Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 10 OCAK 2010 / SAYI 1242 Tecride karşı Yaşam Evi Dayanışma Ağı, eski mahpuslara özellikle WernickeKorsakoff’lulara yaşam alanı sunmayı amaçlıyor. Yaşam Evi projesiyle, eski mahpuslar hem üretimin hem de yaşamın içinde olacaklar. 13 Şubat’taki Kardeş Türküler konseri de bunun için. Bu dayanışmada yer alıp, toplumsal tecridi kırmaya ne dersiniz? İ ESRA AÇIKGÖZ çeride de, dışarıda da yaşam zor onlar için. Çünkü içerideki tecridi dışarıda da yaşamaya devam ediyorlar. Kimi sadece tecritle, uyum sorunuyla boğuşmuyor, sağlık sorunları da var. Onlar eski mahpuslar, ölüm orucu nedeniyle Wernike Korsakoff hastalığıyla yaşamak zorunda kalanlar, sevdikleri ellerinden alınıp dört duvar arasına kapatılanlar... Bir dayanışma gerçekleştirdiler, Dayanışma Ağı Derneği. Şimdi çalışmaları meyve vermeye başlıyor, eski mahpuslar özellikle de WernickeKorsakoffluların toplumsal yaşama katılacakları, üretebilecekleri bir “Yaşam Evi” kuracaklar. Yapılanları ve yapılacakları iki eski mahpus, Fehmi Küçükaslan ve Yusuf Çam ile bir mahpus yakını Ayça Atay anlatıyor. Önce biraz sizi tanıyarak başlayalım mı? Fehmi Küçükaslan: Siyasi bir örgüt üyeliğinden beş yıl yattım. 145 gün ölüm orucunda kaldım. 2003’ün 29 Temmuz’unda çıktım. Çıktıktan sonra benim pozisyonumdaki birkaç insanla bir araya gelerek Dayanışma Ağı çalışmasına başladık. Ölüm orucundan dolayı raporla tahliye olan arkadaşlar vardı. Onların tedavilerinin sürdürülmesi için neler yapabiliriz, sorusu üzerine yola çıktık, toplantılar yaptık ve zamanla genişledik. Ayça Atay: Bir mahpus yakınıyım. Ben de bir mahpus yakını olarak ölüm oruçlarını yaşadım, içerideki arkadaşlarla kıyaslanmaz ama biz de dışarıda bir travma yaşadık. Şimdi elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. Dayanışma Ağı, eski mahpuslarla ve Korsakofflularla dayanışmayı amaçlayan, farklı politik geçmişten gelenlerin bir arada bulunduğu bir oluşum. Politik farklılıkları aşarak yaraları sarmaya çalışıyoruz. Zaten beni de Dayanışma Ağı’nın çalışmalarının yaklaşımı, kapsayıcılığı, kucaklayıcılığı çekti. Dışarıdaki tecrit usuf Çam, 1995’te girdi cezaevine, cezası on iki yıldı. Bursa Özel Tip Cezaevi’ndeydi, 2001’de F Tipleri’ndeki tecride karşı yapılan ölüm orucuna katıldı. 234 gün ölüm orucunda kaldı, zorla müdahale edildi. Şimdi WernickeKorsakoff nedeniyle denge sorunu yaşıyor. O yüzden de hep yanında birine ihtiyacı var, yalnız başına sokağa çıkıp bir yerlere gidemiyor. Sadece Çam değil, yüzlerce insan bu hastalıkla boğuşuyor. Kimi Çam gibi denge sorunu çekiyor, kimi hafıza, kimi öğrenme bozukluğu... Her şeye rağmen mücadele etmeye devam ediyor Çam. Dayanışma Ağı’nın çalışmalarına katılıyor. “Yaşamı başkalarına bağlı olarak sürdürmek zorunda kalıyoruz” diyor, “Bizler, bu kadar insan yaşamımızı nasıl idame ettireceğiz? Bu önemli bir sorun. Özürlü maaşıyla ya da ailelerimize dayanarak yaşıyoruz. Bu bizim için ciddi sıkıntı. Üretime katılmak istiyoruz. Bunun imkânının, araçlarının sağlanması lazım”. Bunu devletin yapmadığı ortada, Çam’ın yaşadıkları da kanıtı: “Bir gün Ümraniye’ye İşkur’a gittim, müdür baktı zor yürüyorum, ‘Kardeşim’ dedi, ‘kaç milyon işsiz var, siz çürük portakalsınız. Sizden ne olur’. Tartıştık tabii. Düşünün Türkiye’de 8.5 milyon özürlü insan var ve bu adam bunu söylemeyi kendine hak buluyor”. Çam’a göre, dışarıdaki umursamazlık, kopukluk içerideki tecritten daha ağır. “Biz” diyor, “içerde dokuz metrekarelik alanda türkü söylüyor, notlar atarak haberleşmeyi, iletişim kurmayı başarıyorduk. Bursa’daki 150 mahkumun adını öğrenmiştim mesela izolasyona rağmen. Çaba vardı, orada hücreyi parçalamış, üstesinden gelmiştik... Dışarıda, herkesi kucaklayacak ölçüde bir dayanışma yaratamadık. Büyük bir yabancılaşma var. Oysa bunu kırabilmenin yöntemleri var, içerde nasıl direnç gösterildiyse dışarıda da bu yapılmalı. Bu kırılmadığı sürece ayağa kalkmak çok zor. Emeklerimizi birleştirebilirsek bu tecridin de üzerinden gelmiş olacağız. Bu yüzden bu projeleri, dayanışmaları daha güçlü yürütmeliyiz ki küçük de olsa bir tuğla sökebilelim”. G Y Şu ana kadar neler yaptınız? F. Küçükaslan: İlk çabamız Korsakoflularla temas kurmaktı. Ulaşabildiklerimizle toplu sinema organizasyonları, bilgisayar, dil kursu gibi yaşamda bir şeyler yapabilmelerini sağlayacak çalışmalar düzenledik. Birkaç gezi organize ettik, tarihi mekânları rehber eşliğinde gezdik. Yeni bir şeyler öğrenirken seninle aynı pozisyondaki insanlarla bunu paylaşmak heyecan vericiydi bizim için. Bu çalışmada temel çıkışımız Korsakofflu arkadaşlara yönelikti daha çok, ancak diğer yandan cezaevinde yatan herkesin bir sağlık problemi olduğunu gördüm. Ben en azından çıktığımda hiçbir problemim yok sanıyordum, sonra benim gibi insanlarla bir araya gelince kapatılmanın insan beyninde yarattığı tahribatı, sosyal kimliğinden insanı arındırırken verdiği hasarı görmeye başladım. A. Atay: Benzer bir şeyi ben de farklı açıdan yaşadım. Sevdiğiniz birinin cezaevine girmesi, size bir kayıp yaşatıyor, onun ellerinizin arasından kayıp gitmesi bir yara oluşturuyor. Yani hem içerideki hem de dışarıdaki farklı açılardan eksiliyor. Ben bu kaybı tek başıma yaşadım ve Dayanışma Ağı’ndaki çalışmalar bir şekilde yaramı sarmamı sağladı. F. Küçükaslan: Aslında içerideyken hep cezaevi ve fiziksel şiddet ilişkisini görüyordum, ancak çıktıktan sonra fiziksel şiddetin küçük bir yara olduğunu ve telafi edilebileceğini, ancak kapatılma ve izolasyonun daha geniş boyutlu bir hasar ya rattığını gördüm. Hani cezaevleri için “insanların topluma kazandırıldığı” yerler derler, oysa buralar insanın insanlığının gasp edildiği yerler. Bunu yaşayan insanların yan yana gelmesi, kendi gerçekliğini görme, sosyal yaşamda daha etkin olabilme noktasında kendini çözümleyebilmesinin koşullarını oluşturuyor. Bu nedenle dayanışma bize çok şey kattı. Bu dayanışmadan bir de proje çıktı; “Yaşam Evi”. Bu proje ne aşamada, neler yapılıyor? A. Atay: Bir kampanya başlattık. Öncelikli olarak WernikeKorsakoffluların, ancak genelde bütün eski mahpusların toplumsallaşabilecekleri, üretim sürecine katılabilecekleri, bir araya gelebilecekleri, konaklama imkânının da verileceği bir yaşam evi oluşturmayı amaçlıyoruz. Daha önce de Korsakofluların kaldığı evler vardı. F. Küçükaslan: Orada mantık bu insanlarla ilgilenilebilecek bir mekân yaratmaktı. Yaşam Evi’nde hedef, mahpusların üretimin içine girmesini sağlamak. Yani, bana birisi bakıyor değil, ben eksiklerime rağmen bir şeyler yapabiliyorum hissini oturtabilmeyi istiyoruz. Peki, şu an atılmış somut bir adım var mı, bu proje için? F. Küçükaslan: Aceleci davranmak istemiyoruz ve elimize geçen veriler üzerinden hareket etmek istiyoruz. Şimdi elimizdeki imkânlarla bir yer yaratabiliriz belki, ancak iyi bir altyapıyı yaratıp mümkün olduğunca çok insanın faydalanabileceği bir İki eski mahpus ve bir mahpus yakını. Soldan sağa: Yusuf Çam, Ayça Atay ve Fehmi Küçükaslan. Fotoğraflar: VEDAT ARIK yer oluşturmak istiyoruz. O yüzden kampanya sürecine göre netleşeceğiz. A. Atay: Mimar bir arkadaşın oluşturduğu bir taslağımız var, çok katlı bir binada, kafe gibi alanların olacağı, bunların yanı sıra, meslek eğitimlerinin verilebileceği bir mekân planlıyoruz. Herkese açık bir mekân olacak. Destek için, 13 Şubat’ta Maltepe’de Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde Kardeş Türküler ücretsiz bir konser düzenleyecek, isteyenler bağış yapacak. Bir de resim sergisi düzenleyeceğiz. Yaşam Evi kurulduğunda sizin hayatınızda neler değişecek? F. Küçükaslan: Şu an kaldığım yer bu merkezin altyapısı gibi... Ayrı evlerde hayatı idame ettirmeye çalışıyorduk, sıkıntılarımız aynıydı ve hiçbirimizin çarkı kendini idame ettirecek şekilde dönmüyordu. Biz de birkaç evi birleştirip, bir araya geldik. Bu biraz da yarın şekillenecek projenin hem ekonomik hem de ihtiyaç anlamında önünü görmek içindi. Bu bize ne mi sağladı? Ailemden biriyle kalsam zorlanıyorum, ama benzer süreçleri yaşamış insanlar olarak birbirimizi daha rahat anlayabiliyoruz. Kendi eksikliğimi diğer arkadaşımda görmek sorunumla yüzleşmemi kolaylaştırıyor. Oysa gündelik yaşam bana kendimle hesaplaşma zemini sunmuyor. Dayanışma ortamı, kendimizi çözümlememizi de kolaylaştırıyor. Bu ortak yaşama başladığımızdan beri herkesin gözlerinde bir rahatlık görüyorum. Çünkü bizim için yaşam çok daha anlamlı. G İçeride ve dışarıda 19 Aralık Kuşkusuz, eski mahpusların toplumsal uyumunu zorlaştıran, 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonu gibi büyük bir vahşete tanıklık etmiş olmaları da etkilidir. Siz 19 Aralık’ı nasıl yaşadınız? Y. Çam: Elbette etkileri var, örneğin bugün bilgisayar kursundaydım, Excel programı öğreniyorduk, orada geçen hücre kavramı bile beni başka yerlere götürdü. Düşünün hapisten çıkalı dokuz yıl olmuş, ama hâlâ ne kadar etkili... Hapis yüzünden rahatsızlıklarımı söylerken sadece denge sorunum var diyorum, ancak yaşamda belirli şeylerle karşılaşınca başka etkilerini de görüyorum. İçerdeyken tekli hücrelerde tutulduk, şimdi asansör ya da küçük odada kalamıyorum. Yapılan işkenceler, tanık olduğumuz yakma olayları... Ölüm orucundan çıkarmak için yaptıkları zorlamalar, işkenceler, hızlı serum yüklenmesinden kaynaklı sakat kalmamız... Bunların izleri hiç geçmeyecek. Bursa’da insanların üzerine dökülen sıvıların ne olduğunu da bilmiyoruz hâlâ, bunların etkileri zamanla anlaşılacak bence. A. Atay: Operasyon sürecinde dışarıdaydık ve televizyondan izliyorduk. Yapacağımız hiçbir şey yok. Bir kanepede ben, birinde annesi yatıyordu, televizyona odaklanmışız. Cezaevinin duvarında bir delik açıldı ve o delikten dışarı çıktığını gördük... Bu operasyonla uygulanan şiddet sadece hapishanelerdeki için değil, hayatı televizyondan seyretmek zorunda kalan bizler için de bir travmaya dönüştü. F. Küçükaslan: Aslında biz içinde olmamıza rağmen vahşeti, televizyondan izleyenlerin oranında fark edemedik. Bizde zaten arkadaşlarımızı kaybedebilir ve ölebiliriz diye bir kabul yerleşmişti. Ancak geçenlerde destek konserinde gösterilecek kısa bir film için çekimlere gittim, 19 Aralık sahnelerini izleyince, bastırdığım bir şey olduğunu anladım. Bir hafta boyunca önemli bir travma yaşadım. Sanırım bastırdığımız, dokunmak istemediğimiz bir nokta orası. G Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. (cumdergi@cumhuriyet.com.tr) C M Y B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/ 75 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri / Hoşdere Yolu 34850 Esenyur /İstanbul