22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 PAZAR YAZILARI 17 MAYIS 2009 / SAYI 1208 MELİS BİRKAN Dedeler ve torunlar... ADNAN BİNYAZAR Önümde dizi dizi fotoğraflar. Gece karanlığında Anzak Koyu’nun geniş alanını güçlü ampuller ışıtıyor. Avustralya’lardan, Yeni Zelanda’lardan gelen kızlı erkekli yüzlerce genç, uyku tulumlarının içinde gündoğumunu bekliyor. Güneş doğar doğmaz renk renk tulumlarının içinden sıyrılıp “şafak ayini”ne katılacaklar... Gerçek anlamda bir ayin değil bu, Anadolu topraklarına kanı karışmış dedelerine saygı töreni... İngilizler 1915’te savaş gemilerini Çanakkale Boğazı’na dizip Anadolu’yu işgale kalktıklarında cepheye kendi askerlerini değil, İngiliz Uluslar Topluluğu’na bağlı devletlerin askerlerini sürdüler. Krallık tacına “sadakatle” bağlı bu askerlere kim bilir ne talanlar vaat edilmişti ki, ülkelerinden kalkıp 20 bin kilometre uzaklıktaki Anadolu topraklarına gelmişlerdi. Çanakkale yenilgisinin üzerinden 94 yıl geçmesine karşın, topraklarımızda sonsuzluğu yaşayan Anzak (Avustralya ve Yeni Zelanda Silahlı Birlikleri) askerlerinin torunları bakanından komutanına, sivilinden liseli öğrencisine her yıl Gelibolu’ya gelip dedelerini anıyorlar. Oysa ne o dedeler torunlarını gördüler, ne bu torunlar dedelerini... Toplumsal yanlışlıklar, yalnız tarihin gidişini etkilemez, insan ruhunda da onulmaz yaralar açar. Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan Gelibolu’ya gelip birkaç gün kalan insanlar yalnızca turistik amaç gütmüş olamazlar. Onları atalarının yattığı topraklara çeken başka nedenler olmalı... Her savaş, ardında yıkımlar, utançlar bırakıyor. Toplumsal onur her duygunun üstündedir; onlar, bunca yıl sonra belki de İngiliz oyununa gelmenin utancını yaşıyorlar. Gelibolu’ya gelen Anzak’ların torunları sevinçli görünseler de, sanki yüzlerinde, gizleyemedikleri bir utancın izi var... Bunda, “...Ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir” diyen Atatürk’ün, tarih boyunca yengi kazanmış hiçbir komutanın ağzından çıkmamış şu sözlerinin de etkisi düşünülebilir. Yoksa başkent Cambera’ya bir anıt dikip üstüne Atatürk’ün, insanlara savaşı unutturup onları dostluklara yönelten şu sözlerini niye yazsınlar?.. “Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlarda evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Gelibolu’ya gelen Korgeneral Hurley, Atatürk’ün ne demek istediğinin özüne varmış bir komutan olarak konuşuyor: “Gelibolu’ya, savaş kavramını yüceltmek için değil, halkları uğruna hayatlarını feda edenleri anmak ve onurlandırmak için geldik.” Yeni Zelanda Genel Valisi Satyanand da, “Gelibolu muharebesi bir faciadır. Bu muharebenin korkunç sonuçlarının bugün insanlara savaşın kesinlikle beyhude olduğunu hatırlatması gerekir” diyerek, Atatürk gibi, ulus hayatının tehlikeye düşmediği koşullarda savaşın bir cinayet olduğunu dolaylı yoldan vurgulamış oluyor. Öyle ya, yurduna saldırıda bulunulmamış uzak ülke insanlarının ortada bir neden yokken Anadolu’yu işgale kalkması başka nasıl açıklanır! G binyazar@gmail.com Oyunculuk için değil dans için uğraştım... ŞİRİN GÜVEN B ir dans gösterisi sırasında şimdiki menajeri görüp keşfetmiş Melis Birkan’ı. “Sen oyunculuk yapmalısın” demiş. Birkan’a da açılan kapıdan girmek kalmış sadece. Aklında bile yokken oyuncu oluvermiş. İlk dizisinde de ana rollerden birini alınca gerisi kendiliğinden gelmiş. Barda, Ulak, Issız Adam filmleri ve birçok dizi. Derken Sadri Alışık ödüllerinde “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü. Tırnaklarıyla kazıyıp, kendini göstermek için çabalamak zorunda kalmayan oyunculardan Birkan, bu yüzden de kendisini “şanslı” görüyor. “Acaba bende ne görüyorlar?” diye düşündüğü de olmuş kimi zaman. Kamera karşısındaki 5 yılın ardından hâlâ kendisini tam anlamıyla “oyuncu” olarak tanımlamıyor. Siz aslında oyunculuk değil bale ve modern dans mezunusunuz değil mi? Evet, konservatuvarda dans okudum ben. Oyunculuk hiç kafamda yoktu. Bir dans gösterisi sırasında Özlem Durak’la, yani şimdiki menajerimle tanıştım. Beni görmüş ve oyunculuk yapacağıma inanmış. Daha biz hiç konuşmadan... Onunki başka bir göz resmen, değişik bir yönü var ve tuhaf olduğunu söylüyorum zaten kendisine de... Bense uzun süre bu işin eğitimini almadığım için yapamayacağımı söyledim. Bana insanın kendini yetiştirebileceğinden bahsetti ve önemli olanın insanın içinde olması olduğunu anlattı. Sonra yavaş yavaş kendime inanmaya ve güvenmeye başlayınca işler değişti gerçekten de. Genç oyuncular genelde “Tırnaklarımızla kazıdık”, “Çok uğraştık, onu denedik, bunu yaptık” derler. Sizdeyse durum çok farklı. Şansınız yaver gitmiş. Evet. O biraz seçtiğiniz işle ve size hayatın ne getirdiğiyle ilgili. Ben 6 yaşımdan beri dansla ilgileniyorum. Üniversite bitene kadar ben de dans için çok uğraştım. Doğrudur, yanlıştır bilmem ama bana çok büyük faydaları oldu. Sonra benim hayatımda böyle bir kapı açıldı ve ben bu kapıdan girmeyi tercih ettim. Çok keyif aldığım için, bana başka şeyler de kattığı için... Ama evet, bazen ben de okuyorum, bu işi yapmaya çocukluğundan karar vermiş ve bu yolda ilerlemiş insanlar var. Ben hiçbir zaman oyuncu olmayı düşünmedim, böyle bir hayalim, idealim yoktu. Oyunculuk sonradan karşıma çıkan bir fırsat benim için. Ama demek ki bir yerlerimde varmış ancak ben bunu bir türlü dile getirmemişim ya da bunun üstünde düşünmemişim. SERDAR AKAR, ÇAĞAN IRMAK... Açılan kapıdan bayağı iyi şeyler çıkmış size. Serdar Akar, Çağan Irmak... İyi bir kariyer gerçekten. Evet. İlk filmim Serdar Akar’laydı. Barda filmi için yarışmalar yapılıyordu. Konservatuvardan bir arkadaşım seçmelere gittiğinde ona oyuncu arkadaşlarınıza da haber verin demişler. O da bana haber verdi ve ben de gittim. Dört aşamalı uzun bir seçme yapıldı. Sonra seçildim. Serdar Akar’la tanışmam benim için büyük bir şans. O, bu fırsatı vermeseydi belki birçok şey çok başka olacaktı. Çağan Irmak da zaten Serdar Akar’la arkadaş... Bale ve modern dans mezunu Melis Birkan. Sinemaya girişi ise bir “keşfedilme” hikâyesi... Beş yılda birçok başarılı işe imza attı. Sadri Alışık ödüllerinde aldığı “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü de bunun kanıtı oldu. O ise kendisini hâlâ “yarı oyuncu” ya da “dansçı oyuncu” olarak nitelendiriyor. Sonra tamam bir deneyeyim mi dediniz? Evet. Baktım ki, biri bana benden çok güveniyor, bu işi yapabileceğimi söylüyor. Bir denemekte ve bunun için uğraşmakta fayda var diye düşündüm. En azından bir şansımı denemeliyim dedim, belki de olur dedim. Sonra çalışmaya başladık. Bir sene görmek, izlemek ve kendimi yetiştirmekle geçti. Bu sırada yarışmalara girdim bir yandan. Sonra Çapkın isimli diziye başladım. Ondan sonra durmadan üst üste işler geldi ve beş sene geçti. OYUNCULUĞU ÇOK SEVDİM... İlk rolünüz Çapkın’daydı ve ana rollerden biriydi... Evet. 3 kız ve 3 erkek vardı. Aslında çok başrol bir işti, yan rol değildi yani. Ama ben en başından beri bunu önemsemedim. Yani daha önemli olan rolü ne kadar sevdiğiniz ve içinize ne kadar sindirdiğiniz. Rolünüzü ne kadar ve nasıl gösterebileceğiniz... O yüzden başrolmüş, değilmiş gibi şeylere takılmam. Ama büyük bir şanstı tabii. Çok daha başka yerlerden gelmek durumunda kalmadım. İşin içine girince sevdiniz