Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 10 MAYIS 2009 / SAYI 1207 Sanat kendini kurşunluyor... Yaman Tarcan’ın ölümü, sanatçıların sosyal haklarını bir kez daha gündeme getirdi. Sigorta gibi sosyal güvencelerden yoksun olmalarının yanı sıra haklarını savunacakları bir sendikaları dahi yok. Tekrar yayınlardan doğacak telif haklarını alabilecekleri yasa oyuncuların ve sinema emekçilerinin lehine hâlâ iyileştirilemedi. Sanat ise yaşanan bu çarpıklıklarla beraber kan kaybetmeye devam ediyor. ZUHAL AYTOLUN anat dünyasında yaşanan çarpık sistem sık sık dile getirilir. Hele de ölümle sonuçlanan kazalar, intiharlar ya da beş parasız sokaklara düşen oyuncular gazete sayfalarına yansıdığında... Tıpkı geçtiğimiz hafta 30 yılını sinemaya adadığı 50 yıllık hayatına tek bir kurşunla son veren Yaman Tarcan’ın yaşadığı trajedide olduğu gibi. Oyuncuysan, kameralar sana döndüğü sürece varsındır. Vefadan yoksun, kaygan zeminli bir dünya. Unutulup gitmek, kenarda köşede belki bir rol gelir diye umutla beklemek, onlarca oyuncunun paylaştığı ortak kaderdir. Eğer birikmiş parası, ek bir geliri ya da yatırımı yoksa her oyuncunun yaşadığı korkudur gelecek. “Oysa” diyor bugün birçok sanatçı “Eğer örgütlü olsaydık Yaman Tarcan bugün intihar etmiş olmazdı.” İşsiz kaldığı bir yıl içinde bunalıma giren ve kendini çıkışsız hisseden Tarcan, babasına ait beylik tabancasıyla yaşamına son verdi. Çağdaş Sinama Oyuncuları Derneği üyesi olan Tarcan, 1979 yılında tiyatro, 1987 yılında ise sinema hayatında birçok başarıya imza attı. “Kadının Adı Yok”, “Gömlek”, “Benim Sinemalarım”, “Işıklar Sönmesin”, “Aşkın Kesişme Noktası”, “Mustafa Hakkında Herşey” ve “Umuda Yolculuk” filmlerinde rol aldı. Hatta Tarcan, “Umuda Yolculuk” filmi ile de En İyi Yabancı Film dalında Oscar Ödülü’ne layık görülmüştü. Peki hangi noktada karardı dünyası Tarcan’ın ve yaşamına son vermeye karar verdi? Tahmin etmek zor değil. ÖRGÜTLÜ BİR YAPI... Türkiye’de meslek birlikleri ve dernekler var ancak haklarını arayan örgütlü bir yapıdan söz edilemiyor. Tarık Akan, dünyanın ileri ülkelerinde sanatçıya sahip çıkan ve onları koruyan kültür dinamikleri olduğunu ancak ülkemizde ise böyle bir devlet politikası ve destek veren Kültür Bakanlığı bulunmadığını dile getiriyor. Sanatçılar, gelişmiş ülkelerde yalnız değil. Ancak Türkiye’de sanatçının arkasında hiçbir örgüt yok. Mücadele sürüyor ancak Akan’ın da vurguladığı gibi devlet politikasıyla beraber yürüyecek bir süreç bu. “Yaman’ı kriz etkiledi ve işsizlikle beraber bunalıma girdi, bu sonuç çıktı ortaya” diyor Akan. Tarcan’ın yaşadıkları ile beraber sistemin ne S Zafer Algöz Yaman Tarcan “Mustafa Hakkında Herşey” filminin yönetmeni Çağan Irmak ve oyuncuları Nejat İşler, Şerif Sezer ve Fikret Kuşkan’la birlikte... (Fotoğraf: Ozan Güzelce / Milliyet Arşivi’nden) Tarık Akan kadar çarpık işlediğini de tekrar hatırladık. Ancak Akan’ın da söylediği gibi Türkiye’de hâlâ bu konuda bir hareketlilik yaşanmıyor. Yeni yüzler ve yeni oyuncular geliyor, diğerleri yani “eskiler” tüketiliyor. Türkiye’de uzun saatler, günler ve hatta zor koşullarda çalışarak sigortasız ve pek çok haktan mahrum kalarak mesleklerini yapmaya çalışıyorlar. Ayrıca tekrar yayınlardan doğan telif hakları ise neredeyse hayal. Müzik sektöründe olması gerektiği şekliyle işleyen telif hakları yasası oyunculuk sektöründe mevcut değil. Oysa ki yaşamını oyunculuk yaparak kazanan sanatçıların, bir çalışmada hem de uzun süre var olmamaları demek, kirasını ya da faturasını dahi ödeyemez hale gelmesi demek. Üretimden beslenen oyuncuların bu yaşadıkları da sonrasında çıkışsız bir noktaya dahi gidebiliyor. Zafer Algöz, tıpkı müzik sektöründe olduğu gibi oyunculukta da bir telif hakkı yasası olması gerektiğine vurgu yapıyor ve bakın neler anlatıyor: “Türkiye’de bir meslek birliğimiz olsaydı Yaman da canına kıymazdı. En son görüştüğümüzde çok sıkkındı. 2030 bin liralık borcu vardı. Oysa, teliflerini alsaydı, günlük yaşamını da geçirebilirdi, sinema ve televizyonda tekrar gösterimlerden hakkı olan olan parayı alırdı. İşsizlik sanatçıyı da vurdu. Umutsuz kalınca yaptı bunu.” Oyuncular yıllardır bir araya da gelemiyor. “Yeşilçam Sineması, sektör olmayı başarabilseydi, günümüzde de bir meslek örgütü olabilirdi” diyen Algöz, 7 ay önce kurdukları Biroy’a Yeşilçam Sinemasından şaşırtıcı bir şekilde kimsenin dahil olmadığını ekliyor sözlerine. Diğer yandan sistemin sıkıştırdığı oyuncuların, yapımcılardan ve televizyon kanallarından çekindikleri için örgütlenemediklerini de dile getiriyor. Kimbilir belki yaşanan bu son üzücü olay bir hareketlilik sağlar. Herkes elini taşın altına koymaya cesaret eder ve haklı mücadele kazanır. Başka Yaman Tarcanlar, kendisiyle birlikte sanata da kurşun sıkmazlar... G Oyunculara esir gibi davranılıyor... ALPER TURGUT aşay Okay, hem müzisyen hem de oyuncu. Dizi sektöründe neler döndüğünü ve örgütsüzlüğün ne anlama geldiğini bir de onun yaşadıklarından öğrenin istedik. Başay, erken yitirdiğimiz sinema emekçisi Yaman Okay’ın yeğeni... Geçen günlerde bir başka Yaman’ı, aktör Yaman Tarcan’ı toprağa verdik. Ve Başay, onlara layık “yaman” bir kadın... O, her şeyi göze alarak konuştu. Gece Sesleri dizisindeki maceranız nasıl başladı? 2002’den bu yana tam 8 dizide oynadım. Gece Sesleri gelene dek iki yıl proje alamadım. Gece Sesleri çok iyi başladı ancak 6, 7 bölüm sonra tadını kaybetti. Zamanla hallice bir Brezilya dizisine döndü. Senarist Deniz Akçay, “Küçük Kadınlar” adlı diziyi de yazıyordu. Sonra Küçük Kadınlar’a ne yazdıysa benzerini Gece Sesleri’ne monte ediyordu. Senaryodan biraz bahsedelim... Dizide Ceyda adlı kötü bir kadını canlandırdım. Öte yandan dizi başladığından beri altı kişi öldü. Üç kadın tecavüze uğradı. Tam dört hamile var, ikisi tecavüz sonucu gebe kaldı. Toplumdaki muhafazakârlaşma yüzünden dizilerde artık öpüşme yok, tecavüz var; alkol yok, şiddet var. Benim ölümüm de trajikomikti. Bir ev kadını ve bir seyis birbirlerini kalbinden kurşunlamayı başardılar. Seyirci resmen sıkıldı. Millet bizimle dalga geçer oldu. Peki, oyuncular? Vildan Atasever, İsmail Hacıoğlu, Özgür Çevik... Dizinin yetenekli oyunculardan kurulu bir kadrosu da vardı. Dizi seti Çatalca’daydı. Kışın adeta donduk, bir soba aldırmak için akla karayı seçtik. Gece B Sesleri’nde kızım rolünü oynayan arkadaş, konservatuvarda öğrenci. Çalışma koşulları nedeniyle az kalsın onu devamsızlıktan atacaklardı. Sözleşmeyi ona karşı kullandılar. Ne yazık ki; Türkiye’de dizileri oyuncular kurtarıyor. Ama senaryo kötüyse oyuncu ne yapsın? Gece Sesleri bir edebiyat uyarlaması... Kitabın yazarı Ayşe Kulin, senaryoya tepki göstermedi mi? Elbette gösterdi. Ayşe Kulin, “Bu senaryonun benim kitabımla alakası yok, pişmanım. Artık kimseye dizi çekmeleri için romanlarımı vermeyeceğim” dedi. Başay Okay, Ayşe Kulin’in romanından uyarlanan ‘Gece Sesleri’ adlı dizide rol alıyordu. Ekmek parası uğruna içinde bulunduğu koşullara göğüs gerip, işini hakkıyla yapmaya çalıştı. Ancak yaşadıkları tahammül noktasını aşınca her şeyi göze alıp konuştu. Onun anlattıkları sektörün içten içe kanayan yarasını bir kez daha gözler önüne seriyor. dizide başrol aldım. Bir gün yardımcı yönetmen pat diye soyunma odasına girdi. “Kapıyı çalmadan giremezsiniz, ne münasebet” dedim. Pişkin pişkin “Sana mı soracağım?” dedi. Şikâyetçi oldum ancak hiçbir şey yapmadılar. Ben de diziyi sözleşmeye karşın bıraktım. Sadece dürüstlük ve saygı istiyorum. 10 yıldır aynı insanlarla müzik yapıyorum, 7 yıldır aynı ajanstayım. Ancak inanıyor ve biliyorum, Türkiye’de düzgün yapımcılar da var. ÜCRETTE İNDİRİM, DİZİDE ÖLÜM Şu öldürülme hikâyesinin detaylarına inelim mi? Dizideki 20 bölüm geride kalmıştı. 21 ve 22. bölümlerin senaryosunu bekliyordum. Yapımcı şirketten beni aradılar ve aldığım ücretten yüzde 20 indirime gidileceğini söylediler. O ana dek 10 bölüm parası almışım. Üstelik 13. bölümün ardından zam alacaktık. Kriz var dedik, bu da bizden olsun dedik. Zaten öyle yüksek paralar almıyoruz ki... Beni dizide öldürmesinler diye mecburen kabul ettim. Onlar ise sözleşmemize karşın pişkin pişkin mahkemeye git dediler. Dizinin bu hale dönüşmesinde tek sorun yapımcıda mı, yoksa başka etkenler de var mı? Show TV, yayın saatleriyle sürekli oynadı. Diziyi batırarak bitirmek istediler. Çünkü kanal yetkilileri, diziye 200 bin TL harcayacaklarına, 10 bine “Yemekteyiz” adlı programı kotarabiliyorlar. Sektörün çivisi çıkmış gibi... Benim haksızlığa tahammülüm yok, bir de çifte standarda... Birkaç yıl önce bir Fotoğraf: Uğur Demir Çözüm sendikadan mı geçiyor? Bu işte SSK yok, sigorta yok, garanti yok. Dizi çekilmeye başlansa da televizyon kanalının yayınlamama riski var. Sözleşmede; uzayda bile gösterilebilir, çoğaltılabilir yazıyor. Kölelik sözleşmesi, köpek muamelesi... Hukuk fakültesinde okumuş olmanın avantajını kullandım ve “tiyatro, yazarlık, sahne, müzik bunlara engel olamazlar, tamamen tasarrufum altındadır” gibi bir madde eklettim. O şartlarla imzaladım. Dizilerde oyunculara yönelik mobbing uygulanıyor. Diretme, dışlanma, dayatma ile yüz yüzeyiz. Birlik olmamız gerek. Eminim ki, sendika olsa beni çıkartamazlardı. SineSen çok emek veriyor. Eskiden tuzu kuru başrol oyuncuları, ellerini taşın altına koymuyordu. Star oyuncu çok önemli, yoksa bizi kimse iplemez ki. Şimdi eski starlık sistemi sona erdi, artık risk alabilen, işiyle yıldızlaşan oyuncular var. Erkan Can gibi... Bir de telif hakları konusunda, bir oyuncu arkadaşın altı yıl önce açtığı dava sonuçlanmak üzere... Karar, hepimiz açısından emsal olacak. Bir de oyuncu meslek birliği BİROY kuruldu. Röportajı güzel bir konuyla kapatalım. Yeni bir müzikalde rol alıyorsunuz ve son derece heyecanlısınız... Diziler tiyatrocu oynatmak ister, ancak oyuncusunun tiyatro yapmasını istemez. O zaman manken oynatın. Günümüzde seyirci artık bunları yemiyor. Müzikal bana ilaç gibi geldi. Enis Fosforoğlu Tiyatrosu sahneliyor. Fosforoğlu benim ilk hocamdır. Müjdat Gezen Tiyatro Bölümü’nü kazanmadan önce bir yıl onun kursuna gitmiştim. Oyunumuzun adı; “Seni Seviyorum, Mükemmelsin, Şimdi Değiş”... 12 ülkede 12 yıldır oynan bir müzikal. Evrensel bir tekste sahip... Müzikallere karşı her zaman bir önyargı vardır... Bu birçok skeçten oluşan ve herkesi memnun edecek bir müzikal. Durum komedisi ve lafa dayanmıyor. Örneğin ben oyunda 8 ayrı karakteri canlandırıyorum. Oyunu Seren Fosforoğlu yönetti. Seren ve benim dışımda, Sibel Tüzün, Murat Evgin ve Barbaros Büyükakkan da rol alıyorlar. Şarkı sözlerini Zeynep Talu yazdı. Arkada piyano ve keman var. Bu oyunla her yere ulaşmak istiyoruz, turne yapmayı düşünüyoruz. G C M Y B C MY B