19 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 Ötanazi, bilim ve etiğin hiç buluşamadığı bir kavram. Sonuçsuz tartışmaların en bilineni. İnsanın iradesiyle hayatına son verip veremeyeceğini hukukçular, tıpçılar, sosyologlar ve daha pek çok bilim insanı yıllardır sorguluyor. Bazı ülkeler ötanaziye izin veriyor. Türkiye’de de bu konuda bir konferans yapıldı. Ama yaşam hakkı yokken ölüm hakkının aranması konusundaki çelişkiler konunun önüne geçti. 14 KASIM 2010 / SAYI 1286 ALİ DENİZ USLU Alejandro Amenabar’ın yönettiği 2004 yapımı “İçimdeki Deniz” tamamen felçli olan Ramon Sampedro’nun ötanazi hakkı için verdiği mücadeleyi anlatıyordu. Türkiye’de pasif ötanazi yıllardır yapılıyor Yaşam hakkı yokken ölüm hakkı olur mu? tanazi, bilim ve etiği sıkça karşı karşıya getiren bir konu. Latincedeki anlamı “iyi ölüm”, “tatlı ve acısız ölüm” yani tıbben iyileşemeyecek bir insanın kendi iradesi ile hayatına son vermek istemesi. Ötanaziyi intihardan ayıran nokta, tek başına bunu başaramayacak durumda olan kişinin eyleminde birilerine ihtiyaç duyması. İşte çok konuşulan, daha doğrusu tartışılan bu konuyu gündeme bir sempozyum getirdi. Medyanın ilgisi yok denecek kadar azdı. Zaten haberi takip için gelen üç beş kişi de sonunu bile getiremedi. Neticede Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin organizasyonuyla 8 Kasım Pazartesi günü gerçekleşen ‘Ötanaziye Evet mi, Hayır mı?’ konulu sempozyumda konu hukuk çerçevesinde tartışıldı. Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tankut Centel’in önsözüyle açılan sempozyumda Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Nur Centel, yine aynı üniversiteden Doç. Dr. Bertil Emrah Oder, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Yener Ünver, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Arın Namal ilk oturumun konuşmacılarıydı. Evet, ötanazi pek çok tartışmanın kaynağı. İşin dinsel boyutuna hiç girmiyoruz bile. Bilim insanları birbirleriyle çelişiyor. Ceza hukukçuları arasında da bir fikir birliği yok. Duruma şöyle bir bakalım. Bazı hallerde, öldürülmeyi hasta talep eder. Bir başkası da hastanın yaşamına son verir, örneğin hastaya zehir enjekte edilir veya tıbbi yardım kesilir. Ceza hukukunda buna “talep üzerine öldürme” deniyor. Dünyadaki birçok ceza kanununda bu gibi öldürmeler, kasten insan öldürme suçundan ayrı bir suç olarak düzenleniyor ve kasten insan öldürmeye göre daha az bir cezaya çarptırılıyor. Türkiye'de ise özel bir düzenleme yok. Talep üzerine öldürmeye kasten adam öldürme cezası veriliyor. Ancak kişide acıyı dindirme gibi bir saik olduğundan, bu takdiri indirim nedeni sayılarak cezasında indirim yapılabilmesi bir ihtimal. Bir başka durumda ise hastanın talebi olmasa da yakını veya bir başka kişi, onun acılarını dindirmek amacıyla hayatına son verebilir. Bu halde de yine kasten insan öldürmenin cezası içinde değerlendirilir. Diğer bir ötanazi türü ise hastaya yaşamına son vermesi için yardım edilmesi. Bu durumda bir intihar söz konusu olduğundan, kişi intihara yardımdan dolayı cezalandırılıyor. Yani durum en basit anlatımıyla bile epey karışık. Prof. Dr. YENER ÜNVER P Ö Bertil Emrah Oder Tankut Centel gelenek olabileceğini de düşünmemiz gerekiyor” diyerek başladı söze. Konuşmasında tüm dünyada ötanazinin yaşadığı çelişkinin özeti vardı. Prof. Dr Nur Centel ise durumu, “Yaşama hakkı insanın en temel hakkı, kişi bu hak üzerinde tasarrufta bulunamaz. Ancak son yıllarda bu yaklaşım değişiyor, yaşamın kısa süre sonra sona ereceği veya çok ızdıraplı olacağı hallerde ölüm öne çekilerek, ölüme aktif yardım edilmesi, tedavi yükümlülüğün yerine getirilmemesi gibi konularda farklı bakış açılara ortaya çıkıyor. Bunlar geçmişte mutlak suçtu. Şimdi olanaklı halleri var ve bazen suç sayılmıyor” şeklinde yorumladı. Doç. Dr. Bertil Emrah Öder, konuya Osmanlı siyasal kültüründe ölme düşüncesinin Tanzimat’ın son döneminde görüldüğünü anlatarak devam etti. Belki bu ötanazi değildi ama ölmenin iradi bir kararla gerçekleşmesi konusunda siyasal yazında var olan bazı ipuçlarından bahsetti. Zaten Abdülaziz’in de hayatına son verdiği konusunda birtakım tartışmaların olduğunu hatırlattı. Sonra da askeri müdahaleler, olağanüstü haller, ağır insan hakları ihlalleri yaşanan bir ülkede yaşam hakkı yokken ölüm hakkının konuşulmasının biraz da ironik olduğunu söyledi. Öder, “Türkiye açısından yaşam hakkının koruma alanına ölme hakkı giremez. Yaşam hakkına dayanarak, iradeli de olsa ölüm hakkını savunamayız. Durum hukuki bir çıkmazda, yani yakın zamanda da bu anlamda bir gelişme öngörülmüyor. Anayasa hukuku açısından da aktif ötanazi Türkiye için mümkün değil. Sağlık alanı kanun yerine tüzük ve yönetmeliklerle yönetiliyor. Bunlar da kapalı kapılar ardında hazırlanıyor. İşte en büyük handikabımız. Bu durum işlevsel olarak hızlı ama anayasaya uygun değil. Kanuni dayanağı yok. Yakın zamanda gördüğümüz genetiği değiştirilmiş organizmalarda olduğu gibi. Hasta Hakları Yönetmeliği kanunla, ayrıntılar yönetmelikle düzenlenmelidir. Aksi halde çok sıkıntı yaşarız” diyerek durumu özetledi. G rof. Dr. Yener Ünver’e göre de sağlık alanındaki işleyişin tüzük ve yönetmelikler tarafından yapılmasının sakıncaları var. İşte anlattıkları: “Böyle olunca ipler belli kesimlerin elinde oluyor ve istediklerini dayatabiliyorlar. Bunun örnekleri çok fazla, tıp ve insan hakları alanında. Ötanazi ise zor bir konu. Türkiye’de yalnızca aktif ve pasif ötanaziyi konuşmak gerekli. Hem zaten Türkiye’de pasif ötanazi yüzyıllardır uygulanıyor. Hastanın rızası dışında aile bireylerinin doktorla işbirliği yaparak veya hastahanedeki imkânsızlıklar yüzünden insanları evlerinde ölüme terk etmek hepimizin bildiği bir olgu. Buradaki ihmalleri sorgulamak gerekir. Tedavisi olanaksız bir hastalıkla acılar içinde, onursuzca ölümü bekleyen birinin acılar içinde yaşamaya zorlanması mı, talep üzerine adam öldürmek mi tartışması bizi çok yanlış yerlere götürür. Türkiye için bu anlamda ötanazi çok tehlikeli. Dayanılmaz acılar çeken birinin ötanazi hakkını talep etmesini anlıyorum ve destekliyorum ama ötanaziye karşı çıkanlar kadar da durumdan endişe duyuyorum. Çünkü Türkiye’de her şey kâğıt üzerinde eksiksiz ama uygulamadaki yetersizlikleri biliyoruz. Yani açılan bir pencerenin neler doğuracağını, ne kadar suiistimal edileceğini düşünmemiz gerekiyor.” G Doç. Dr. ARIN NAMAL Ötanazi etik bir sorun D oç. Dr. Arın Namal da durumu etik bakış açısıyla değerlendirdi; “Pek çok disiplininin ele aldığı bir konu ötanazi. Ancak ızdırap gibi görece bir kriter baz alınarak karar alınan, tüm bunların yanında kişisel ve toplumsal değerlerin de belirleyici olduğu zor bir olgu. Bu yüzden ötanazi etik bir sorun. Bireyin kendi hakkında karar vermesi yetisindeki önem haklı bir tutum ama bu kararın toplumsal bir boyutunun olamayacağını düşünmek de mümkün değil. Çünkü insan bir tohumun toprağa düşüp ya da rüzgârla savrulup bir toprak parçasında yeşillenmesi gibi büyümüyor. İnsan “ben” olana kadar, bu bilince varana kadar özen gösterilerek, bakılarak bir süreçle büyüyor. Birçok kişinin yaşamıyla iç içe etkileşimli olarak “kendi” oluyor. Çevresine acı verecek bir karar almasına da “kendi başına” alınacak bir karar olarak bakmak elbette birtakım sıkıntılar içermekte.” Sonuç olarak sempozyumundaki bilim insanlarının fikir birliği Türkiye'nin pasif ötanazi cenneti olduğu. Yani olanaksızlar, yatak sayısının azlığı, parasızlık gibi nedenlerden pek çok insanın ölüme bilinçli terk edildiği bir gerçek. Bilim insanları bu ve pek çok nedenden Türkiye'de ötanazi için çok erken olduğu görüşünde birleşiyor. Yasal açmazların uzun yıllar çözülemeyeceği kesin. İşin dinsel açıdan yorumlanması ve tartışılması da pek mümkün görünmüyor. Sorulması gereken, bir insanın neden ölmeyi istediği? Ayrılık, aşk acısı, parasızlık gibi sosyal ve kişisel nedenlerden ölümü istemek değil konu. Bedenine hapsolmuş, makinelerle yaşamak zorunda kalan, uyanık kalmak ve uyumak için morfin denizine sokulan, hayatları bir elektrik prizinden geçen insanlardan bahsediyorum. Dinsel öğretiler, gelenekler ve kanunlar bir yana böyle bir seçimin onların hakkı olduğuna inananlar çok. Hem “öldürme hakkını” kendinde bulan bunca ülke, ÖTANAZİ BİR GELENEK OLABİLİR Mİ? Prof. Dr. Tankut Centel, “Tıpta her an bir mucize gerçekleşir mi, yeni tedavi yöntemleri bulunabilir mi diyerek ötanaziye izin vermemeyi mi tercih etmeliyiz? Yoksa intiharın, intihara teşebbüsün suç olmadığı bir sistemde ötanazinin suç sayılmaması gerektiğini söyleyip, hekimin ölmeye yardım etmesini ya da hastanın hayat süresini uzatan müdahaleyi yapmamasını cezasız mı bırakmalıyız? Geleceğin toplumunda ötanazinin bir C M Y B C MY B devlet, terörist, güvenlik gücü ve asker varken insanın ölme hakkını kullanmayı istemesi çok masumane ve gerçek bir olgu. Son olarak da sempozyumda bir kısmı okunan, 1976 yılında hayatını kaybeden hukuk çevrelerinin üstadı Prof. Dr. Bülent Nuri Esen’in “Ölmek Hakkı” şiiri geliyor aklıma, belki de durumu en güzel o anlatıyor; “Bir insan hakkıdır ölmek / Elbet kapımızı çalacak bir gün / Ve isteyecek istediğini / Değişmez kader olarak hak olarak / Sana vermek düşer isteneni / Hak oyunudur bu / Ama namuslu bir alışveriş istersen / Vereceğin yaşama hakkı olduğuna göre / Yaşanmaya değmiş bir hayatın olmalı / Bir işe yaramışsan / Koruyabilmişsen savunmasını / Maskesini indirmişsen sömürücünün /Sevebilmişsen bir gerçek sevgiliyi / Ve hele sevmişse sevgili seni / Ve yüreklere girebilmişsen/Bir zerrecik katabilmişsen / Gelecek denizine / Senden sonrakilerin mutluluğu için / O zaman kapını çalacak olana / Sunulmaya değer bir hayatın var demektir / Ve sen kapını ilk ve son kez çalanı / Korkusuz karşılayabilirsin / O güne kadar hakkın olandan / Senden sonrakilerin aynı hakları uğruna / Sonsuz hakkı getirip verdiği için / Sana yeni hak sağladığı için / Vazgeçmek karşılığında sevinçle / Henüz hiç tatmadığın kullanmadığın / Yaşama hakkını / Verebilirsin / Ölmek hakkını kazanabilirsin / Ve hayatın kaderin olur… G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle