Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Yaman Tüzcet ve Müjdat Gezen. Bu dört ismin buluştukları yer sahne değil galeri… Çünkü desenleri ve resimleriyle çıkıyorlar izleyicinin karşısına. Dinçel’siz bir eksikler ama resimlerinin hikâyelerinde Barış Dinçel, Mustafa Alabora ve Yaman Tüzcet. Fotoğraf: Vedat Arık Müjdat Gezen’in çalışması... Savaş Dinçel’in çalışması... bütünleşiyorlar… Aktörler ressam olursa... Müge Serçek nları sahnelerde, televizyonlarda yıllarca farklı karakterlere bürünmüş halleriyle izledik, sevdik. Bu aktörler; Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Yaman Tüzcet ve Müjdat Gezen… Şimdi ise farklı bir kimlikle, farklı bir sanat dalında çıkıyorlar karşımıza ve kendi yaptıkları resimlerle bir sergiye imzalarını atıyorlar. Alabora, Tüzcet ve Gezen’i en çok duygulandıran bir buçuk yıl önce aramızdan ayrılan dostları Savaş Dinçel ile aynı sergide buluşmak. “4 Aktör Ressam Rolünde” sergisi 7 Mart’a kadar Feyziye Mektepleri Vakfı’na ait Galeri Işık Teşvikiye’de gezilebilir. O Resim yapmaya ne zaman başladınız? Mustafa Alabora: Bundan üç sene önce emekli olduğum dönemde, ne yapsam diye düşünürken Müjdat “Mustafa resim yapsana” dedi. Ben de önce yapamam edemem falan dedim ama Müjdat ısrar etti. Ben de gittim fırçalar, boyalar aldım. Oturdum bir resim yaptım, ama çok kötü oldu. Müjdat’a telefon açtım, “Müjdat bu resim çok kötü oldu” dedim. “Olsun, kötü de olsa bu senin resmin” dedi. Bu laf çok hoşuma gitti o günden bu güne resim yapmaya devam ettim. Hayatım boyunca oyuncu olarak başkalarının hayatlarını, başkaların sözcükleriyle oynadım. Şimdi boyalarla oynuyorum ve kendi sözcüklerimi yazmaya çalışıyorum. Yaman Tüzcet: İstanbul Erkek Lisesi’nde orta ikinci sınıftayken, bir gün yanıma bir çocuk geldi oturdu, o Savaş Dinçel’di. Çizimleri çok güzeldi, benim de annem ressamdı, Müjdat Gezen, Mustafa Alabora ve Savaş Dinçel. dolayısıyla çizime yatkınlığım vardı. Bir sonraki yıl resim derslerimize, Türkiye’nin en büyük resim sanatçılarından Şefik Bursalı geldi. Bursalı benim de Savaş’ın da çizgilerinin çok güzel olduğunu fark etti ve üzerimize çok düştü, çok emek sarf etti. Sanıyorum Savaş ve benim resim sevgimiz o zamanlar başladı. Daha sonra Pertevniyal Lisesi’ne geçtik, orada da resim hocamız, şimdi profesör olan Dinçer Erimez’di. Baktı ki bizde yetenek var, o da üzerimize düştü, çok sıkı bir eğitim verdi. Savaş ve ben liseyi bitirip konservatuvara girdiğimiz vakit iyi karikatürler çizen kişilerdik. İleriki yıllarda Savaş da ben de çeşitli gazetelerde karikatürler çizdik. Müjdat Gezen’in ilk eşi Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü mezunuydu, dolayısıyla resimle haşır neşirdi, daha sonra ikinci eşi de akademinin süsleme bölümü mezunu olunca, resimle olan yakınlığı devam etti ve son 30 senesini boylarla, tuvallerle geçirdi. Aktörlüğünün vermiş olduğu kompozisyon duygusuyla resim yapmaya başladı ve ortaya çok güzel resimler çıkardı. Peki, “4 Aktör Ressam Rolünde” sergisini nasıl açmaya karar verdiniz? M. Alabora: Birkaç ay önce yine Müjdat “Gel beraber sergi açalım” dedi. “Olur mu hiç öyle şey, utanırım ben” dedim. Daha sonra açalım mı, açmayalım mı diye konuşurken oğlum Memet Ali Alabora da bizi destekledi ve hatta sergide Savaş Dinçel’in resimleri de olsun diye öneride bulundu. İşin içine Savaş Dinçel girince işler ciddiye bindi. Daha sonra Yaman’ı da aramıza kattık, serginin adını da Yaman buldu. Böylece fikrimiz olgunlaştı ve sergimizi açtık. Y. Tüzgeç: Sergide bizim yaptığımız resimler dışında Savaş’ın oğlu Barış’ın da babası için yapmış olduğu eserler var. Barış babasının heykelini yaptı. Heykel bir sahne dekoru içinde yer alıyor ve çok güzel oldu. Hepimizin resimlerini ayrı ayrı inceleseniz