22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 MAYIS 2009 / SAYI 1208 7 DÜNYALI YAZILAR Popun rengi “siyah”tır ALİ DENİZ USLU 1. Sayfanın devamı Gerçekler ve utanç... ZÜLAL KALKANDELEN J ackson, Gary, Indiana doğumlu. Sekiz kardeşi var. 1960’lı yılların başında babasının zorlaması ile kardeşleri Marlon, Tito, Jermaine ve Jackie’yle “Jackson 5” grubuyla müzik hayatına başladı. Yaşadıkları dönem ve zamanı göz önüne alırsak müzik en doğru tercihti. Zira Jackson da bir röportajında bu durumu “annem ve babam, müziğin ailemizin birlikte kalmasını sağlayan bir araç olduğunun farkındaydı. Çünkü komşularımızın çocukları bizim yaşımızda çete üyesi olmaya başlıyordu” diye özetliyordu. Aynı Jackson babasının onları müziğe yönlendirmesine acı bir ironi olarak da “Babam bir yöneticilik dehasıydı. Ama asıl ihtiyacım olan şey, bir babaydı” diyordu. M ardin’deki katliam hakkında yapılan yorumlar hâlâ havada uçuşuyor... Ama olayın üzerinden biraz zaman geçince, bu topraklarda yaşanan diğer felaketler gibi, o da gündemden düşecek... Malum; faciaların, kavgaların hiç eksik olmadığı bir ülkede yaşıyoruz... Bir süre sonra anayasa değişikliği nedeniyle siyasi tartışmalar yine kızışacak; Ergenekon denilen soruşturma kapsamında hukuk ihlalleri devam edecek; Mardin işsizlikte rekor kırarken, iktidar yine, “Kriz teğet geçti” diyecek... Bu ortamda, reyting kavgasına düşen medya, ilgisini sıcak konulara çevirecek ve Bilge köyünün halkı, yaşadığı felaketin acısını içine gömecek... Birileri yaz geldi deyip, neşeyle Ege ve Güney’deki lüks otellere akın ederken; birileri de, Doğu’daki yokluğun kıskacında yaşayıp gidecek... *** Bütün bu olanlar, aklıma iki sözü getiriyor... Birincisi, T. S. Eliot’a ait. “İnsanoğlu gerçekliğin yüküne pek fazla tahammül edemiyor” diye yazmıştı ünlü şair... Dört uzun şiirden oluşan “Dört Kuartet” adlı eserinin ilki olan “Burnt Norton”da geçer bu dize... Eliot, bu ifadesiyle, insan psikolojisinin en zayıf noktalarından birisine parmak basıyor. Gerçekten de, baş edemeyeceğini düşündüğü gerçeklerden kaçma yoluna sapar insanoğlu... Bir tür savunma mekanizmasıdır bu. Bu mekanizmanın toplumsal boyutta uygulanışı ise, büyük faciaların ardındaki temel nedenlerdendir. Çünkü yıllarca görmezden gelinen haksızlıklardan kaçış yoktur; büyük patlama, sonunda bir gün olur... Bir yanı Avrupa, bir yanı Afrika koşullarına sahiptir Türkiye’nin... Aradaki uçurum bir gerçektir. Doğu’da okulu, üniversitesi, hastanesi olmayan, cahilliğin hüküm sürdüğü köylerde yaşar insanlar... Tarikatlar, aşiretler, cemaatler yönetir bu köyleri... Toplumsal gelirin bu ölçüde dengesiz dağıtıldığı, ekonomik fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede hakça bir düzen kurulup barış sağlanabilir mi? Hayır... Toplum sözleşmesinin temeli olması gereken toplumsal adalet kavramının ayaklar altına alındığı bir ortamda eşitlik ve özgürlükten söz edilebilir mi? Hayır... İşte bu yüzden, geri kalmışlığın pençesinde kıvranan bu köylerde görülen felaketler, ne yazık ki, şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, gerçekle yüzleşmeye tahammül edemeyen toplumun öngörüsüzlüğünün, duyarsızlığının derecesidir. *** Mardin’de meydana gelen katliamdan bu yana aklımdan çıkmayan ikinci söz ise, J. M. Coetzee’ye ait. Üç hafta önceki yazımda romanlarından söz ettiğim, Nobel ödüllü bir yazar kendisi. “İnsanların haksız yere çektikleri acılara şahitlik edenler, şahit oldukları acıların utançlarını da taşırlar” diyor Coetzee... İnsanlık onurunu yitirmemiş olanlar için ağır bir söz... Ve bir gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. İnsanların haksız yere acı çektikleri bir ortamda, o acılara tanık olup susuyorsak, gerçeklere duyarsız kalıyorsak, masum kalabilir miyiz? Hayır... İnsanlık, o tanık olunan acıları durdurmak ve bir daha olmaması için çaba göstermeyi gerektirir. Bu anlamda, bu toplum, halkıyla, devletiyle, sivil toplum örgütleriyle, bir bütün halinde, Doğu’daki acıyı sona erdirmek ve aydınlanma ışığını ülkenin tümüne taşımakla görevlidir. Atatürk Cumhuriyeti’nde vatandaş olmanın, halk olmanın, devlet olmanın gereğidir bu... Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebileceğimiz, gerçeklerle yüzleşmekten kaçabileceğimiz bir noktada değiliz. Bilge köyü katliamına tanık olduk... Bu utanç, bu ülkenin tarihine yazıldı... Sessiz ve tepkisiz kalmak, o utancı bireylerin de alnına kazır... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com Micheal Jackson tartışmasız pop müziğin yaşayan kralı. Elbette ışıltılı günlerinden geriye Micheal ve kardeşleri (Jackson 5). çok az şey kaldı. Küllerinden doğar mı bilinmez ama denemeye kararlı. Pop müzik onunla siyah doğdu, Jackson ise şimdi zoraki bir beyaz. Değişmeyen tek şey müziğinin gücü... Şöhretin ilk yılları 80’lerin ilk yarısı. Yeni yüzüyle bir taciz davasında... Evet babası duygusal olarak onlara ne kadar yakındı bilemiyoruz ama çocuklarından bir yıldızlar karması yarattığı şüphesiz. Jackson’ın kız kardeşlerinden Janet da Amerikan pop müziğinin son dönem yıldızlarından biri. Jackson için dönem noktası ise 70’li yılların başarılı r&b plak şirketi Motown’un kurucusu Berry Gordy’nin “Jackson 5” grubunu dinlemesiydi. Hatta grup bir anda Atlantik’in ötesindeki The Beatles çılgınlığına rakip bile oldu. “I Want You Back”, “ABC”, “The Love You Save”, “I’ll Be There” de işte o günlerin şarkılarıydı. Jackson zamanla kardeşlerinin arasından belirgin şekilde ayrıldı. İlk solo çalışması “Got To Be There”, 30 Ekim 1971’de yayımlandığında henüz 13 yaşındaydı. Jackson, Motown plakçılıkla yayımladığı farklı proje albümleriyle 100 milyonun üstünde bir satışa ulaştı. Pop müziğin kralı unvanını kazanmasında da 1979 tarihli “Off The Wall” albümünün etkisi büyüktü. Zaten bir daha da o tahttan inmedi, çünkü pop artık onun krallığıydı. OLAY DANS “MOONWALK” “Thriller” 1982’de yayımlandığında The Beatles’dan Paul McCartney ile düet yaptığı “The Girls Is Mine” patladı. “Beat It” de pop kulvarının dışında rock kulvarında da isterse var olabileceğinin bir kanıtıydı. “Moonwalk” dansıyla televizyon şovlarında insanları şaşkına çeviren Jackson, Thriller’ın 25 milyonu geçen satış rakamıyla rekorlar kitabına geçti. “We Are The World”u 1985’te Lionel Richie ile besteledi. 40’tan fazla tanınmış sanatçının katıldığı “We Are The World”, en çok satan single olma özelliğini hâlâ kimseye kaptırmadı. Bu parçanın geliri ise Afrika’daki açlığın giderilmesi için kullanıldı. Yıl 1987’ye geldiğinde Jackson belki de en büyük albümünü yayımladı. “I Just Can’t Stop Loving You” ve “Bad” ona 127 konserlik bir de dünya turnesinin kapısını açtı. Dünya müzik listeleri altüst oldu. Piyasaya onlarca konser ve toplama albüm sürüldü. Hakkında kitaplar yazıldı, belgeseller çekildi. “Bad”, Jackson’ın hayatında pek çok şeyin değiştiğinin de göstergesiydi. Zaten Oscar’lı yönetmen Martin Scorsese’nin çektiği klipte bir tuhaflık vardı. Jackson siyah değil, esmerdi, hatta beyazdı. Bu değişim şarkının başarısını gölgede bırakamasa da, Jackson’ın “siyah olmaktan utandığı için beyaz olmanın peşine düştüğü” iddialarını gündeme getirdi. Sonrasında da durum bildiğimiz gibi. Onlarca estetik ameliyat ve korku filmlerindeki hilkat garibelerine dönen bir Micheal Jackson. Elbette bu kadar “görünür” ve ünü dünyaya sinen biri olmak kendine özel sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Yapılan tuhaf hareketlerin de mantıkla açıklanması mümkün değildi. Jackson, “uzun yaşama” sevdasına kapılıp “Fil Adam”ın kemiklerini satın almayı kafasına koyunca da epey yadırgandı. Ruh sağlığının bozulduğu düşünüldü. Jackson, 1988 yılında “Moonwalker” isimli filmini yayınladı. O yılllarda filmden bir kare görmek bile aylarımızı almıştı. Tabii VHS ve Beta video döneminde filmin bize ulaşması işkence gibiydi. Hele de videoculardaki kopyaların azlığı yüzünden sıra bekleme çilesi varken. Bu belgesel biyografi onun hayatından kesitleri müzikal gibi aktarıyordu. Eğer izlemediyeseniz, internet üzerinden iki dakikada ulaşabilirsiniz, izlemeye değer. “Moonwalker” da Jackson’ın üstüne yapışan dedikodulardan kendisini kurtarmasına yetmedi. Hatta daha sonra çocuk tacizleriyle anılacak olan ve birkaç yıl önce de maddi sorunlar yüzünden elinden çıkardığı üç bin dönümlük alana sahip “Neverland” çiftliğini satın alarak bir düş ülkesi kurdu. Neverland’daki çiftliğinde çalışanlardan birinin oğluna iki milyon dolar ödediğine ilişkin iddia çok konuşuldu. Jackson buna bir basın açıklaması yaptı. Geçmişte mahkemeye çıkma mahcubiyetini yaşamamak için mali anlaşmalar yaptığını kabul etti, ancak asla bir çocuğu incitmeyeceğini söyledi. “Hayatımı, milyonlarca çocuğa yardım etmekle geçirdim. Asla bir çocuğu incitmem” diye kendini savundu. Micheal Jackson nereye çıktıysa, ne yaptıysa olay oldu. 1993 yılında 27. Superbowl maçının devre arasındaki kısacık konseri bile Amerikan televizyonlarındaki en yüksek izlenme oranına ulaştı. Tam yüz milyon kişi onu izledi! Aynı yılın şubat ayında düzenlenen 35. Grammy ödül töreninde de “Yaşayan Efsane” ödülüne layık görüldü. Bir yıl sonra da Elvis Presley’in kızı Lisa Marie Presley ile evlendi. Bu evlilik 18 ay sürdü. Yeni dünya turnesinin arifesinde de Deborah Jeanne Rowe ile yeniden dünyaevine girdi. Michael Joseph Jackson Jr ve Paris Katherine Jackson adlı iki çocuğu oldu. Bu evlilik de 1999 yılında sona erdi. ŞÖHRETİN BEDELİ Şöhret sansasyonlarla büyür. Jackson da payına düşeni bundan fazlasıyla aldı. Hakkında açılan taciz davalarının sonu gelmedi. Çocuk istismarı iddiasıyla iki kez tutuklandı. Davalar düştü. Bunun yanında bozulan sağlığı da sürekli taze malzemeydi. Kör olduğu, akciğer nakli yapılmazsa öleceği, sürekli iç kanamalar geçirdiği iddaları bitmedi. Hatta bir ara Müslüman olduğu ve bir de cami yaptırdığı söylentileri aldı yürüdü. Jackson müziğin sınırlarını aşılması zor bir şekilde genişletirken belli ki iç dünyası ve geçmişindeki boşlukları kapatamıyordu. Pop müziğin kralı, dedikoduların odak noktası olurken, ismi alaycı bir şekilde anılmaya başladı. O da bu çaresizliğini “insanlar beni tanıdıklarını düşünüyorlar ama bilmiyorlar. Ben gerçekten yalnız bir insanım. Bazen ağlarım çünkü yalnızlık acıtır” diye anlatmaya çalışıyordu. Evet, şimdi tüm dünya yaşayan bir efsanenin son konserini bekliyor. Dedikodu ve magazin gündemi de bir müzik olayının ilk kez bu kadar sıkı takipçisi. Hatta bu konserden Jackson’ın en az yüz milyon sterlin kazanacağı ve tüm borçlarını ödeyeceği söylentisi ayyuka çıkmış durumda. Kim ne düşünüyor bilmiyorum ama pek çok kişi onu, son yıllarda gündeme geldiği sansasyonel olaylarla değil sahnedeki sihirli hâkimiyetiyle hatırlamak istiyor. Jackson da bir röportajında sahnedeki huzurunu anlatırken her şeyi özetliyordu; “Kalabalıktan korkarım, sahnedeysem güvende hissederim. Mümkün olsaydı, sahnede uyurdum”. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle