Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI 15 MART 2009 / SAYI 1199 Yüzler... Sözler... ADNAN BİNYAZAR ıyamet, egemen olanların depoları boşalma sinyali verince kopuyor. Dünyada bir milyarın üstünde insan açlıkla yüz yüzeymiş, her gün on binlerce çocuk bakımsızlıktan can veriyormuş; kimin umurunda! Onlar, ahtapot kollu para uğruna dünya cennetini cehennem eyliyorlar çocuklara... Ekonomik kriz belli bir azınlığın düzeninde oyuklar açtığı için kriz; çoğunluk zaten hep krizde! Taş kafalısından satır suratlısına, ekranda konuyu ele alan yüzlere bakıyorum; tepedeki bizi etkilemez, bizden teğet geçer dedi ya, sahibinin sesiymişçesine onlar da aynı şeyi yineleyip duruyorlar. Vicdanlı, sağduyulu, yurtsever insanların yerini uzaktan kumandalı arsız robotlar aldı... Yüz, duygular yansıtacıdır. Erdemler de, ihanetler de yüzde pembeleşir. Bu pembenin tonunu ancak görmesini bilen ayırt ediyor. Yolsuzluklara, hırsızlıklara yol açanlar yüzlerine maske takmış; kimin kim olduğu belli değil. Görmezden gelmek bilinçsizliktir; onlar çıkarmıyorsa, biri söküp çıkarmalı maskeleri, gizlenmiş yüzlerden! Ya atasözüdür, ya bir Rus yazarından özdeyiş: “Söz, mermidir, namludan fırladı mı geri dönmez.” Meydanlar, namludan fırlamış mermi dolu! Ağızdan çıkan sözün en yakın denetçisi kulaktır. Erdemle söylenmiş deyimlerimizden biri, ağzının ayarı bozukları kendi içinde edebe davet eder: “Ağzından çıkanı kulağın duysun!” Oysa yüreği duymayanın kulağı duyar mı?.. *** Bu yazı, Emin Özdemir’in, kitaplık dergisinin 122. sayısındaki “Yüzler ve Sözcükler” adlı denemesinde belirttiği gibi, “yüzün biçimsel özelliklerinden kişinin karakterini çıkarma”ya yönelik değildir. “Gözlere, kaşlara, alna, burna, çeneye, ağza, kulaklara bakarak kişiliği belirleme falcılığı” hiç değildir; her teli birer sözcük olan düşünce fırçasıyla kişilik çizimleridir... Hiçbir şey, maskelerin ardındaki kirli gizliliğe ışığını vurmakta sözcükler kadar etkili değildir. Aşağıda çizimi yansıtılan yüz, tek kişinin değil, halkı bir lokmaya muhtaç edip kendilerini semirtenlerin yüzüdür: “Duyarlıksız, nobran, dümdüz bir yüz, hiçbir güzelliği tatmamış, tanımamış... Gözler molla bakışlı, donuk, buzulsu... Çatlak, paslı bir sesle konuşuyor. İnanç ve iman kemirgenliği yapan ürkütücü bir söylemi var. Dudaklar, yalan söylemekten eprimiş. (...) Konuştukça coşkulanıp esrikleşiyor. Arada bir duruyor, yalanıp dudaklarını ıslatıyor. Halk avcılığına yönelik yanardönerlik, bütün boyutlarıyla yanıp sönüyor bu yüzde.” Özdemir’in çizdiği başka bir yüz de şöyle: “Adının önünde bilimsel bir san da taşıyan, köşe yazarı bir gazeteci konuşuyor televizyonda. Ekranı kuşatan iriyarı bir gövde. Saç sakal birbirine karışmış, pejmürde, pörsük, kirli kara bir yüz. Sanırsın, günlerce su yüzü görmemiş.” Kim olduğunu söylemeden onun kim olduğu bilinen yüzler sardı Türkiye’yi. Atatürk’ün yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni 86 yıl sonra karalayıp kirletenler bu yüzlerdir, bu yüzlerin kötülüğe açılan ağızlarının çarpık sözleridir. Soralım; onlar, Özdemir’in deyişiyle, “yanaklarına sanki masal kuşları konmuş, gözleri umudun güneşiyle ışıl ışıl” çocukların yüzlerine nasıl bakıyorlar?.. G binyazar@gmail.com K Hayatla sahnede hesaplaştım ALİ DENİZ USLU eman virtüözu, büyük usta Ayla Erduran’la söyleşiye biraz erken gidiyorum. Daha asansörde keman sesi karşılıyor beni. Kapıyı o açıyor. “Erken geldiniz” diyor, “15 dakika daha çalışacağım. Beklemek zorundasınız”. Onu dinleyerek beklemek büyük bir şans. Müziğine duyduğu saygı, disiplini ve inancı ise büyük bir ders. Çalışması bitip kemanını nazikçe kutusuna koyduktan sonra “Keman disiplindir. Tecrübe de zamanı iyi kullanmayı öğrenmek. 72 yaşındayım ve hâlâ günde dört saat keman çalıyorum” diyerek başlıyor söze. Eskiden yılda 50’ye yakın konser verdiğini, şimdi bu sayı azalsa da müziğe sadakatinden vazgeçmediğini söylüyor. Bir virtüözün her an, her şeye hazır olması gerektiğine inanıyor. İzmir’de Edgar çalmaya hazırlanırken programın değişip birden Brahms Konçertosu’na döndüğü bir günü hatırlayıp, “15 yıldır Brahms çalmıyordum ama bir plak kaydetmiştim. Bir günde hazırlandım. Eski bir dostla yıllar sonra buluşmak gibiydi” diyor, “Yani her gün bir konserim var gibi çalıştım. Hayata bununla tutundum”. Ayla Erduran, hayata müzikle tutunuyor. Hâlâ günde en az dört saat kemanıyla baş başa. Enstrümanı onun için annesi, çocuğu, sevgilisi, en çok da kendisi. Hep daha iyi olmak için uğraşıyor. Ölüme inanmıyor çünkü gidenin hatırası kalıcı. Ölüm gelirse de onunla sahnede hesaplaşmak istiyor. K Cemal Reşit Rey: Keman hayattır B ir gün Cemal Reşit Rey ile konuşuyorduk. Ben yirmili yaşlarımda, tutkumun zirvesindeydim. Ayla dedi: “Keman, yalnızca keman değildir. Onun içinde flüt, kontrbas, piyano da vardır. Orkestradır o. Elbette yağmur, rüzgâr ve güneş de hissedilmelidir onda”. Şimdiki müzisyenlerdeki en büyük eksiklik bu. Günümüzde enstrüman çalan insan çok, ama müzik yapan müzisyen yok. İyi bir kemanı duymak için tutkulu bir müzisyen, tutkuya karşılık verecek güçlü bir keman, akustik duyumu hassas bir mekân, müziğe aç dinleyiciler gerekli. G Erduran, 38 yıllık yoldaşım dediği dünyanın en değerli kemanlarından üç asırlık “Stradivarius”unu maddi imkânsızlıklar nedeniyle sattığında yaşadığı kaybın derinliğini unutamıyor. Yorumladığı eserleri seçmek Erduran için biraz trajik, çünkü her eserin, her yaştaki algısı, ruhu ve dinleyicide hissettirdikleri farklı. Beethoven’e duyduğu aşkı, “O iyiliğin tasviri. Müziğinden bir annenin yavrusuna duyduğu mutlak sevgiyi hissetmek Erduran, akustik enstrümanların yaşadığına inanıyor. mümkün” diye anlatıyor, “Brahms ise bana Erduran kemana annesinin teşvikiyle ormanları, akarsuları, nehirleri hatırlatır. başlıyor. Dört yaşında Karl Berger’in Bu müzikler dua gibidir”. öğrencisi oluyor. Enstrümanı ile arasındaki ilişkiyi “ailevi” diye özetliyor, “O benim Kulis karanlık, sahne aydınlık. çocuğum, annem, kocam, biraz da kendim”. Akustik enstrümanların Müziğe adanan bir hayatın pek çok yaşadığına, kemanla tensel bir ilişki ıssızlığa gebe olduğunu baştan bilmek kurulabileceğine inanıyor. “Kalbim iyi gerekir. Erduran da buna katılıyor. Şimdi değilse kemanım bana cevap vermez. Onu bugüne bakıyor, çünkü geçmişinde hem insanların hem de doğanın hatırlamak istemediği anıları fazla. rutubetinden korumak gerekli” diyor. Bir Geçmişi sıkıntılı ve isteksiz bir ses tonuyla kemana alışma süresi onun için üç yıl. Bu anıyor. Sonra da Dalai Lama’nın sözünü bir evlilik gibi, çarpışmalı ve zor bir süreç. tekrarlıyor: “Hayatta en büyük dostlarımız düşmanlarımızdır. Yoksa bir jelatin torbası olurduk”. Hayata biraz öfkeyle, biraz da inatla, ama hep mücadeleyle tutunmak gerekli, biliyor. Sorgulayarak, çok çalışarak, kuşkulanmaktan çekinmeyerek bugünlere geldiğini anlatıyor. Onun için kulis karanlıksa, sahne hep aydınlık. Sevgiyi ve aşkı kalbinden uzak tutmuyor. Müzik seçicidir... Erduran İsviçre’de 20 yıla yakın bir süre Lozan Konservatuvarı’nda ustalar sınıfını çalıştırdı. Öğretirken hiçbir şeyin tek taraflı olmadığına inanıyor. Artık ders vermek istemiyor. Ebeveynlerin çocuğunu sahnede görüp alkışlayarak tatmin olmak için çocukları zorladıkları gerçeğini hatırlatıyor. “Keman bir prestij enstrümanı değil. Hayatı ona adamak gerekir. Bu biraz da hayatı yaşayamamaktır. Bunun farkında olmak gerekir” diyor. G Bir anısı geliyor aklına, iç geçiriyor; “Annem ölmüştü, parasızdım. Yaşamak için kısa sürelerde büyük konçertoları yorumlamaya çalışıyordum. ‘Seasons Konçertosu’da bunlardan biriydi. Bir ay çalışıp, birkaç dostuma dinlettim. Bu, yüzmeyi bilmeden denize atlamak gibiydi. Dinlettiklerim, ‘Sen çaldığını sanıyorsun’ dediklerinde kalbimi yerinden aldılar. Sanki tüm dünyanın derdi benimmiş gibi davranıyordum. Ben o güne kadar dünyanın en zor şeyini yaptığımı düşünüyordum, ama o gün her şey değişti. Hayat kolay değil, ama yaşamaya değer”. Müziğin günümüzdeki unutturucu ve uyuşturucu etkisinden rahatsız. “Müzik riyakârlık oldu. Çaba yok, uğraşmıyorlar. Çok dertliyiz, ama bu düşünmememizi meşrulaştırmamalı” diyor. “İnternet de benim için öyle. Sanki düşündürmemek için yapılıyor gibi. Aşk bile orada aranıyor”. Onun için en büyük mutluluk, sevdiği insanlarla gülmek. Ölüme inanmıyor. Gidenin hatırasının kalıcı olduğunu düşünüyor. Ölüm gelirse de onunla sahnede hesaplaşmak istiyor. Şu sıralar en çok oda müziği yapmayı seviyor. 19 Nisan’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ndaki “Fazıl Say ve Arkadaşları” konserinde çalacak, 24 Mayıs’ta ise Ayşegül Sarıca Süreyya Operası’nda. G Miles Davis ile yeniden... K ind of Blue albümünün yayımlanmasının üzerinden 50 yıl geçse de, albüm hala Miles Davis efsanesinin temel taşı. Orijinali 1959’da yayımlanan “Kind of Blue”, tüm zamanların en iyi albümleri arasındaki yerini hiç kaybetmedi. Yayımlandığında; caz müzik dünyasına daha önce görülmemiş bir üslup ve ses getirdi. Albümün başarısı onu; tüm zamanların en çok satan caz albümü yaptı. Miles Davis babasının ona hediye ettiği trompetle müziğe ilk adımını yedi yaşında attı. Okul orkestrasında ve birkaç R&B grubunda müzik yapmaya başladı. Charlie Parker ve Dizzy Gillespie’nin sesiyle cazı keşfetti. Davis, 1946’dan 1948’e kadar Charlie Parker ile de müzik yaptı. J.J Johnson, Lee Konitz, Gerry Mulligan, John Lewis ve Max Roach gibi caz ustalarıyla çalma fırsatı buldu. Bu grupla da “Birth Of The Cool”u yayımladı. John Coltrane, Red Garland, Paul Chambers, Philly Joe Jones’la çalıştı. “King Of Blue” albümünü de Coltrane, Julian Adderley, Bill Evans, Paul Chambers ve Philly Joe Jones ile tamamladı. Şimdi de Sony Music etiketiyle yayımlanan “Miles DavisKind of Blue” adlı 50. yıl özel albümü Miles Davis efsanesinin geniş bir özetini sunuyor. Albümün DVD içeriğinde: 2004’te hazırlanan minibelgeselin yenilenmiş uzun versiyonu ve röportajlar da var. Bonus şarkılar, podcastler, fotoğraf galerileri, albüm notları, videolar, röportajlar ve daha pek çok şey... Bu, ismi caz tarihiyle anılan Davis’i yeniden keşfetmek için iyi bir fırsat. G C M Y B C MY B