısrar eden tasarımcılar ve markalar konusunda insanları bilgilendirmek, medyada kürk hakkında değişik bakış açılarıyla yayımlanmış haberlerin sayısının artmasına katkıda bulunmak ve tasarımcıların kürk vahşetine gözlerini açması da hedeflerimiz arasında. Tüketimin bu kadar pohpohlandığı, var olmanın tüketmekle eşdeğer tutulduğu bir çağda yaşıyoruz. “Adil üretim/tüketim” mümkün mü gerçekten? E. Aktaş: Adil üretim/tüketim kavramı yenilenebilir enerjiyi destekleyen, insan ve canlı haklarına saygılı, üretimine hiçbir canlının acısı karışmamış tüketim anlamına geliyor. Yani kot işçilerini düşünerek taşlanmış kot giymemek, organik beslenme adına on binlerce kilometre öteden yiyecek getirtmektense yerel üreticiyi tercih etmek, endüstriyel gıda üretimini tercih etmemek birbirinden bağımsız değil. Günümüzde “etik/adil” kavramlarına inandığı için “uzaylı” addedilen insanların çoğunluk olacağı günlerin geleceğine inanmak istiyoruz. Ne tür çalışmalar planlıyorsunuz? E. Aktaş: Platformun uzun yıllarca biriktirdiklerini bir araya toparlayacak bir proje başlattık. Deniz Marşan ve Başak D. Fransez’le “Etik ve Kansız Alışveriş Rehberi” adlı bir kitapçık hazırlıyoruz. Kürk konusunu pek çok boyuttan ele alacağız. Ünlü isimlerden, Greenpeace Akdeniz’den, tasarımcılardan, çeşitli meslek profesyonellerinden insanların görüşleri olacak. Twigy markasının yaratıcısı ve Birleşmiş Markalar Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sinan Öncel projeyi destekliyor. Bilim ve doğa temalı kitapları okuyucuyla paylaşan Resif Kitap da destekçilerden. G 1 “Hayvanlar ve insanlar aynı şekilde ıstırap çeker ve ölürler… Çekilen acı aynı, kan dökülmesi aynı, ölümün kokusu aynı, yaşamın küstahça, acımasızca, zalimce çekip alınışı aynı… Bunun bir parçası olmak zorunda değiliz.” Dick Gregory ine de çoğumuz bunun bir parçası olmaktan memnunuz. Her yıl, dini gerekçelerle sokaklardan yükselen kan ve ölüm kokusu da bunun göstergesi değil mi? İki gün sonra sokaklar yeniden kana ve ete kesecek, ama ne katliamdan bahsedilecek, ne de hayvan haklarından. Konuşmalar ya ekonomik krizin vurduğu kurbanlık satışlarıyla ya da daha modern katletme biçimleriyle sınırlı kalacak. Oysa hayvan haklarının en çok çiğnendiği yer, mutfaklar, süpermarketler, alışveriş merkezleri. Y Hayvanlara karşı suçumuz bununla sınırlı değil. Her yıl dünyada 50 milyon hayvanın kürk için öldürüldüğünü biliyor muydunuz? Sadece İstanbul'da her gün 1520 bin inek kesildiğinden haberiniz var mı? Gözümüze sürdüğümüz rimel için kaç tavşan kör oldu, kim bilir. Ya biz kassız, yumuşak bir antrikot yiyebilelim diye kaç dana bir milim bile hareket edemeyeceği bir mekânda yetiştiriliyor? Kaç maymun bizi güldürmek için sirklerdeki işkencelerin mağduru? Evcil hayvanlara biçilen, yalnızlaşmış şehir insanının “sevgi” ihtiyacını giderme görevi de cabası. Üstelik hayvan hakları, en adil, eşitlikçi insanların bile kolayca çiğnediği hakların başında geliyor. PETA’nın geçen ay İstanbul’u Hayvan Zulmü Başkenti ilan etmesi boşa değil. Peki neden hayvanları öldürme, haklarını ellerinden alma hakkımız olduğunu düşünüyoruz? Yanıtı felsefeci Peter Singer “Hayvan Özgürleşmesi” kitabında; “tür 2 ESRA AÇIKGÖZ SİNEM DÖNMEZ 1. Her canlıya eşit yaşam hakkını isteyen hayvan hakları savunucularının eyleminden... 