bile hepimizin resimlerinde farklı bir ruh birliği var. Resimleriniz şu an sergileniyor, profesyonel çevrelerden bir eleştiri gelir diye tedirginlik duyuyor musunuz? Y. Tüzgeç: Mustafa ve Müjdat naif ressamlardır, ancak şuradaki ayrımı çok iyi yapmak gerekir ki naif alçakgönüllü demektir ama kötü demek değildir. Sanat görgüleri ve kompozisyon duygularıyla ortaya o kadar güzel şeyler çıkarttılar ki, bu cesaret çocuk resimlerindeki başarıya benzer. Picasso, çocuk resmi yapmak için 5060 yılını verdi. Oysa naif ressamlar daha güzel resimler yaparlar, çünkü eğitimli Mustafa Alabora’nın çalışması... Yaman Tüzcet’in çalışması... ROKIA TRAORE Malili yenilikçi diva Zekeriya S. Şen M ali’de müzisyen olabilmeniz için bir “Griot” yani toplum tarafından “müzik yapabilir” etiketiyle ödüllendirilen sülale soyundan gelmeniz gerekiyor. Bu kültürel tabu tüm toplum tarafından kabul edilse bile istisnalar her zaman mümkün. Bunun en bariz örneği Siyah Albino olarak bilinen Salif Keita. Mali’deki otuz iki farklı etnik gruptan biri olan Bamana’larda ise durum biraz daha esnek, müzisyen olmak isteyen bir Bamana’ya sıcak bakılmasa bile toplum tarafından kabulü daha bir yumuşak geçişe sahip. Rokia Traoré adlı 1974 doğumlu sanatçı da bir Bamana. Genç yaşta müzisyen olmaya karar veren Rokia, 1997 yılında Nehrin Blues adamı olarak bilinen Ali Farka Toure ile tanıştı. Toure ona öğütler verdi, o da yolunu çizdi. İlk albümü “Mouneissa” 1998 yılında geldi, bunu sırasıyla 2000’de “Wanita” ve 2003’te, Kronos Quartet ile müziksel etkileşime girdiği “Bowmboi” takip etti. WOMAD ve benzeri birçok festivalde ana sahnede yer almayı başaran sanatçı günümüzde Mali’den çıkan en yenilikçi ve ilerici müzisyen. Rokia Traore’nin dördüncü albümü “Tchamantché” (Denge veya Orta Nokta) şu ana kadar sanatçıdan gelen en başarılı üretim diyebiliriz. Dünya müziğini sevmeyenlerin de rahatlıkla yakınlaşabilecekleri bu çalışma birbirinden bağımsız ancak bir bütünlük sağlayan on parçadan oluşuyor. Sahra Çölü’nün batı ucunda olan Mali’den geliyor olsa bile Rokia’nın vokalleri bu ülkenin sesleri bir kilometreden duyulabilen diğer sanatçıları kadar dominant değil. Rokia ise mikrofonun tamamlayıcı ustası. O biliyor ki hangi tonda ve ses sentezinde şarkı söylerse söylesin mikrofon bu fısıltıları, gizlilikleri ve onun duygusallığını kaçırmadan yakalıyor. Rokia, önceki albümlerinde geleneksel Afrika enstrümanlarını normal kullanımlarının aşina olduğumuz ses sentezinin dışarısında kalan müziğine entegre etmişti. “Tchamantché”de ise bir adım ileriye atılarak ngoni, kora, balafon gibi geleneksel enstrümanlarının yanı sıra elektrik gitar, bas, vurmalı çalgıları müziğine işleyerek sadece kendisinin içinde yer alabileceği dağınık fakat ahenkli bir müzik kategorisi yaratıyor. Albümün yüreği üçüncü parça “Zen” ve altıncı parça “Koronoko” arasında atıyor. Her biri farklı ve kendine özgü bir etki yaratan bestelerin neredeyse hepsi Rokia imzasını taşıyor. Geleneksel başıboş Afrika ritimlerinin oluşturduğu bir repertuvara sahip Traoré şarkılarını İngilizce, Fransızca ve Bamana dillerinde söylüyor. olan albüm, Batı stili ile çerçevelenip katmerleştirilmiş. Bu tüm parçaların fantastik bir hayalden kopup albümde dizginleştirildiği hissini yaratıyor. kapanışını yapan bir Gershwin klasiği olan “The Man I Love”ı Arada sırada ortaya çıkan, parçanın sınırlarını zorlayan mevcut olan birçok çağdaş caz sanatçısına taş çıkartacak elektrogitar ritimleri, hayaller diyarına sokulmuş olan güzellikte yorumluyor. dinleyeni gerçeğe çekiyor. Albümün atmosferi ve kişisel Afrikalı sanatçılar ve özellikle Rokia Traoré kıtanın uzun disiplin kimyası hem kavrayıcı hem de sürdürülebilir. zamandan beri yerlerde sürünen özgüvenini tekrar “Tounka” yasal olmayan göçü konu alırken, “Dounia” canlandıran birer savaşçı. Bunu müzikleriyle ve özelikle Mali’nin kültürel tarihinden bir kesit sunuyor, “Yorodjan” ise kültürlerini farklı kültürler ile açılımlara sokarak Afrika sokaklarında gerçekleşen çılgın partilere gönderme gerçekleştiriyor olmaları kalıcılığın en önemli örneği. Hiç yapıyor. Şarkılarını Fransızca, İngilizce ve Bamana dillerinde şüphesiz bu sanatçıların dünya platformunda icra eden Rokia, hipnotize etkisini albüm süresince koruyor. gerçekleştirdikleri ufacık bir başarı, Bono ve Bob Geldof gibi Bu dilleri anlamamıza gerek yok, çünkü albüm boyunca şişme medyatik ikonların gerçekleştirdiğinden daha kalıcı. G duyduğumuz tek bir dil var, o da müziğin kendi dili. Albümün muzik@tikabasamuzik.com ressamlar çok temkinli davranırlar. Bu açıdan Mustafa Alabora’nın resimlerini çok beğeniyorum. Barış Dinçel: Bu dört adam bu sefer ne ağızlarını ne de vücutlarını kullanıyorlar, sadece beyin ve ellerini kullanıp, bir şey yaratıyorlar… M. Alabora: Fırçayı eline üç sene almış biri olarak bana bu konuda çok laf söylemek düşmez. Türkiye’de herkes her şeyi yapabileceğini ve her şeyi bildiğini iddia eder. Biz böyle yapmadık, belki ilk defa resim yapıyorum ama bunun arkasında 44 senelik sanat birikimim var. Müzik bilgim vardır, mimari bilirim, tiyatro zaten benim işim, ayrıca ciddi anlamda dünya edebiyatını okumuşumdur. Resim yaparken de kendimce bir kompozisyon oluşturmaya çalıştım. Y. Tüzgeç: Resim bizim hobimizdir ve bir sanatçı olarak hobilerimizi sergilemek de en büyük hakkımız. Sizce aktör mü olmak daha zor ressam mı? M. Alabora: Ressam olmak tabii ki çok daha zor. Uzun yıllar çalışma gerektiren, mutlaka eğitim isteyen bir meslek. Halbuki herkes oyuncu olabiliyor, ama herkes ressam olamaz. Y. Tüzgeç: Bir aktör için ressam olmak çok zordur, bir ressam için de aktör olmak çok zordur. B. Dinçel: Küçüklüğümden beri babamın karikatürleriyle haşır neşir oldum. Babam cebinde, aktörlüğünün yanında, inceden de olsa ressamlığı da taşıyordu. Sonradan ressamlığa meyletmedi ama nereye giderse gitsin cebinden kalemini çıkarır bir şeyler çizerdi. Yaman Bey ortaokul sıralarından itibaren Savaş Dinçel ile birlikte resim eğitimi almışsınız, peki hiç birlikte aynı tuval üzerinde çalıştınız mı? Y. Tüzgeç: Evet, birlikte oturur anonim karikatür yapardık. Ben bir kuş çizerdim, o başka bir şey çizerdi ve resim dalga dalga büyürdü. B. Dinçel: Evet, ben o resimleri Bosch’un resimlerine benzetirdim. Resimdeki her bir unsur birbiriyle bağlantılıyken, ayrı ayrı olarak da bir şeyler anlatırlar. Eminim ki şu an Savaş Dinçel de bu sergiyi görmek isterdi... B. Dinçel: Babamın son dönemlerinde dinç kalmasının tek nedeni kafasının bir yerinde hep bir proje olmasıydı. Mesela bir resim sergisi açmak istiyordu, kendi gözüyle insanların çocukluk ve büyüklük hallerini resmetmek istemişti. Mesela, İsmet İnönü’nün yaşlanmış ve çocuk halini yapmak peşindeydi. Öleceğini hiç düşünmedi, hep ileriye dönük planlar yaptı. M. Alabora: Bunu bir resim sergisi olarak algılamaktan daha ötede bir şey var, dört çok yakın arkadaşın 47 sene sonra birlikte yaptıkları bir iş. Dostluğumuzu gösterirken, aynı zamanda farklı bir işi de becermeye çalışıyoruz. Bu serginin en önemli amacı bu dostluğu ön plana çıkarmak. B. Dinçel: Evde bir fotoğraf var. Bu dört aktör çok gençler. Sonra periyodik aralıklarla aynı kadraja girmişler ve farklı fotoğraflar çekilmiş. Belki saçlar biraz beyazlamış, yüzde bir iki çizik oluşmuş ama o fotoğraf her dönem var olmuş. Şimdiyse o fotoğrafın bir yanı aşağı doğru kaymış, çünkü aralarından biri artık yok. Ve geri kalan üç kişi o yokken, sanki o da ordaymış gibi aynı pozu verebilmenin duygusunu yaşayacaklar. G C M Y B C MY B