mi peki oyunculuğu? Çok sevdim. İşe girdikten, tadını aldıktan, o sihri gördükten sonra bambaşka bir hal alıyor durum. Yavaş yavaş eleştiriler de geldikten sonra insan yapmanın, yapabilecek olmanın verdiği şevki alıyor. Her iş için durum böyle. Bir işe girdiyseniz önce denersiniz. Ondan sonra eğer oluyorsa o zaman o yola kafayı koymak ve her şeyinizle içinde olmak lazım. O deneme süreciydi, ondan sonra her şeyimle bu işe kanalize oldum. Evet, filmde de oynamıştı ama biz o zaman tanışmamıştık. Daha sonra bana ilk röportajımda kimlerle çalışmak istediğim sorulmuştu. Çağan Irmak demiştim. Sonra onun filminde birtakım değişiklikler olmuş. O zaman beni arayıp “Benimle çalışmak istiyormuşsun. Hâlâ düşünüyor musun?” diye sordu. Ve tabii ki evet dedim. Böylece Ulak filminde Çağan Irmak’la tanıştım ve sonra da Issız Adam geldi zaten. Düşününce kendizi şanslı hissediyor musunuz? Deli misiniz, tabii ki. Bu yaşta, bu yönetmenler, bu projelerle insanın kendini şanslı hissetmemesi anormal olur. Sizce sizde ne gördüler, nasıl onların gözlerine çarptınız? İnsan nedenini duymak ya da bilmek istiyor ama sanırım bu çok anlatılır bir şey değil. Çünkü onlar başka bir gözle, başka bir güdüyle yaşıyorlar. Ben de düşünüyorum “acaba ne gördüler” diye, ama siz kendinize baksanız bile sizde olan şeyi anlamanıza imkan yok. Ben de belli bir süre sonra bunu sormaktan vazgeçtim ve “Ne güzel. Ben onlarla çalışabildikten sonra, onlar bana güvenebildikten sonra benim bunu kurcalamama gerek yok” dedim. Ki bir yandan benim bir şeyler paylaşmadığım yönetmenler de var. Ben de hiçbir şey görmeyenler yani. Bu çok doğal bir şey. O yüzden ben artık bu konuda kafa yormuyorum. Mesleğiniz sorulduğunda ne yanıt veriyorsunuz? Dansçı mı, oyuncu mu diyorsunuz? Uzun bir süre ben oyuncuyum diyemedim. Hatta doldurmam gereken formlarda oyuncu yazamadım bir türlü. Hâlâ adayım bence. O yüzden sadece oyuncu yazamıyorum, “dansçıoyuncu” yazıyorum. Bu işi yapan bir dolu duayen varken, onların yanında kendime “Dur daha” diyorum. Yarı oyuncu, aday oyuncu yazmam da mümkün olmadığı için öyle karıştırıyorum ben de. G Kadın ve Türkiye... AYLİN KOTİL kuduğum bir gazete haberiydi. Antalya’da kadın sığınma evi açılmış, mahalleli kıyameti koparmış. Rahatsız olmuşlar, istememişler! İstemeyenler kim? Erkekler! Türkiye’de erkekler kadınlarla ilgili düzgün bir şey yaptıklarında bu sadece şov amaçlı oluyor; artık buna kesinlikle inandım. Adama bakıyorsunuz düzgün sanıyorsunuz, bir de eşinden dinliyorsunuz, iki ayrı kişilik çıkıyor ortaya... O Aylin@kotil.web.tr C M Y B C MY B En enteli bilerek bir kadının ahını almam diyor; izlemeye koyuluyorsunuz, bilerek nasıl ah alınır?.. Hayal edemiyorsunuz. Kadınlar reklam unsuru, kadınlar oy unsuru, kadınlar kolay kandırılabilen yaratıklar. Eksik, yetersiz ve her türlü kullanıma müsait. Anneler gününde, kadınlar gününde bir tane sığınma evi açan belediye gördünüz mü? Bırakın onu, evliyken ceketimi alır giderim tafrasında olup, boşanınca bunun onda birini yapabilen erkeği gördünüz mü? Radyo programına bağlanıp eşini vuran erkekleri gördük. Toplumda bir şey zannettiğiniz adamların eşlerinin kafasından aşağıya dışkı boşalttığını okuduk. Oy uğruna kullanılan kadınları gördük. Bu yüzden geçen hafta anneler günü seremonisini iyi kullananları seyrettim, tüm inancımı yitirmiş halimle. Kadınlar bir yerlere gelebildiyse, kendi tırnaklarıyla geldi bu ülkede. Töreyi, namus cinayetini ve diğer hukuki hakları yine kadın kendisi mücadele ederek alacaktır. Kanmadan, oyuna gelmeden, onuruyla ve hak ettiğini bilerek. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle