22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 PAZAR YAZILARI 10 MAYIS 2009 / SAYI 1207 Menajerler de sistemin çarpıklığından şikâyetçi. Çözüm önerileri ise sendikalaşma... Okyanus düşleri... ADNAN BİNYAZAR ece karanlığı. Gündoğumuna saatler var. Las Palmas’a yakın bir kıyı beldesinde, balkondan Atlas Okyanusu’na bakıyorum. Uzaktan kudurgan dalgaların sesi geliyor. Okyanusun sonsuzluğunu düşünüp bakış alanım genişledikçe belleğime imgeler üşüşüyor. Okyanus, gökle denizin birbirinden ayırt edilemediği bir su düzlüğüdür. Bu düzlükte, ay ışığının yakamozlaşan ipiltilerinden başka bir şey görünmüyor. Ay, okyanusta gökten çok suyun yoldaşıdır. Denizle göğün birleşmiş gibi göründüğü uzak karanlıklarda buzul dağları ya da dağ silsilesini andıran kara bulutlar oluşturmak düş gücüne kalmıştır. Göz, bir yerden sonra, görmeyi düşleme yeteneğine bırakıyor. İhanete uğrayıp kendi karanlığına sığınan Hamlet’in gizini öğrenme oyunları düzenleyen Polonius, genç prensin bulutları gösterip, “Tıpkı bir balina!” benzetmesini onayladıktan hemen sonra, Hamlet, “Yok yok, bir gelincik!” deyince, o da, “Evet, tıpkı bir gelincik...” der. Gemi gövdeli bir balinayla fareden az büyük gelinciği gözünüzün önüne getirin de, Hamlet’in, imge şaşkını Polonius’la nasıl kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını görün! Dünyaya imge gözüyle bakıldı mı, Polonius, koca balinaya gelincik de der, göksu yanılsamalarında buzul dağları kapkara sıradağlara da dönüşür... Belleğin düşünme alanı okyanustan geniştir, düşten düşe geçiş süreci ise belki ışık hızını da aşıyor... Düşler, okyanusun ortasında ölümcül dalgalarla didişen insana, aynı anda kırlarda dolaşmanın ruh erincini de yaşatır, ona ufkun kesişim noktasında kör kandilli bir geminin güvertesinden martılara el de sallatır... İmge, geçmişle gelecek arasında titreşen bir ibredir. Hayat ise, imgesel değişimlerin sarkacı... Okyanusa dalmışken, sarkaç bir anda çocukluk algılamalarıma yönelince, kendime bir soru yöneltiyorum: “Suyu ne zaman algıladın?” Dörtbeş yaşlarındayım. Gece zifiri karanlık. Anamın kucağındayım. Altımızda ürkek bir katır. Derin vadilere inen bir yayla düzlüğünde yol alıyoruz. Nalların sert taşlara sürtünmesinden fırlayan kıvılcımlardan başka ışık yok. Yaz ortasında bile yayla geceleri esintilidir, serindir. O gece, yayla boşluğunda uğuldayan rüzgârın sesinden korkuyorum. Anam, korktuğumu dişlerimin birbirine vurmasından anlıyor, başımı ılık göğsüne gömüyor. Nasıl bir duygu idiyse o, en yiğit yaşlarımda bile karanlık korkusunu üzerimden atamdım. O esintili gecede, birden gökte ay beliriyor. Vadinin derinlerinde yırtıcı bir parlaklık görüyorum. Başımı anamın sıcak kuytuluklarından çıkarıp ayı gökte görünce, “Ana,” diyorum, “ay yukarıda, aşağıdaki ne?” Anam, “Orası Fırat,” diyor, “Fırat’ın suyuna ay doğmuş...” Ben, suyu, o gece, derin vadilerde ayın ışığını yutan Fırat olarak algıladım. O gün bugündür, çağlayan sulardan, gecenin sessizliğinde kuduran dalgalardan, ağaçların arasında şırıldayan “serçe parmak” kalınlığındaki çeşmelerden korkarım. Aradan yetmiş yıl geçti. O gece, okyanusun ortasında ustura ağzı gibi parlayan aya bakamadım. Beynimde yaban atları gibi tepinen düşleri kovup balkondan içeriye kaçtım. “Anam, anam! Nerde senin ılık kokulu kucağın!” dedim, başımı yastığa gömdüm. G binyazar@gmail.com Söz sırası menajerlerde ALİ DENİZ USLU 1. Sayfanın devamı anatçıların menajerler tarafından işten işe koşulmasına karşı. Kendi menfaatleri için çalışmanın işin ahlakına aykırı olduğunu düşünüyor. Funda Sanlıman, “Bazen yapmamak yapmaktan daha iyidir. Görünebilir olma kaygısıyla korku büyür ve insanlar harcanır” diyor, “Ünlü olanla ünlü olmak isteyen menajer işi baştan kaybeder”. “Yıldız” ve “ünlü” olmanın ilk koşulu gibi görünen menajer tutmanın da oyunun bir parçası olduğunu anlatıyor. Özellikle genç “ünlü” adaylarına da bir önerisi var; “madem bu işe bulaştınız, en güvendiğiniz, G S samimiyetinden şüphenizin bulunmadığı bir dostunuzu yanınıza alın”. Elbette pasta büyük, tanımlanamayan ve çok yönlü bir büyüme, kalifiye olmayan çalışanlar ve pazarlama ürünler zihniyeti her iki tarafı da yoruyor. Sanlıman’a göre bu yüzden de sanatçının kendi işini kendi yapmak istemesi çok haklı bir istek. Sanatçı katalogları ile çalışan şirketlerin ise kontrolü sağlayamadığını düşünüyor. Ona göre önemli olan çok değil “az ama öz iş” yapabilmek. Haberde yazdığım “sorularınızı ve talebinizi mail ile bize atın” eleştirisini de bir gönderme yaparak karşılık veriyor; “Söz uçar, yazı kalır”. MENAJERLİK “SEKTÖR” DEĞİL Afşin Akın da uzun yıllardır bu işin içinde, tecrübeli. Hem piyasayı hem de medyayı iyi tanıyor. İlk haber yayımlandıktan sonra da beni ilk arayanlardan. Söze ilk olarak sanatçı menajer arasındaki ilişkinin mesafesini anlatarak başlıyor: “Öncelikle her iki taraf da birbirine güvenmek ister. Çünkü güven bu birlikteliğin temel taşıdır. Ben ise menajer olarak sanatçımın ya da grubumun üretiminin devamlılığını isterim. Bu mesleki Afşin Akın’a göre menajerlik doğru tanımlanmıyor. açıdan en hayati durumdur. Sanatçı üretmeli ki, üretimlerini toplumla paylaşmalı ve çarkını döndürmeli. İşte bu noktada sanatçıyı çok iyi tanımak gerekir ve bir şekilde onun temsilcisi olduğunuz için üretimlerini aktarırken yapılan her türlü işi toparlamak ve bir sistemle yürümesini sağlamak bir menajerin işidir. Menajer sanatçısını iyi tanır ve onunla çok zaman geçirir. Sanatçısını anlar, birlikte hedefler belirler, doğru konumlandırır, onun önünü açar, danışmanıdır, yakınıdır, sırdaşıdır”. Akın’a göre menajerlik Türkiye’de en çok suiistimal edilen mesleklerden. Bu meslekte de “bilenbilmeyen”, “görmüşgörmemiş”, hatırı sayılır sayıda insan kendine menajerlik sıfatını takmış durumda. “Daha 21 yaşında ama mesleğini sorduğun Funda Sanlıman. Fotoğraf: Vedat Arık zaman ‘menajerim’ diyenleri gördüm. Menajerlik aslında yurtdışında “booking agency” denilen vizyon, tecrübe, birikim, donanım ve şirketler gibi çalışan menajerlik firmaları ya hatta yetenek isteyen bir iştir. Herkes de da “menajerlik servisi” veren firmalar. Akın, bunu yapamaz” diyor Akın, “Yani sadece bu işin kelime anlamından çok uzakta adeta ‘iş bağlamakla’ ya da sadece ‘sanatçı organizatör gibi çalışanlarla yürüdüğünü, adına demeç vermekle’ menajer bunun da piyasadaki “komisyonculuk olunmuyor”. Menajerliğin “sektör” değil, merkezli iş yapma rantını” destekleyen bir “piyasa” olduğunu düşünüyor. durum yarattığı görüşünde. Peki, ya Akın ile Dolayısıyla da ortalarda “sanatçıyım” sanatçıları arasındaki ilişkide “müdahale ve diye dolaşanlar olduğu kadar sınırları” ne belirliyor? Akın yanıtlıyor: “Yeri “menajerim” diye dolaşanların olması da geldiği zaman her konuda fikrimi kaçınılmaz. Ayrıca menajerlik şirketi söylüyorum. Birlikte karar veriyoruz”. G diye çalışan şirketlerin yarıdan fazlası da Sanatçılar kaygılı... Tümay Özokur, “Tümay Özokur Casting Ajansı”nın kurucusu. O da uzun yıllardır sektörün içinde. İşte sorularımıza cevapları. Menajerlik sistemini iyi tanıyan, işin her iki tarafını da tecrübe etmiş bir isimsiniz. Bir menajer sanatçısından ne ister? Ve tabii sanatçı menajerinden neler bekler? Şimdilerde 10 kişiden altısı ya ajans sahibi ya da menajer. Hal böyle olunca işini iyi yapanlar ile yapmayanları doğru analiz etmek gerekiyor. Menajer, oyuncusunu doğru yönlendirmeli. Kendi menfaatlerinden önce oyuncusunun menfaatlerini düşünmeli. Oyuncusu ile gerek yapımcı gerek basın arasında sorun çıkaran değil, çözüm üreten kişi olabilmeli. Sanatçıların beklentisi ise kişiliklerine ve konumlarına göre farklılık gösteriyor. Kimisi popüler olmayı ister kimileri de basında haberinin çıkmasından bile rahatsızlık duyar. Biz oyuncumuzu yakından tanıyıp isteklerine cevap vermeye çaba gösteririz. Artık menajersiz çalışan veya bir ajansa bağlı olmadan çalışan sanatçı yok gibi. Bu bir tekelleşme yaratmıyor mu? Sanatçı şayet doğru bir kurumla çalışıyorsa sorun yok ama muhatap olduğumuz kişiler “bu işi ben de yaparım neyim eksik” diye başlamış ise o zaman hepimiz yaşanmaması gereken durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Tekelleşme demek doğru olmaz. Her oyuncu güvendiği kurum ya da şahıs ile çalışırsa işler daha kolaylaşır. Menajerle çalışmak ya da casting ajansına bağlı çalışmak “yıldız ve ünlü” olmanın ilk adımı gibi algılanıyor. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Bizim ajansımıza kayıtlı olup sonrasında yıldız olan çok oyuncu var. Az evvel güven duygusundan bahsetmiştim, özellikle yıldız olan oyuncular ikinci adımda genellikle ajanslarına sırtlarını döner ve “ben kendi kanatlarımla uçmak istiyorum” derler. Önceleri bu durum beni çok etkiliyordu. Emeklerimizin karşılığında görmüş olduğumuz vefasızlığı hak etmiyoruz diye düşünüyor ve üzülüyordum. Şimdilerde bazı gerçekleri kabul ettim. Tümay Özokur Ajans, sektöre birçok oyuncu kazandırmıştır. Kimileriyle yollarımızı ayırdık. Yeni yüzleri sektöre kazandırmaya da devam ediyoruz. Sizinle çalışanlara hangi konularda ne kadar müdahale ediyorsunuz ya da yönlendiriyor musunuz? Biz doğru olduğuna inandığımız tecrübelerimizi oyuncularımızla paylaşıyoruz. Yanlış yönlendirdiğimiz oyuncu henüz olmadı. Ama oyuncu “dediğim dedik” bir yapıya sahipse, imzaladığı sözleşme “kölelik” sözleşmesi olmadığından bazen yapılacak bir şey olmuyor. Bu tip durumlarda da oyuncu yüzünden mağdur duruma düşebiliyoruz. Sanatçıların Türkiye’de hoyrat kullanıldığı da gerçek. Yani onlar da bu şekilde kendilerini koruyorlar. Ne düşünüyorsunuz? Bu konuda sektörün birlikte hareket etmesi gerekiyor. Sendikalaşmak gerekli. Kimi zaman, oyuncu, kimi zaman yapımcı, kimi zaman bizler, kimi zamanda set arkasında çalışan arkadaşlarımız mağdur olabiliyor. Bunun sebebi sektörün kuralsız yaşaması. Zaman içerisinde hepimizin daha profesyonel ortamda çalışabileceğine inanıyorum. G AKP’yi gerileten ekonomik kriz değil... AYLİN KOTİL lmanya tarihi bütçe açığı ile karşı karşıya. Tarihinin en büyük borçlanması ile karşı karşıya. Ancak Alman İkinci Televizyonu adına yapılan son kamuoyu yoklamasında şu günlerde genel seçim olsa CDU’nun yüzde 37, SPD’nin yüzde 26 oranında oy alacağı saptandı. Aynı kamuoyu yoklamasında, SPD’nin başbakan adayı ve Federal Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’in başbakan olmasını isteyenler yüzde 33, Başbakan Angela Merkel’in koltuğunu korumasını isteyenlerin oranı ise yüzde 53 oldu. Angela Merkel, gerçekten Almanya için çalıştığını kendi halkına ispatlamış durumda. Çocukları yok, A C M Y B C MY B ama olsaydı ne inşaat işiyle uğraşırlardı, ne siyasetle ne de gemicikleri olurdu. Seçilmeden önce oturduğu 70 metrekarelik evde oturmaya devam ediyor. Her türlü abartıdan uzak giyimi ve yaşam tarzı var. Ve sadece ülkesinin menfaatları için çalışıyor. Attığı her adımda ülkesinin ve halkının çıkarını düşünüyor. Kendi halkı da her şeyin farkında. Ekonomik krizden dolayı oylar düşseydi Almanya’da düşerdi. Üstelik onlar bizim gibi bu konuya şerbetli de değiller. Bu arada muhalefet ne yapıyor? SPD Genel Başkanı Franz Müntefering “Almanya güçlüdür. Vatandaşın siyasi atılımlara, sendikalara ve işveren birliklerine güveni tamdır” diye açıklama yapıyor. Neden? Çünkü önce ülkesini ve halkını düşünüyor. Bizde muhalefet çözüm önerileri sunuyor, Başbakan duymazdan gelip birkaç gün sonra yeni bir şey söylemiş gibi aynılarını tekrarlıyor? Seçimde alınan sonuçları tamamen ekonomik krize bağlamak AKP’nin kafasını kuma gömmesinden başka bir şey değil. Ancak bu yol daha kolay. Çünkü, “Dünyada ekonomik kriz var bizi de vurdu” demek, kendinden kaynaklanan sorunu görmemek demek. Bu da çözüm için uğraşmamak demek. Çözüm için uğraşmaya kalkınılırsa, hayata bakış değişecek, tavırlar değişecek, konuşmalar değişecek. Tarz değişecek. Kim uğraşacak tüm bunlarla? Hem uğraşsa da sonuç alabilecek mi? O yüzden varsın dünyadaki ekonomik kriz suçlu olsun. Kendini geliştirmek istemeyen politikacı için en kolay yol, suçu başkasına atmaktır. İyi pazarlar... G Aylin@kotil.web.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle