22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 PAZAR YAZILARI 15 MART 2009 / SAYI 1199 ROMA TORONTO çocukları engellemiyordu. Camorra’nın patronlarından birinin, “Önce öldürüyoruz, sonra kahve içmeye gidiyoruz” demesi gibi, cinayet ve mafya, bu çocuklar için doğal bir duruma dönüşmüştü. Günümüzde artık kökünün kurutulduğu bilinen Roma mafyası, diğer adıyla “Banda della Magliana” ise, yetmişlerde birçok kişinin ölümüne neden oldu. En akılda kalanı 2 Ağustos 1980’de Bologna Tren Garı’na düzenlenen bombalı saldırı. Olayda 85 kişi öldü, 200 kişi yaralandı. Banda della Magliana’nın patronlarından Enrico de Pedis’in 1990’da Roma’nın en ünlü meydanlarından Campo de Fiori’de güpegündüz, eskiden iş yaptığı kişiler tarafından öldürülünce Sant’Apollinare Kilisesi’ne gömülmesi dikkatleri Vatikan’ın üzerine çekti. Din hukukunda, sadece kiliseye hizmet edenlerin kiliseye gömülebileceği yazsa da, Monsenyör Piero Vergari, Enrico de Pedis’in yaşlılara ve yoksullara birçok yardımda bulunmasından ötürü kiliseye gömülmeye hakkı olduğu açıklandı. Öte yandan, grubun üyelerinin kullandığı silahlar ve bombaların Sağlık Bakanlığı’nın bahçesinde gömülü bulunması, devlet ve Vatikan’ın da işin içinde olduğu kuşkusunu güçlendirdi. Fakat İtalya’da egemen olan kilise baskısından dolayı bu olaylar tam olarak netleşmedi. Mafyaya karşı şimdiye kadarki en büyük cesareti gösteren Roberto Saviano, şu anda istediği özgür hayatı yaşayamasa da İtalya’nın kapalı kutularından mafya sorununa ışık tuttu. Gomorra filminin Oscar adaylığından çıkarılmasına sevinen ve eğer kazansaydı bu durumun İtalya’nın dünyadaki saygınlığını zedeleyeceğini düşünenlerin ise, artık gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi. G Camorra ve Gomorra ZEYNEP KESİM talyan mafyası yıllar yılı birçok kitap ve filme konu olduğundan dünyanın da iyi bildiği bir olgu. Filmlerde biraz da “silah romantizmi”nin gölgesinde kalan mafya, hâlâ İtalya’nın en büyük sorunlarından biri. Şimdiye kadar yapılan filmlerin belki de en çarpıcısı mafyayı gerçekte olduğu biçimiyle aktaran Roberto Saviano’nun aynı adlı romanından uyarlanan “Gomorra”dır. Kitabın ve filmin böylesine ses getirmesi, hatta Oscar adaylığına yükselmesi, aslen Napolili Saviano’yu Camorra’nın (Napoli mafyası) hedefi durumuna getirdi. Saviano kitabında, İ Napoli mafyasını en küçük ayrıntıları ve bütün gerçekliğiyle gözler önüne serdi. Bunun faturasını ise, artık korumaları olmaksızın evinden dışarı çıkamamakla ödüyor. İki ay önce Saviano, bir konuşma yapmaya Roma Üniversitesi’ne davet edildi. Korumalarıyla geldiği konuşmada büyük ekranda fotoğraflar da gösterdi. Bunlar, yazarın Napoli’de çektiği ve Camorra’nın cinayetlerine tanıklık eden fotoğraflardı. Hemen her karede çocuklar bulunuyordu. Saviano’nun da dediği gibi, her şeye meraklı çocuklar, bir cinayet işlendiğinde de olay yerine ilk gelenlerdi. İlginçtir; fotoğraflardaki polisler, kanlar içindeki ölüleri meraklı gözlerle izleyen Cüneyt nasıl “June Eight” olur? UĞUR GÜNDOĞMUŞ urtdışında yaşayan hemen herkesin ilginç bir deneyimi var. Türkiye gibi yumuşak g’lerin çatallı s’lerin bulunduğu bir alfabenin kullanıldığı ülkeden geliyorsanız, okulda, iş yerinde, hastanede, isminizin o güne kadar hiç duymadığınız şekilde telaffuz edilmesine alışmanız, hatta doğru telaffuz edilmesi için önlem almanız gerekiyor. Kanada, yüzlerce değişik kültürün bir arada yaşadığı bir ülke. Dünyanın dört bir köşesinden yüz binlerce göçmene kucak açmış. İngilizce ve Fransızca Kanada’nın resmi dilleri. Ancak, günlük yaşamda, özellikle Toronto gibi büyük şehirlerde, onlarca değişik dilin kullanıldığını görüyorsunuz. O nedenle, herkes, İngilizce ya da Fransızca olmayan isimlere çok alışkın. Ama, benimki gibi, birçok Kanadalının ilk kez duyduğu bir isme sahipseniz, insanların isminizi söylemek için çektikleri ıstırabı görünce gülmekten katılabilirsiniz. İsmimle ilgili yaşadığım ilk sorun resmi belgeleri çıkarırken başladı. Sağlık kartı başvurusunu yaptığımda ğ, ü ve ş’ye elveda demek zorunda kaldım. Birçok iş arkadaşımın bana “Ugur” demesine alıştım. Ne yaparsınız, ğ diye bir harften haberleri yok ki. İkinci işimde ise Amerikalı patronum “Uğuş” adını uygun gördü. Adımı ilk kez email yazışmalarında gören ve telefon edenlerin büyük çoğunluğu ise, “Yugur” adını uygun görüyor. Düzelt düzeltebilirsen. Bazı Türkler, bu tip isim zorluklarından yorulduğu için sorunu kökünden (!) çözmüşler. Bülent Bill, Serdar Sid, Cihan John olmus. Çocuklarının aynı derdi yaşamasını istemeyenler de, Jasmine (Yasemin), Celine (Selin), Melissa (Melisa) gibi hem Türkçe hem de İngilizce’de benzer şekilde telaffuz edilen isimleri seçmişler. Biraz yaratıcılığa ne dersiniz? Cüneyt adlı bir arkadaşımız, isminin kolayca anlaşılması için ilginç bir yöntem bulmuş: Adını “anlatırken”, İngilizce June (Haziran) ve Eight (Sekiz) kelimelerini birleştirmelerini söylüyor ve June + Eight = Cüneyt denklemiyle sorunu çözüyor. Elbette, bu tip tatlı sorunlar sadece biz Türklere özgü değil. Birçok dil, gerçekten zor telaffuz edilen isimlere sahip. Örneğin Polonya asıllı bir arkadaşımın ismi Szczepko. Nasıl telaffuz edersiniz bu ismi? Babamın Sahir gibi Türkiye’de de az rastlanan ismi nedeniyle birçok devlet dairesinde güçlüklerle karşılaşmış, Sahir’in Şakir, Saim ve Sair gibi onlarca değişik yazılışını görmüştüm. Ama öztürkçe olduğu için her zaman gurur duyduğum ismimin, yabancı bir diyarda bana yaşattığı sürprizlere inanın hiç hazırlıklı değildim. O nedenle, siz siz olun, çocuklarınıza isim koyarken, bir gün yurtdışında yaşayabilecekleri ihtimalini de lütfen aklınıza getirin. G ugur@gundogmus.com Y Renkler Festivali Hindistan’ın güneyindeki Kolkata kentinde her yıl “Holi” isimli renkler festivali düzenleniyor. Öğrenciler bu yılki festivalde de birbirlerinin üzerini boyamaktan geri kalmadılar. Tüm ülkede kutlanan Holi, geleneksel olarak baharın müjdecisi olarak görülüyor. OSWIECIM Ölüm kampında... IŞIK CANSU CANAYAK oğuk bir pazar günü. Krakow’dan bir saat mesafedeki Oswiecim’e, yani bütün dünyanın bildiği Almanca adıyla Auschwitz’e doğru yola çıkıyoruz. Almanlar burayı işgal ettiklerinde şehrin ismini değiştirmişler, zaten zamanla şehir de unutulup sadece kamp hatırlandığından, dünya burayı Almanca adıyla tanıyor. Upuzun bir yoldan yürüyoruz kampa ulaşmak için. Hava ha karardı ha kararacak. Kampla ilgili kitapçıklar satan küçük bir dükkân dışında her yer kapalı. Görevli kadın, kamptaki son turun da bitmek üzere olduğunu, bazı binaların kapandığını, ama kendi kendimize gezebileceğimizi söylüyor. “Arbeit Macht S Frei / Çalışmak, sizi özgür kılar” yazısının altından titreye titreye geçiyoruz. Bizden başka kimse yok. Birbirinin aynı yapıların arasından yürüyoruz, dışları aynı ama dramları ayrı. Mesela her sabah önünde toplanılan ve saaatlerce ayakta dikilirken insanların öldüğü ya da akıllara zarar işlere gönderildiği bina. Girenin çıkamadığı, içeride neler olduğunun bilinmediği hapishanenin diğer adı ise “ölüm binası”. “Girelim mi?” diyorum arkadaşıma, uzun koridorlardan geçiyoruz, odalara girmek yasak, ama eski hallerini gösteren resimler var. 1.5 milyona yakın insanın hastalıktan, yorgunluktan, kurşuna dizilmekten, açlıktan, gazlı odalarda istiflenmekten... öldüğü bu yerde turistik bir havayla dolaşmak da canını sıkıyor insanın. Fotoğraf makinesiyle bir müzede gezer gibi geziyoruz, acayip bir huzursuzluk içinde. Polonyalı Yahudilerin, Yahudi olmasa da düzene karşı çıkması mümkün entellektüellerin, rahiplerin de yakıldığı yazıyor hapishanenin duvarlarında. Hepsi kel, bir örnek, zayıf binlerce insanın fotoğrafı bize gözlerini dikmiş bakıyor... Müze olarak da bilinen binanın içindeyiz şimdi. Mavi, karanlık duvarlı. Gördüklerimin ne olduğunu anlayamıyorum önce, sonra idrak ediyorum: Bir uzun ve derin cam duvar boyunca uzanan saçlar; örgülü, at kuyruğu yapılmış, kısa, uzun, sarı, siyah... Kampa girer girmez insanlardan kesilen kilolarca, milyonlarca saç... Yan odadaysa kamptakilerin tavaları, tencereleri sergileniyor. Kampa alınanların girerken bırakmak zorunda oldukları protezleri, koltuk değnekleri, gözlükleri... Gaz odasının hemen yanındaki dört fırın, günde 340 cesedi yakmak üzere planlanmış. Zamanla Auschwitz II, Auschwitz III Monowitz de açılınca krematoryumlarda bir günde yakılabilecek insan sayısı 4.567’ye çıkmış. Tek katlı, yıkık dökük binanın önündeyiz... Zifiri karanlık, ışıkları yakmalı. Sağdaki düğmeye basıyorum, loş bir ışık sarıyor etrafı. Tam önümüzde iki fırın duruyor, önünde taze çiçekler... Sağa doğru bir ufak, karanlık koridor uzanıyor. Çekinerek yürüyoruz, burası gaz odası, kocaman bir salon gibi, penceresiz, rutubetli, yıkık dökük, neredeyse dokunulmamış. Salonun diğer kapısı gene fırınlara çıkıyor. Karşımızda bir yazı var, “Sessizliğiniz için minnettarız, burada ölen milyonlarca insan için lütfen gürültü yapmayınız“. Arkadaşım, “Allahaşkına çıkalım Cansu” diyor, “Ya içerde olduğumuzu anlamayıp kapıyı üstümüzden kitleyiverirlerse?” Biraz sonra dışardayız. O kadar basit ki her şey, hiçbir süslü lafa ya da açıklamaya gerek yok. G KÜBA Devrimin 50. yılında... ASLI ÖCAL üba, Fidel ve arkadaşlarının Maestra dağlarından (Sierra Maestra) Santiago’ya inerek, devrimi ilan edişinin 50. yılını kutladı. İlk defa bu yıl, devrimin yıldönümünde Fidel yerine kardeşi Raúl Castro konuştu. Raúl Castro, 1953 yazında Fidel Castro önderliğindeki gençlerin Moncada karargâhını basmasıyla başlayan 26 Temmuz Hareketi’nin bugünlere nasıl geldiğini anlatırken, kardeşinin 8 Ocak 1959’da Havana’da yaptığı zafer K konuşmasından alıntılar yaptı: “Tiranları devirdik. Sevincimiz çok büyük. Ancak daha yapacak çok şey var. Gelecekte her şeyin daha kolay olacağını düşünüp kendimizi kandırmayalım; belki de her şey çok daha zor olacak.” Fidel, ülkesinin bugün içinde bulunduğu durumu tahmin ediyormuş adeta. Kübalıların bir kısmı adadaki sorunların temel kaynağını ABD ambargosunda görürken, bir kısmı da gelişmenin ikili para sistemi yüzünden engellendiği görüşünde. Kastettikleri para sistemiyse, Bush rejiminin 2004’te ambargoyu sıkılaştırmasına dayanıyor. Fidel, bu hamleye doları piyasadan geri çekip yerine peso convertible’yi (CUC) getirerek cevap veriyor. Ancak Kübalılar yerel ürünleri satın almak için değeri çok daha düşük peso cubano’yu (1 CUC, 25 peso ve yaklaşık 1 dolar değerinde) kullanıyorlar. Pirinç, fasulye, kahve ve şeker adanın temel ürünlerinden olmasına rağmen karneyle dağıtılıyor. Yine de Kübalıların dediği gibi adada kimse açlıktan ölmüyor. Tüm çelişkilerine rağmen, Küba insanda hayranlık uyandırıyor. Sosyal devlet olduğunu iddia eden birçok ülkede hayal olmaktan öteye geçmeyen reformlar Küba’da elli yıldır işliyor. Sağlık hizmeti hiçbir ücrete tabi tutulmuyor. Petrol ya da başka ürünler karşılığında Venezüella’ya ya da Afrika ülkelerine gönderilen Kübalı doktorlar büyük gurur kaynağı. Okuryazarlık oranının neredeyse yüzde yüze ulaşmasında eğitimin ücretsiz olmasının payı büyük. Öte yandan son yıllarda Küba’da değişim rüzgârları estiği doğru. Turistlerin cirit attığı, eski Havana’nın akıl almaz bütçelerle restore edilen sokaklarında Paul&Shark ve Benetton mağazalarına rastlanıyor. Kübalılar otellerde konaklama ve cep telefonu edinme gücüne erişemeseler de Reebok veya Adidas mağazalarının önünde kuyruklar oluşturabiliyorlar! Adaya beyaz eşya ve elektronik aletlerin girmesi serbest bırakıldığından beri, herkes müzik seti alabilmek için para biriktiriyor. Son zamanlarda Küba, Guantanamo’nun kapatılacağı haberleriyle sık gündeme geliyor. Şimdilik Obama’nın attığı ilk somut adım “turizm ambargosunu” kaldırmak oldu. Eğer yasa tasarısı Senato’dan geçerse, Kuzey Amerikalı turistler ve ABD’de yaşayan Kübalılar adaya seyahat edebilecek. Ancak Obama’nın bu hamlelerini değerlendirirken aceleci davranmamalı. Açıklanan son verilere göre Küba’nın 2008’de ABD’den ithal ettiği ürünlerin bedeli bir önceki yıla göre yüzde 61 artış göstererek 710 milyon doları bulmuş. Başka bir deyişle, bu tek taraflı ambargodan A.B.D her geçen yıl daha fazla kâr ediyor. Obama’nın asıl niyetinin ne olduğunu ise önümüzdeki dönemde ekonomik ambargonun kaldırılması için atacağı adımlardan hep birlikte göreceğiz. G asliocal@gmail.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle