Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 MART 2009 / SAYI 1199 5 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Ayşe Yeter: Sosyalist bir kadın olarak varım BARAN BORAN Güzel ve masum ATAOL BEHRAMOĞLU ün geçmiyor ki ülke genelinde zaten kasvetli hava tüyler ürpertici bir cinayetle daha da kararmasın. Ankara’da başlarına birer kurşun sıkılarak katledilen anne ve çocukları. Baba daha önce öldürülmüş. Bu nasıl bir kin. Nasıl bir acımasızlık. Nasıl bir canavarlık. Ve nasıl bir sahipsizlik. İstanbul’da tüyler ürpertici bir başka cinayet. Çöp konteynırında, gitar kutusu içinde başsız bir genç kız cesedi. Baş paketlenip bir başka konteynıra konulmuş. Yukarıda söylenenleri tekrarlamak dışında, sözün tükendiği yerler. *** İkinci cinayetin ayrıntıları, bir polisiye roman örgüsünü oluşturur. Cinayetin işlendiği yer, üç katlı bir villa. Silinmeye çalışılmışsa da görülebilen kan izleri. Katil zanlısı, varlıklı ailenin tek oğlu. Cinayet kurbanı genç kızla fotoğrafında, saçları nedense üç numara tıraşlı. Bakışları, görünümü açıkça psikopatik. Belki uyuşturucu almış. Bıçaklanarak öldürüldükten sonra başı gövdesinden ayrılan genç kız ise, yoksul değilse de emekçi bir ailenin tek çocuğu. Fotoğrafta, müstakbel katiline sokulmuş. Belli ki âşık. Arkadaşlarının tanıklığı da o yönde. Güzel ve masum... Cinayet öncesinde çifti villaya götüren taksi sürücüsü böyle söylüyor: “Olacakları bilseydim o güzel ve masum kızı asla taksiden indirmezdim.” *** “Kız çok üzgün görünüyordu. Başını Cem’in omzuna dayadı. Aralarında çarpıcı, dikkat çekici bir konuşma geçmedi. Sadece genç kız durgun ve üzgündü.” Taksi sürücüsü böyle anlatıyor. O, olacakları bilemezdi kuşkusuz. Peki ya Cem Garipoğlu’nun ve zavallı kurban Münevver Karabulut’un aileleri? Çocuklar bu kadar mı denetimsiz? Bu kadar mı sahipsiz? Tüyler ürpertici cinayetin ardından bir gazetenin muhabiri bana da telefonla sorusunu yöneltiyor: “Katil zanlısının ailesi çocuklarını saklamış diyorlar. Siz olsanız ne yapardınız?” Diyorum ki nereye kadar saklayacaklar? Marifet, olabilecekleri önceden görebilip önlem alabilmekti. O fotoğraftaki çocuğun normal biri olmadığı çok belli. *** Güzel ve masum... Ama neye yarar. Münevver’in ailesi de biricik kızlarını koruyamadı. Taksi sürücüsü onun durgun ve üzgün olduğunu gözlemlemiş? Ya annesi ve babası? *** Bunları yazmakla kimsenin acısına acı katmak isteğinde değilim. Güzel ve masum... Bu tanım bana Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’daki unutulmaz sözlerini anımsattı: Yalnız ve güzel... O Türkiye’den söz ediyordu. Aslında aynı şey... Sahipsiz bir ülkenin sahipsiz çocukları... Psikopat, ya da değil. Masum, güzel, ya da değil... Zengin, ya da değil... Aslında aynı şey... İnsancıl bir eğitimden, bilimsel bir akıldan yoksun yetiştirilen, başıboş, sahipsiz, kimliksiz, dünsüz, bugünsüz, geleceksiz çocuklarımız... Aslında hepsi de, bütün çocuklar, bütün gençler gibi masum ve güzel... Ama hepsi de, öldüren ya da öldürülen, sonuç hiç fark etmez, geleceği gitgide karartılan bu güzel ve yalnız ülkede, gerçek anlamlarıyla insan ve yurttaş olmanın bilgisine de duygusuna da ulaşamaksızın, yok olmaya yazgılı. G B elediye seçimleri için geri sayım başladı. Kampanyalar kızıştı, vaatler şiddetlendi. 29 Mart seçimlerinde, alternatif bir dünyadan yana olan isimler de var; İstanbul Bahçelievler Belediye Başkanı adayı Ayşe Yumli Yeter gibi. İşçi, sendikacı, insan hakları savunucusu, kadın hareketi eylemcisi... Seçimler için vaatlerini işte bu kimliklerden çıkarıyor; sermaye sınıfının çıkarlarını değil, kadınların, işçilerin, gençliğin çıkarlarını koruyan, sınıfsal, ulusal, mezhepsel, cinsel kimliğinden dolayı sorunları, talepleri olan emekçilere yanıt veren bir yerel yönetim yaratmak; sigortasız, sağlıksız koşullarda çalışanlar için çalışmalar yapmak; barınma evleri açmak; belediye çalışanı kadınların kreş ve benzeri ihtiyaçlarını karşılamak... Kısacası başka bir dünya mümkün ve ona ulaşmak için, başka bir belediyecilik anlayışıyla yola çıkmak da fena fikir değil. Şimdi gelin bu yolun başına gidip, Ayşe Yumli Yeter’i tanıyalım. Fotoğraf: Uğur Demir Dört işçinin hayatını kaybettiği 96 1 Mayıs’ından 26 gün sonra Kâğıthane’de bir fabrika direnişinin ardından gözaltına alınıyor, “Fabrikadan paydos saatinde ayrıldık, belediye otobüsüne bindik, bir taksi otobüsün yolunu kesti, beni ve bir arkadaşımı gözaltına aldı. İşkencelerden geçtim. 96 1 Mayıs davasından gözaltına alınmıştık, ancak örgüt üyeliğinden yargılandık” diyor. Önce Eskişehir tabutluğuna gönderiliyor, ölüm orucuna katılıyor. 18 kişi öldükten sonra talepleri kabul ediliyor, tabutluklar kapatılıyor. 97’de tahliye oluyor. İşçi mücadelesine kaldığı yerden devam ediyor. G BAŞKA BİR DÜNYAYA ADIM ADIM... Kartal Halk Evi’nde tanışıp, işçi eylemlerinde birlikte mücadele verdiği, düğünlerini yine bir grevde yaptıkları eşi Süleyman Yeter’in gözaltında işkencede öldürülmesi de bu sıralara denk düşüyor. Acısı hâlâ öyle taze ki, anlatırken canı acıyor... Ali Tıp raporları da Süleyman Yeter’in genel vücut travması ve boyuna yönelik baskılar nedeniyle öldüğünü doğruluyordu. Dört yıl boyunca, yılmadan davaları takip ediyor Yeter, sadece eşininki de değil, Metin Göktepe’nin, Manisalı çocukların davalarına da katılıyor. Buraları insan hakları için bir mücadele alanına çeviriyor. Bunları anlatırken bile gözleri yaşarıyor, ama yine de acısını taşıyarak davaların peşini bırakmamayı nasıl mı başarıyor? “Ben öncelikle bir devrimci, sosyalist kadın olarak varım” diyor, “Bu tutarlılıkla hareket ediyorum. Bir eş sevgilisine yapılan böylesi bir zalimliğin karşısında tabii ki olmalı, insan olmanın getirdiği bir şey bu. Süleyman’a çok aşık biriydim. Dava boyunca bu cinayette Vatan Terörle Mücadele Müdürlüğü’nün, İstanbul Valiliği ya da o dönemin İçişleri Bakanlığı’nın da sorumlu olduğunu vurguladık, ancak her defasında mahkeme bize bunların yargılanamayacağını söyledi. Hemen her davanın ardından katılan tüm sendikacı, demokratik kitle örgütlerine, bize dava açıldı. Hatta devlete hakaret suçundan ceza aldım.” 2003’te dava sonuçlanıyor, mahkeme Yeter’in işkenceyle öldüğünü kabul ediyor, ama... Polislerden Mehmet Yutar’ın, “kastı aşarak kasten adam öldürmek” suçundan aldığı 10 yıl ağır hapis cezası “iyi hal” gibi gerekçelerle 4 yıl 2 aya düşürülüyor. İNSANLIĞIN KURTULUŞU İÇİN Dersim isyanından sonra Bingöl’e göç eden annesi ile babası Bingöl’de tanışıyor. Birlikte yeni bir göçe yol alıyor, 69’da İstanbul’a geliyorlar. Bir yıl sonra doğuyor Ayşe. 16’sında tekstil fabrikasında çalışmaya başlıyor. İlk o zaman anlıyor sömürülmenin ne demek olduğunu, yine de tam adını koyamıyor. 1990’da Kartal Halk Eğitim Evi’nde saz ve koro eğitimi alırken, sistemin çarklarını daha iyi çözümlemeyi de öğreniyor, “Çalıştığım fabrikalarda sömürü çarkının nasıl işlediğini net gördüm” diyor, “Aslında sadece bir patron, sınırlı sayıda işçi arkadaş ve kendi mahallemle yüz yüzeydim, ancak bir süre sonra, ülkeye, dünyaya, yaşamın gerçekliğine bakmaya başladım ve sorular sordum. Böylece insanlığın kurtuluşunun gerçek olabileceğini, bunun bir mücadele sürecinden geçmesi gerektiğini anladım ve kendimi mücadelede buldum.” Ayşe Yeter, Bahçelievler Belediyesi başkan adayı. Onu tanımlayan tek kimlik bu değil, işçi, sendikacı, insan hakları aktivisti, kadın hareketi savunucusu... Bunlar, nasıl bir belediyecilik yapacağının ipuçlarını da veriyor. Sonrası; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 1 Mayıs, eylemler, gözaltılar, işkenceler, polis şiddeti... Bütün baskılara rağmen onu bu mücadelede tutan, insan olmanın getirdiği mutluluk. “İnsan olmak denilen şeyi, dostluğu, sevgiyi, paylaşımı orada görüyorsunuz. Kapitalizme ait bencillikler, kirlilikler sizden uzaklaşıyor. Dolayısıyla insan olmanın getirdiği kişiliğe büründüğünüzde, bulunduğunuz ortamda daha mutlu bir insan oluyorsunuz” diyor. Bu mücadelede kadın kimliğini de hiçbir zaman kaybetmiyor, “Sosyalist olmak kapitalizmin her türlü eşitsizliğiyle, cinsel ayrımcılıkla mücadeleyi de getiriyor. Ben de 1990’lardan itibaren kadın hareketinde de yer aldım. Hâlâ var olan Emekçi Kadınlar Derneği’nin kurucularındanım” diyor. Sendika yönetimlerinde de söz sahibi oluyor, ancak ona daha var. Önce ilk işçi örgütlenmesini dinleyelim: “1990’da Kartal’da bir çuval fabrikasında çalışıyordum. Türkİş’e bağlı Tekstil İş’e üye olmuş, sendikal örgütlenmeye başlamıştık. Çalışma Bakanlığı’ndan yetki beklerken işten atıldık. Derken işyerinde dört günlük bir direniş gerçekleştirdik. Ancak bağlı bulunduğumuz sendikanın ihanetiyle karşılaştık.” Bu sırada 12 Eylül faşist darbesinin ardından kapatılan DİSK açılıyor, Yeter de DİSK Tekstil İş üyesi oluyor. 94’te çorap işçilerinin seçimiyle Tekstil 1 No’lu şube başkanlığı vekilliğine seçiliyor. 96’ya kadar başkan vekili olarak görev yapıyor. Erol Erşan, delil yetersizliğinden beraat ediyor. Ahmet Okuducu’nun dosyası ayrılıyor... Yılmıyor Yeter, davayı AİHM’ye götürüyor. Türkiye 110 bin 720 Avro ceza ödemeye mahkum ediliyor. Bütün bu süreçte işçi mücadelesinden de kopmuyor. 2003’te TeksilSen’in kuruluşuna öncülük ediyor. Genel başkan seçiliyor, Türkiye’nin bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan işçi sendikası genel başkanı kadınlarından biri oluyor. Yine aynı yıl genel seçimlerde milletvekili adayı oluyor. Şimdi işçilerin yoğunlukta olduğu Bahçelievler’de belediye başkanlığı için aday. Türkiye tarihindeki acıları bu kadar yakından tatmış, işçinin içinden birinin belediye başkanı olması, başka bir dünyanın adımlarının atılabileceğini gösteriyor. G ataolb@cumhuriyet.com.tr TARİHTE BU HAFTA 16 Mart katliamı Tarih, 16 Mart 1978, günlerden Perşembe. Yer, İstanbul Üniversitesi. Saat, 13.30 suları... Okuldan 15 gündür birlikte çıkan solcu öğrenciler, o gün de 100 kişilik bir grup halinde Beyazıt Meydanı’nda yürüyordu. Eczacılık Fakültesi’nin önünden geçerken bir slogan duyuldu; “Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak”... Önce bir bomba patladı, ardından da öğrencilerin üzerine kurşunlar sıkıldı... Hukuk ve İktisat Fakültesi’nde okuyan yedi öğrenci öldü, 47 öğrenci yaranlandı. Katliamı gerçekleştirenler olay yerinden uzaklaşırken, arkalarından koşan polis memurlarının “Durun... Koşmayın...” emriyle geri döndüler. Emri veren kişi, sonraları çeşitli illerde emniyet müdürlüğü görevine kadar yükselen, komiser yardımcısı Reşat Altay’dı. Olayın ardından tanıkların ifadeleri doğrultusunda dönemin Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) İstanbul İl Başkanı Orhan Çarkıroğlu, ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, MHP Gençlik Kolları’ndan Kazım Ayaydın, ÜOD’li Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy katliamı planlayıp uygulamak 16 Mart 1964: TBMM’de gizli gerçekleştirilen olağanüstü toplantı kararıyla, hükümete gerektiğinde Kıbrıs’a müdahale yetkisi verildi. aracından çıkarak uzay boşluğunda 20 dakika yürüdü. 19 Mart 1980: Ankara’da bir inzibat erini öldürme iddiasıyla yargılanan, 16 yaşındaki Erdal Eren ölüm cezasına çarptırıldı. 13 Aralık’ta bu ceza Eren 18 yaşından küçük olmasına rağmen uygulandı. 1999: Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, Fethullah Gülen hakkında, “anayasal düzeni değiştirmeye çalıştığı” gerekçesiyle soruşturma açtı. 17 Mart Yedi öğrencinin öldürüldüğü Beyazıt Meydanı. 1944: Tartışma yaratan Varlık Vergisi’nin kaldırılmasına ilişkin yasa yürürlüğe girdi. 1954: İspanya’yı kurayla eleyen Türkiye Milli Futbol Takımı, Dünya Kupası’na katılmaya hak kazandı. 1968: PTT ile İngiliz Northern Electric firmasının işbirliğiyle kurulan telefon fabrikası ilk yerli telefonları üretti. Telefonlar 157 liradan satışa çıkarıldı. suçundan yargılandı. Sıddık Polat 11 yıl hapis cezası alırken, diğerleri delil yetersizliğinden beraat etti. İki yıl sonra Askeri Yargıtay Polat’ın da beraatına karar verdi. Her ne kadar TNT tipi bombayı atan Zülküf İsot’un ablasının verdiği yeni bilgilerle 1992’de dava tekrar açılsa da, 2008’de zaman aşımından düştü. 20 Mart 1996: İngiltere’de hükümet, deli dana hastalığının insanlara da bulaştığını açıkladı. 1955: Ünlü tiyatro sanatçısı Muammer Karaca’nın yaptırdığı Karaca Tiyatrosu, Taksim’de açıldı. 1985: İnternetin ilk alanı “symbolics.com” adıyla tescillendi. 1965: İnsanoğlu ilk kez uzaya çıktı. Sovyet kozmonot Aleksey Leonov, VoskhodII (Gündoğumu) adlı uzay Erdal Eren. 1928: Atlas Okyanusu’nu uçakla tek başına geçen Charles Lindbergh’e şeref madalyası verildi. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ C M Y B C MY B 15 Mart 18 Mart 21 Mart