2. ALF, laboratuvarlardan, et ve yumurta çiftliklerinden hayvan kurtarma ve sabotaj eylemleriyle tanınıyor. ayrımcılığı” kavramıyla anlatıyor. “Bizim türümüzden olmamaları, onları köle yapma ve onlara her istediğimizi yapabilme hakkını vermez” diyor Singer, “Bunun erkeklerin kadınlardan güçlü, Almanların diğer ırklardan üstün olduklarını iddia etmekten ne farkı var? Kadın özgürleşmesinde hakları elinde tutanlar erkekler, siyah özgürleşmesinde ise beyazlar. Hayvan özgürleşmesinde daha zor bir durum söz konusu, çünkü burada tüm insanların içinde olduğu bir çıkar ilişkisi bulunuyor. Bu da durumu daha da zorlaştırıyor tabii”. Haklı. Öyleyse tam da “Kurban Bayramı” arifesinde, hayvanları konuşmaya ne dersiniz? İşte Hayvan Özgürleşmesi İnisiyatifi’nin, PETA Almanya’dan Magdalena Sherk’in, Haytap Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat’ın, Kürke Hayır Platformu’ndan Ezgi Aktaş ve veteriner Ozan Berberoğlu’nun anlattıkları. Söz önce Hayvan Özgürleşmesi İnisiyatifi’nde (HÖİ). Kimsiniz siz, nasıl bir araya geldiniz? İnisiyatif, geçen sene İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Hasdal toplama kampında gerçekleştirdiği köpek katliamının ardından bir eylem çağrısıyla kendi adını deklare etti. Büyük bir eylem gerçekleştirdik. HÖİ’nin bireyleri buluşturma ve birlikte hareket edebilme noktası daha çok antiotoriter, antikapitalist, antihiyerarşik ve özgürlükçü olmasıdır. Herhangi bir iktidar arzusu ve çıkar beslemeyen her samimi birey ve grupla hayvanların özgürlüğü için hareket edebiliriz. Biz buna hayvan özgürlüğü için inisiyatif almak diyoruz. Hayvan Özgürlüğü sözüyle tam olarak ne anlatmak istiyorsunuz? Hayvanlar, bugün yeryüzündeki her şey gibi kapitalizmin metalaştırma süreçlerinin en şiddetlisini ve zalimini yaşıyor. Et endüstrisi, eğlence ve spor sektöründe kullanımları, sokak hayvanlarının durumu, yabanıl yaşam alanlarının gitgide daraltılması, nesli tükenen hayvanlar... Bu sömürü ve zulüm kültürünün kurbanı olmaktan kurtarılmaları gerekiyor. Bizler özgürlük için mücadele eden insanlar olarak, sosyal adaletin insan haricindeki diğer varlıkları da içine alması gerektiğine inanıyoruz. Hayvanları metaya indirgeyen ve sistematik olarak zulmeden bir kültür, hiçbir koşulda sosyal adalete kavuşamaz. Bu nedenle toplumsal kurtuluş tasavvurlarımız hayvanlar ve tüm gezegen için bir özgürleşme istemini taşıyor. 20 ülkede faaliyet gösteren Hayvan Kurtuluş/Özgürleştirme Cephesi (ALF) hayvanları sömüren kişi, fabrika veya şirketlerin korkulu rüyası. ALF aktivistleri laboratuvarlardan, et veya yumurta çift liklerinden hayvan kurtarma ve sabotaj eylemleriyle büyük ekonomik yıkımlara sebep oluyor. Öyle ki FBI’nın en tehlikeli terör örgütleri listesinde ALF de bulunuyor. ALF’le bağlantınız var mı? Aslına bakarsanız, ALF’in örgütlenme tarzı onunla bağlantı kurmayı imkânsız kılar. ALF’ler gayriresmi hücre örgütlenmeleridir. Eğer polis tarafından çözülmediyse bir hücreyi kendisi dışında hiç kimse bilemez. ALF hücreleri birbirinden bağımsız ve habersizdir. Herkes ALF olabilir. Bunun için ne kimseden emir alması ne kimseye sorması ne de diğer bir hücreyle bağlantı kurması gerekiyor. HÖİ, bir ALF hücresi değil. Hasdal eyleminden de anlaşılabileceği gibi kendi görünürlüğü konusunda bir çekincesi yoktur. Bizde hayvan hakları dendiğinde genelde sevgi, şefkat üzerinden “kimi” hayvanların korunması algılanıyor. Oysa hayvan öz gürlüğü, hayvan haklarına türcülük kavramıyla yaklaşıp, bunun etik açıdan bir gerçeklik olduğunu anlatıyor. Bu kavram üzerinden düşünüp, Türkiye’ye dair bir değerlendirme yaptığınızda nasıl bir tablo çıkıyor? Evet. Hayvan hakları veya hayvan özgürlüğü mücadelesi bugün “kimi” hayvanlarla sınırlı bir hayvanseverliğe, etyemezliğe ve hatta zengin elitin boş zamanlarında egolarını yatıştıracağı bir hobi alanına indirgendi. Bizler topyekun bir sosyal özgürlük ve adalet arzusunu arzulayanlar, hayvanlara yapılan zulmün kaynağının toplumsal tahakküm ve sömürü ilişkilerinden kaynaklandığına inananlar, hayvanlar için özgürlüğün, bu kapitalist uygarlığın topyekun reddiyle mümkün olabileceğini vurgulamak istiyoruz. Bizler sadece sokak hayvanlarına ve “süs haline getirilmiş evciller”e merhamet duyuyorsak bu, o mücadele ettiğimiz türcü, insanmerkezci ideolojinin batağına düşmüşüz demektir ve bunun hayvanların refahı ve özgürleşmesiyle bir ilgisi yoktur. Bugün anaakım hayvan hakları hareketi, devlet ve sermaye ekseninde bir çıkar hareketine dönüştü. Hayvanlar için özgürlük istemimizi, sosyal değişim koşulları çerçevesinde ifade etmeye çalışıyoruz. Türkiye, insanların çoğunluğunu ikna edebilmek bir yana, bunları açık bir şekilde dile getirebilmemizin bile çok zor olduğu bir ülke. Bırakın anaakım ideolojiyi benimsemiş insanları, muhalif ve devrimci insanlara bile hayvanlardan bahsetmek ayrı bir dert. Bu nedenle sosyal mücadeleler içerisinde bunları tartışıyor ve özgürlük fikrini daha da genişletmeye çalışıyoruz. Sirkler, hayvanat bahçeleri, et endüstrisi, sokak hayvanlarına yönelik şiddet... Türkiye’de hayvanlara uygulanan şiddetle ilgili elinizde ne gibi bilgiler var? Şiddet biçimleri saymakla bitmez. İzmir’de bir insan müsveddesinin bir kediyi tekmeleyerek nasıl katlettiğini izledi herkes. Günlerce tartışıldı. Birden hayvan duyarlılığı patlak verdi. “Hayvan yasası” istiyoruz diye sokaklara döküldüler. Hürriyet’te Ayşe Arman bir mezbaha ziyaretinde duygularını aktararak, o işyerini zulüm merkezini akladı. Tüm bu uçucu duyarlılık gösterileri, duyarsızlığın daha da artmasından başka işe yaramadı. Bu yüzden hayvan haklarını bir merhamet meselesinden çıkararak bir tahakküm meselesi olarak algılamalı ve bu türcü eğilimi terk etmeliyiz. Şiddet çok çeşitli. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma projeleriyle İBB, muazzam katliamlara girişiyor, ciddi hak ihlallerine neden oluyor. Daha önce Habitat'a hazırlık sürecinde olduğu gibi, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesiyle hayvanlara uygulanan soykırım da korkunç boyutlara ulaştı. “Temiz” ya da “modern” bir Magdalena Sherk / PETA Almanya Hayvan Zulmü Başkenti: İstanbul PETA Almanya, İstanbul’u Hayvan Zulmü Başkenti olarak ödüllendirdi! Çünkü İstanbul’da sahipsiz köpekler hadım edildikten sonra terk ediliyor ya da uzak bir yere bırakılıyor. Buralarda hastalık, açlık ya da yaralanmalar nedeniyle ölüyorlar. Sahipsiz köpekler insan şiddetinin kurbanı olmayı sürdürüyor. Hayvan hakları dernek ve aktivistleri insani doğum kontrol yöntemleri için savaşsalar da ne yazık ki sesleri duyulamıyor. Ne yazık ki PETA’nın Türkiye’de resmi olarak bağlı olduğu bir kurum yok. Bu yüzden Türkiye’deki protestolarımızı Almanya’dan koordine ediyoruz. Bizden yardım isteyen Türkiye’deki hayvan hakları dernekleri ve aktivistleriyle sürekli irtibattayız. PETA Almanya, Türkiye’deki sahipsiz hayvanlar konusunda yıllardır aktif. Bu konuda Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da pek çok protesto yaptık. Tarkan, Michael Fink ve Fabian Ernst gibi birkaç ünlü de Türkiye’deki sahipsiz hayvanların hakları için düzenlendiğimiz kampanyalarda destek verdi. 2004’te Türkiye’de yürürlüğe giren hayvan hakları yasasının en büyük sorunu uygulanmaması ve yasaya uymayanların nadir cezalandırılmaları. PETA Almanya, Türkiye’ye son olarak sahipsiz hayvanların nüfuslarının aşırı artışının yasada belirtilen insani rakamlara indirgenmesi konusunda çağrı yaptı. Bununla birlikte vahşi cana kıyımların tamamen durdurulması ve yasaklanması için çalışıyoruz. Hayvanları yaşadıkları yerden alıp başka bir yere terk eden belediyelerin cezalandırılmaları çok önemli. Otoritelere, daha önce bölgelere bıraktıkları hayvanların bakımını üstlenmeleri, petshop’larda kedi ve köpeklerin satılmasını, çiftliklerde üretilmelerini engellemeleri ve hayvan haklarını ihlal edenlere uygulanan yaptırımların çok daha katı olması konusunda baskı yapıyoruz. Hayvan haklarını korumak çok zor değil. Günümüzde, vejetaryen ya da vegan olmak deri ya da kürk giymekten daha kolay. Eğer bir hayvan almaya niyetliyseniz barınaklardan alın. Ayrıca hayvanlara zulme tanık olduğumuzda ses çıkarmalıyız. Hayvanların ve insanların uyum içinde yaşadığı bir dünya mümkün. Tabii insanlar hayvanların da acı çekmeden rahatça yaşayabilme hakkının olduğunu kabul ederse! G PETA’nın İBB’nin Hasdal’da yaptığı köpek katliamına dair protestosu. İstanbul izlenimi yaratmak için tarifsiz korku ve acılara maruz bırakılarak sokaklarda yaşamaya çalışan hayvanları sokaklardan arındırmak için insanüstü bir efor sarf etti İBB. Rant uğruna yüzlerce insan da mağdur edildi, sokak çocukları tecrit edildi, ama hayvanlar, insanların uyguladığı tahakkümün en alt basamağında yer aldığı için, “geri dönüştürülemeyecek çöp” olarak algılandığından sonuç onlar için çok daha ağır. Mezbahalarda, çiftliklerde, ormanlarda, şehirlerde, barınaklarda, laboratuvarlarda, sirklerde, akvaryumlarda, hayvanat bahçelerinde, yarışlarda ve dövüşlerde, pazarlarda vb. hayvanlara yaşatılan şiddet sürüyor. Bu şiddeti teşhir etmek için başlattığınız bir proje var; “Zulmü Görüntüle”... Bu bir teşhir ve doğrudan eylem kampanyası. Hayvanlara yapılan zulüm görüntülerini yayımlayarak zulüm yapan firmaları deşifre etme çağrısında bulunuldu. Bunun tıp ve veteriner fakültelerinde ve hayvan endüstrisinde çalışan duyarlı kesimi harekete geçireceğini düşünüyoruz. Ayrıntılı bilgi için http://zulmugoruntule. wordpress.com/ adresine bakılabilir. Peki “Kurban Bayramı” yaklaşıyor. Sokaklar işkencehanelere dönecek yakında. Bu konuda bir eylem çalışmanız var mı? HÖİ, geçen yıl olduğu gibi bu bayramda da eylem çağrısında bulundu; hayvan katliamını öven pankartların sabote edilmesi, “Kurban Cinayettir!” yazılamaları gibi. Çağrımıza kulak verildi. Beylikdüzü, Esenyurt, Gazi mahallesi, Taksim, Cevizlibağ’daki üstgeçit ve duraklarda asılı kurban pankartları imha edilmiş. Diyanet İşleri Başkanı’nın “Bu sene kurban kesilmeyebilir” açıklaması kafaları karıştı. Yurtdışından getirilen 500 bin hayvan hakkındaki spekülasyonlar da birçok insanı kurban almaktan caydıracak gibi görünüyor. Keza “kurbanlık” fiyatları da birçok insanın kurban kesmekten vazgeçmesine neden olabilir. Bu yapay koşullar dışında bu bayramın bir zulüm olduğunun farkına varıp vazgeçen insanlar olduğunu da biliyoruz. Hiçbir canlı, inanç uğruna gırtlaklarından kesilerek katledilmeyi hak etmiyor. İHH gibi kurumların ülkenin dört yanına astığı, “Kurban paylaşmaktır!” gibi kandırmaca ve zulmü örtbas eden söylemlerin yazılı olduğu pankartları kullanması ciddi bir paradokstur. Bu paradoks deşifre edilmeli. İsrail devletinin İHH’nin yardım gemilerine yaptığı baskında katledilen ve şiddet gören o insanlar ne yaşadılarsa, hayvanlar da benzer bir zalimliği Kurban Bayramı’nda yaşayacak. Hatta daha fazlasını... Kurbanı “paylaşmak” ve bereket olarak lanse ederek zulmü meşrulaştırmaya çalışan herkese, kendilerinin “hayvanlara göre birer İsrail devleti olduğunu” hatırlatacağız. G C M Y B C MY B